Öğrendiğim hiçbir meslek, içimdeki Resim aşkının önüne geçemedi!

Öğrendiğim hiçbir meslek, içimdeki Resim aşkının önüne geçemedi!
1960 yılına kadar bulamadığımız fırçalar, bu tarihten sonra bulunur hale geldi. Fırçamızın olmadığı zamanlarda kedinin tüylerinden, evde bulduğumuz eski bir kürkten fırça yapıp kullandığım zamanlar oldu.

NESİP KOÇER; Ressam, Konya hediyelik eşyaları yapımının gelmiş-geçmiş en büyük ustası. Boyadığı kaşıklar, çizdiği motifler, ahşap tabaklara çizdiği kompozisyonlarla devrinin en gözde ve en aranılan ismiydi. Bugün Konya’nın tarihi mekanlarının neredeyse tamamı onun tarafından resmedildi. O seksen altı yaşında olmasına karşın tuvali önünde, fırçası elinde resim yapmaya devam eden bir Konya sevdalısı.

BANA NE RESİM YAPMAYI GÖSTEREN, NE DE DESTEK VEREN OLDU!

Mevlana’nın arkasında Celal sokağında 1934 yılında doğdum. Anneme göre 25 Şubat doğumluyum. Ancak nüfusta 1 Mart olarak yazılı. Babam İlkokul Öğretmeni olduğu için İlkokulun birinci sınıfını Aydın-Çine Karpuzlu nahiyesinde okudum. Daha sonra Çukur Mektep denilen Cevizaltı’ndaki Mahmut Şevket Paşa İlkokulundan mezun oldum. Sınıfta ve okulda en iyi resim yapan bendim. Bana ne resim yapmayı gösteren oldu, ne de bana bir destek olan.

Baba ben okumak istiyorum dediysem de, babam köylerde öğretmenlik yaptığı için benim de aynı sıkıntıları çekmemi istememişti. Hiç arzu etmediğim halde beni bir kunduracının yanına çırak verdi. Türbe caddesinden eve her öğlen yemek için gider gelirdim. Dükkan sahipleri bir müddet sonra oradan Tevfikiyye Caddesinde bir dükkana geçtiler. Ustanın oğullarından biri sayacıydı. Beni de onun yanına verdiler. 15-16 yaşında onların yanından ayrıldım. Bir kunduracının yanında işe başladım. Ne kunduracılığı sevdim, ne de kunduracıların esnaflığını.

Sabah erken kalkıyor, işe gitme vaktim olan saat dokuza kadar resim yapıyordum. Basit boyalarla yağlıboya resimler yaptım. Oradaki ustalardan biri, bu çocuk yanlış meslek seçmiş, bu çocuğa yardım edilmesi lazım demişti. Askere gitmeden önce, tabelacılık yaptım.

img_4060.jpg

Askerlik öncesi saya makinemi sattım. Döndüğümde kesinlikle sayacılık yapmayacaktım.

Askerlik dönüşü iş arıyorum. Gazeteci Sofu Tuğrul’un. Turistik eşya satan dükkanında kaşık boyayan bir usta vardı. Askerlik sonrasın kaşık boyamaya başladım. Meşhur Kaşıkçı Hoca vardı. Ahmet Haşhaş’ın yanında çalışırdı. Onun oğlu olan Halis Okur ruganlı kaşık üzerine resim yapmamı istedi. Cüzi bir fiyatla çalışmaya başladım.

Bir başka esnaf arkadaş geldi. Bize de kaşık yap dedi ve bir çuval kaşık getirdi. Halis Okur ona yaptığım kaşıkları İstanbul’a satıyordu. Ufak tahta tabaklar üzerine resim yapmaya başladım.

1-217.jpg

Çok süratli resim yapma alışkanlığı kazandım. Bu arada günde 20 kaşık boyuyordum.

Şahin Otelinin orada hediyelik eşyalar satılan ve yapılan bir yer vardı. Orada iyi ressamlar çalışırdı.

O dükkan önceleri plakçı Yavuz Asöcal’a aitti. Asöcal Akyokuş gazetesini çıkarıyordu. İşleri iyi gitmeyince, Konya’dan ayrıldı. Almanya’ya gitti demişlerdi. Dükkanı Hasan Ünal’la Emin Ergene satın almışlar.  Ergene bildiğim kadarıyla Konya Postasını çıkarıyordu. Ressamları yoktu. Birkaç tabak yaptım . Satılsın diye oraya koydum. Yaptığım tabaklar kor koymaz satılıyordu. Orada kaliteli iş yapmaya başladım. Gel evde çalışma dükkanın üzerinde bir çekme kat var, hem tezgahtarı kontrol edersin hemde çalışırsın dediler. Yaptığım resimleri satıyorlar yüzde 65’ini de, bana veriyorlardı.

9-023.jpg

Arada pastel ve yağlıboya tablolarda yapıyordum. Orada 1-2 sene çalıştım. O yıllarda, Konya’ya Gazi Terbiye mezunu 5 Resim Hocası geldi.

 

SEMAZEN GÖRMEDEN SEMAZEN ÇİZMİŞTİM!

Ben hiç semazen görmemiştim. Ayrıca, hiçbir ihtifale de katılmadım. Ancak semazenleri görmeden çizdim. İlk resimlerimde ney çalanı neyzeni kaval çalar gibi yapmışım. Semazeni ise ince, uzun ancak estetik çizmişim. O resimleri yaptığımda Alaaddin camiinin orada bir fotoğrafçı vardı.Bunların resimlerini çekebilir miyim diye sordu. Çek dedim. O resimleri tab etmiş, kartpostal niyetine sattı.

Sonra o semazen motiflerini belediye ışıklandırarak şehrin değişik yerlerine astı

Konya’ya haftada bir kez gazete gelirdi. Kazandığım harçlıkların bir kısmını gazete almak için ayırırdım. Vatan, Son Havadis, Köroğlu gibi gazeteler vardı. Köroğlu gazetesinde Ratip Tahir’in çizimleri vardı. karikatürist Ramiz Gökçe’nin haftalık karikatür dergilerini alırdım.

img_4044.jpg

Alaaddin tepesinde ki Halk Evine gider orada çizimlerle ve resimle ilgisi kitapları araştırırdım.

Konya’ya yabancı dergi olarak Saturday Evening Post dergisi gelmeye başladı, onun kapak resimlerini, çizimlerini hayran hayran seyrederdim. Bu dergideki çizimlerden çok istifade ettim.

 

SÜHEYL ÜNVER HOCA, BANA NESİP DEDE DERDİ!

Ahşap üzerine resim yapıyordum. Bir de tabi kaşık. Yaptığım kaşıkları Vehbi Koç’a götürenler oldu. Eski Konya Mebusu Refik Koraltan’ın kızları benim yaptığım kaşıklara ve resimlere aboneydiler. Bir günde iki kaşık çıkartırdım. Ancak bu kaşıkların gittiği yerler önemli insanlardı.

1960 İhtilalinden hemen sonra Prof. Dr. Süheyl Ünver’den ders aldım. Süheyl Ünver İnce Minarede resim yapıyor diye bir haber aldım. Süheyl Hoca tezhip ve minyatür üzerine iyi bir Hoca’ydı. Çalışırken kurutma kağıdı kullanıyordu. Bu teknik Konya’da hiç kimsenin bilmediği bir teknikti. O tekniği orada gördüm. Ahşap tabak üzerine yaptığım Mevlana resmini ona götürdüm. Onunla beraber çalışmaya başladık. Koyunoğlu Müzesine birlikte gittik. Gördüğü motifi çiz diyordu. Hemen çizip veriyordum. Konya Kitabı adlı eserinde, yapmış olduğum çizimleri benim ismimle yayınladı.

Mevlevi Dedesi Nesip Dede varmış. Bana Nesip dedem derdi. Ondan çok şey öğrendim. Altın varak işinin nasıl yapıldığını da ondan gördüm.

 

EN GÜZEL MOTİFİ DİNEKLİ HAKİMİN KIZI YAPARDI!

Mevlana ile ilgili kaşıkların içine incecik minyatürler yapıyordum. Gözlerim bozuldu. Bu kadar ince çalışmamam söylendi.

1960 yılına kadar bulamadığımız fırçalar, bu tarihten sonra bulunur hale geldi. Fırçamızın olmadığı zamanlarda kedinin tüylerinden, evde bulduğumuz eski bir kürkten fırça yapıp kullandığım zamanlar oldu. Toz boyadan binbir zahmetle yapmaya çalıştığımız boya denemeleri olurdu.

Boyanız var, fırçanız yok, hiçbir işe yaramazdı.

Seri halde kaşık yaptığımız dönemde Fransız asıllı Bobby’nin kızı Teresa ile birlikte Ergene’nin dükkanında çalıştık.

Ablası Sinemacı Ceylani’nin oğluyla evlenmişti. Teresa’nın annesi Ermeniydi.

Teresa, plakçı Yavuz Asöcal’ın karısıydı. Kocası vefat ettikten sonra, bana çok iyi davrandı diyerek Müslüman olmuştu. Kaşıklara ve tahta tabaklara güzel motif yapardı.

Ancak en güzel motif yapan hanım, Dinek’li Hakim’in kızı derler bir hanımdı. Ben onunla hiç karşılaşmadım. Ancak Teresa, bu hanımdan sonra gelen en yetenekli hanım sanatçı olarak tanınırdı.

2-196.jpg

NESİP BENİM!

Ankara’daydım vitrinde Konya Kaşıkları olan bir dükkanın önünde kaşıklara bakmaya başladım… Kaşıklar uyduruk kaşıklardı.

Tam o esnada birisi çıktı geldi.

Baktım Gazeteci Refii Cevat Ulunay.

Dedi ki; Konya’da kaşık yapan iyi bir usta var. Kaşıkları keşke ondan alsaydım. Ulunay beni tanımıyordu amma beni anlatıyordu.

Tanıştık, ondan sonra iyi dost olduk.

1960’lı yıllarda yeni dükkan açtım. Herkes kaşık yapıyor. Doğru düzgün kaşık yapan, boyayan ressam yok. Mevlana türbesi karşısında bir dükkanın önünden geçiyordum. Baktım birisi kaşık boyuyor.

Bir de baktım ki, almış benim kaşığı karşısına baka baka elindeki kaşığı boyamaya çalışıyor.

Kaşığa bakacağına, kaldır başını dedim. Kaldır başını da türbeye bak!

Kopyalayacağına gördüğünü, hissettiğini yap!

Bir süre yüzüme baktıktan sonra sordu;

Sen, ne iş yaparsın?

Senin yaptığın işin bir benzerini!

Dükkanın nerede?

Dükkanın yerini tarif edince,

Dedi ki;

Senin dükkan, Nesibin dükkanının neresinde?

Nesip benim!

Adımı duyunca şaşırdı, dondu kaldı!

 

O YILLARDA KAŞIK BOYAMAK ÇOK REVAÇTAYDI!

Kendimi yetiştirmek için Ankara’daki resim sergilerinin tamamını dolaştım. Ünlü ressamların hayatlarını, resimlerini anlatan ne kadar kitap varsa satın aldım, okudum inceledim. Tekniğimi geliştirmek için çalışmalar yaptım.

Konya’daki Astsubay Okulundaki Resim Öğretmeni, Kaya Hamamının oradaki terzi arkadaşım da unutmuş olduğum tahta tabak üzerine yapmış olduğum bir kompozisyonu görmüş.

Bunu kim yaptı, diye sormuş.

Bir tanışalım demiş.

Tanıştık, ben bir şeyler öğrenmek istiyordum. O da kaşık boyuyordu. Bana anlattı, kopyalattı ve kaşıkları bana boyattı.

O yılların Konya’sında turistik eşya yok. Turist az geliyor. Ortada hediyelik eşya diye bir şeyler neredeyse yok. Ancak kaşık boyamak oldukça revaçtaydı, boyanan kaşıkların içine kompozisyonlar çiziyorduk. Yine o günlerde benden daha iyi kaşık boyayan ve kompozisyon yapan yoktu.

O devrin resim Öğretmenlerinden en çok Erdoğan Munis’i beğenirim. Ressam olarak da, kişilik ve şahsiyet olarak da.

Yine o yıllarda, Hicret Gürkan, Erdoğan Munis’le beni çağırdı. Turistik eşya satan Konya esnafına, ikimiz kurs verdik.

 

83d55e80-d953-4bcd-9a09-210bc3ff91ea.jpg

8f521cc3-fabe-4428-927f-ce43f2ba1575.jpg

 

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum