Üsküp-4 mahzun tarihi ve bugünü
Bu Üsküp’le ilgili son yazım. Son yazım olması Üsküp’ü sevmenin de sonlanması, unutulması anlamına gelmiyor. Her şeyden önce Rumeli ve de özellikle de Üsküp Türkün tarihinde önemli bir yer tutar. Ecnebiler der “İslam’ı en çok Türkler korudu, İslam da Türklere yakıştı der. Irkçılık olması anlamında değilse de tarihi bir hakikattir ki, Türkler Anadolu’ya geldikten sonra tek hedefleri İslam’ı dünya dini haline getirmek olmasıdır. Bunun için de çok can ve kan vermişler, İslam bayrağını Avrupa’nın ortası, Kuzey ve Orta Afrika, Doğu ve Orta Asya’ya kadar yaymış, öyle ki Dünya dini haline getirmişlerdir.

Bu düşüncelerle eski şehir merkezinde 1436 de inşa edilen Sultan Murad Cami aynı zamanda Hünkâr Camii, Cami-i Atik ya da Eski Cami olarak da bilinen camiye geliyorum. Cami Tarih boyunca üç yangın, iki büyük deprem, dört savaş geçirmiş; bugünkü durumunu 18. yü zyılda yapılan tamirattan sonra almış. İçinde bir medrese ve imaret olan külliyenin bir parçasıdır ancak diğer külliye yapılarından günümüze sadece cami mezarlığı içindeki iki türbe (Beyhan Sultan ve Dağıstanlı Ali Paşa türbeleri) gelebilmiş.
Üsküp Saat Kulesi de bu cami külliyesi içinde yer alır. Bu nedenle camiye Üsküp halkı Saat Camisi de denmektedir.
Türk Çarşısı içinde daha önce görmediğimiz tarihi medreseler ve hanları da geziyoruz. Bunların bir kısmının tamiratı devam ediyor, bitirildiğinde ticari amaçla kullanılacakmış. Bu hizmet ağı içinde Türkiye’nin çeşitli illerden yardım vakıfları ve dernekleri yanında bazı belediyelerin de bulunduğunu görüyoruz. Bazılarının bir kültürü yıkmak amacıyla yaptığı heykellere nispet, Anadolu insanı hizmeti ve kalkınmayı esas alan yardımlarla Üsküp’te yer almış. Bu haliyle bile Üsküp’ün ne kadar da tarihimiz ve medeniyetimizin gerçek bir parçası olduğunu ortaya koyuyor.

Vardar'ın doğu yakasında yer alan Çarşının az üstünde yamaç sayılabilecek bir yerde Üsküp Kalesi var. Dikine de olsa, dar sokaklarından tırmanarak Kaleye doğru yürüyorum. Bu arada uzaktan görülen Mustafa Paşa Camii çıkıyor.
Cami 1492 de Kara Mustafa Paşa tarafından hediye edilmiş, kendine has ihtişamını bu zamana kadar korumuş. Burada ilk farkettiğim, soğuğa rağmen geniş cami avlusu sergilerle Cuma namazına hazırlanıyor. Yoğun duygularla doluyor, Rumeli Müslümanları bu yadigâra sahip çıkması ile teselli buluyorum. Hutbe, çoğu Arnavut olan halka Arnavutça veriliyor. Tüm avlu tamamen cemaatle dolu.
Namaz öncesi MS 6. yüzyılda yapılmış kaleye geçiyorum. Kale, 1963 yılında ki depremle hasar görmüş hali ile duruyor. Kalenin Vardar’a bakan duvarından şehrin mahzun halini ve Vardar’ı seyrediyorum. Karşı tepede 66 m yükseklikte ki, Milenyum Haç’ı sanki Üsküp’e ve Hilal’e nispet yapıyor.

Buradan aşağıya, büyük İskender’in heykelinin yer aldığı Makedonya Meydanı ve tarihi Taş Köprüye iniyorum. Taş Köprü Fatih Sultan Mehmet Köprüsü olduğu halde halk arasında Vardar Köprüsü veya Taş Köprü olarak biliniyor. 214 metre uzunluğa ve 6 metre genişliğindeki köprü 12 adet yay gibi kemerle bağlanan sütunlardan ibaret. Köprünün karşısında, daha bakımlı Sırp Bölgesi var. Vardar Üsküp’ü ikiye ayrılmış. Buna rağmen Müslümanlar ve Sırplar şimdilik barış içinde yaşıyorlar. İyi bir Aktivist olan Rahibe Maria Teresa Piştinde de olduğu gibi bölgenin en özel bulduğu şahıslardan.

Tarihi köprüden Makedonya Arkeoloji Müzesinin bulunduğu meydana geçiyoruz. Burada irili ufaklı sayılamayacak kadar, dünyada eşine az rastlanır yoğunlukta ve 200 milyon Euro maliyetle yapılmış. Üsküp halkı “Makedonya’nın % 70’i Makedon, % 20 si Arnavut, % 10 u da heykellerden ibarettir” diyerek espri yapılıyor. Bu heykellerin Üsküp’ün tarihi ve taşıdığı görevi örtmeye matuf olduğu ifade edilse de heykellerin merak uyandıran tarafları da yok değil. Heykellerin en popüleri 22 metre yükseklikte ki Büyük İskender heykeli. Bunun yanında Üsküp aynı zamanda bir köprüler şehri.

Arkamızda, hüznü ve sevinci bırakarak, derin hatıralarla ayrılıyoruz. Yahya Kemal’i şimdi daha iyi anlıyorum. Doğduğu sokaklarda oynayarak çocukluğunu yaşamış, sonra hatıralar bırakarak İstanbul’u mesken tutmuş büyük bir şairi rahmet ve şerefle hatırlamamak olmazdı.
Türkün Rumeli’sini anlatmakla bitmez. Ancak ayrılsak da beraberiz. Nereden bakılsa hüzün, bu hüznü görmek mümkün. Küçük bir şehir olmasına rağmen yoğun uçuşlar Üsküp’ün sadece bizim tarihimizde ve günümüzde değil, başkalarını için de önem arz ettiğinin ispatıdır. Kendi ruh kökümüzü görmek ve kadim değerlerimizi yaşamak için bir kere de olsa buralar ziyaret edilmelidir.

Hüzün ve sevinci bir arada yaşadığımız Üsküp’ü bu haliyle Rumeli’nin bizden daha çok Osmanlı ve Osmanlıyı temsil etiğini söyleyebilirim.

Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.