Makedonya Üsküp-1
Son seyahatimde Kosova Priştine den Makedonya Başkenti Üsküp şehrine doğru yol almaya başladığım bildirmiştim. Makedonya seyahatimiz sabah erkenden saat 6.00 gibi başladı. Kaldığımız otele 500 metre ileride Merkezi otobüs terminaline geçiyor, akşamdan aldığımız 8.5 Euro değerinde otobüs biletile yaklaşık 20 kadar yolcu beraberinde yola çıkıyoruz.

Hava yine sisli ve çok soğuk. Priştine Üsküp arası yaklaşık 80 km, yolculuk 1.5-2 saat sürüyor. Çok da heyecanlıyım. En çok istediğim şehirlerden birine, Üsküp’ü göreceğim. Kitaplardan okuyarak kafama yazdığım Üsküp’ün yeri bende bir başka. Orada pek çok tarih, kültür, duygular ve hatıralar bıraktık. Buranın bir de Yahya Kemal’in şehri olmasının ağırlığı var.


Otobüs eski ve yavaş, yollar karlı, yer yer de buzlu. Güneye doğru, 20 km kadar yol alıyoruz. Sonra sola aşağıya doğru akıyoruz. Üsküp dönüşüne geçmeden merkezden 5-6 km mesafede yeni inşa edilen tesisleri dikkat çekiyor. İçlerinde bize ait tanıdık markaların levhaları da var. Sonrasında yol üzerinde irili ufaklı köyler ve kasabalardan geçiyoruz. Yol oldukça düzgün bir ovada, Kosova Ovasında devam ediyor. Türkün nal sesleri kulağımı çınlatıyor. Sultan Murad, Sultan Fatih atlarıyla üzerimize yürüyecek, bizleri selamlayacak hissi var. Buralara İslam’ın ve özgürlüğün emanetleri Köylerde yanan soba bacalarından çıkan dalga-dalga dumanlar sanki bizi selamlıyor: Bir daha gelin, bir daha geçin, eskiden olduğu gibi. Bizden sonra buralarda pek barış olmamış.


Birer, ikişer katlı evlerin dağınık olarak yerleştirildiği köylerde, puslu camların arasından yükselen minareleri görüyoruz. Şükürler olsun ki İslam burada yaşatılmış, yaşatılacak da. Toprak soğuk ve yüzeysel karlar henüz erimemiş. Sabah yakılan sobalardan çıkan baca dumanları arasından sızan güneş ışıkları içimizi ısıtıyor. İlerledikçe küçük derelerden akan dalgalı kar suları bize naz yapıyor.

İlerledikçe dağlarla çevrili muazzam bir düzlüğe, Kosova Ovasında akıyoruz. Yolda inen binenler olsa da sayı pek değişmiyor. Yolcuların çoğu yerli. Konuşmalarımızdan Türkiye Türkü olduğumuzu anlayan yan koltuktaki yaşlı bayan bize sempatiyle bakıyor, gülümsüyor, Rumeli şivesiyle “hoş geldiniz” diyor. Türkçesi çok iyi olmasa da anlıyor, karşılık veriyoruz. Yanlarda bazı yolcular da sohbete dâhil oluyor, birçoğu Ülkeme ziyarete geldikleri halde Ülkem hakkında sorular da soruyorlar. Aldığı cevaplarla da memnuniyetini ve sevincini belirterek ülkeme dualarla selam gönderiyorlar.

İlerledikçe karla kaplı dağlar daha da yükseliyor. Buralarda köyler yamaçlara doğru dağılmış durumda. Yer yer çift şeritli kaliteli yollardan geçiyoruz. Üsküp’e yaklaştıkça dağlar daha da yükseliyor. Yolu yağmur ve kar sularıyla çağlayan derelerin köprüleri ile beraber aşıyoruz. Yüksek dağlar bitiyor, birden karşımıza levhasında Elez Han yazan bir yer çıkıyor. Bu arada pasaportlarımızı istiyorlar. Sınıra geldiğimizi anlıyoruz. Bir Osmanlı hatırası olan ve adını bu handan alan kasabanın yamalarında dağılmış 10 kadar minareler, buranın da bir İslam beldesi olduğu anlaşılıyor. Önümüzdeki trafik sebebiyle 20 dakika kadar bekliyor, yolculara bakmadan sınırdan kolayca geçiyoruz. Makedonya topraklarına, sınıra 20 km kadar uzaklıkta olan Üsküp sınırına giriyoruz.


Burada da yoğun sis ve soğuk var. Sınırı geçtikten 20 dakika kadar savaştan kalma yakılmış-yıkılmış fabrika kalıntıları arasından Üsküp’e dâhil oluyoruz. Şehrin girişinde en dikkat çeken konu her tarafın heykellerle donatılmış olması. Kısa sürede Vardar Nehrini geçip hemen yakında ki merkezi otobüs terminaline iniyoruz.
Önceliğimiz bir sürede sığınacak bir yer aramak. Soğuk, sis bir arada, ortalık oldukça sakin. Köprünün diğer ucundan 2 bayan bize doğru geliyor. Bir müddet tereddüt etsem de tesettürlü oldukları için selamlıyor, Türkiye Türkü olduğumuzu ve dinlenmek için bir yer aradığımızı söylüyoruz. 80’ li yaşlarda, oldukça düzgün ve temiz kıyafeti, asilane duruşu ve duru Türkçesi ile tam bir İstanbul hanımefendisi. Selamımızı alıyor, gülümseyerek, az ilerideki basamakları göstererek bunları geçin karşınıza Türk Çarşısı çıkacak, “orada yer bulursunuz” diyor. Bu asil hanımefendinin tavrı ve yakınlığı Merakımı zorluyor ve Türkçeyi çok güzel konuşuyorsunuz, hanımefendi diyorum. Cevap “biz Osmanlı Türküyüz, dilimiz ve kültürümüzü hiç unutmadık, evlerde de bu Türkçe konuşuruz”. Bu tavır beni 100 sene geriye götürüyor ve içimden “bunlar bizden daha Osmanlı, daha Türk” diyorum.

Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.