Tatile kitaplarla veda ediyoruz
7’den 70’e edebiyatın her türünde ve her zevke hitap eden kitaplarla tatile veda ederken edebiyatın yeni yayın dönemine merhaba diyoruz.
Başlangıçta epey bir Ketebe kitabı, sonrasında diğer yayınvlerinin birbirinden kıymetli eserleri kitapseverleri bekliyor…
Ketebe’nin Ağustos Kitapları
Dünya Öykücülüğünün Serüveni- Necip Tosun: Necip Tosun, Dünya Öykücülüğünün Serüveni’nde, edebiyat türleri arasında biçimsel denemelere belki en açık tür olan öyküyü ele alıyor ve gazeteci-hikâyeciliğin sınırlarından çıkıp modern anlatıların estetik arayışlarına yönelen öykünün geniş tarihsel serüvenini izlememizi mümkün kılıyor. Gogol’den Poe’ya, Çehov’dan Maupassant’a, Márquez’e ve Borges’e kadar geniş bir yelpazede ele aldığı elli seçkin öykücüyü, edebî kimliklerinin yanı sıra yazdıkları öykülerin biçimsel ve tematik boyutlarıyla da mercek altına alıyor. Tosun, dünya öykücülüğünün serüvenine katkı sunan isimlere odaklanırken klasik olay öyküsünden durum öyküsüne, soyut ve simgesel anlatımlardan bilinç akışına; büyülü gerçekçilikten postmodern arayışlara uzanan öykü tarihine ilişkin geniş perspektifte bir kuramsal çerçeve çiziyor. Avrupa ve Amerika merkezli anlatıların yanı sıra Arap, Afrika, Asya ve Uzak Doğu öykücülüğüne yer verilerek küresel bir bakış oluşturulan bu çalışma, edebiyatseverlere ve araştırmacılara karşılaştırmalı okuma imkânı da tanıyor.
Öykünün estetik ve zihinsel dönüşümünü kavramaya yönelik bir “el kitabı” niteliğindeki bu eser, hem edebiyat okurları ve yazar adayları için kılavuz hem de dünya öykücülüğüne ilgi duyan herkes için vazgeçilmez bir başvuru metni.
Şair-Rafet Elçi: Şair, 7. yüzyıl Arap coğrafyasında şiirin bir inanma biçimine kelamın ise bir silaha dönüştüğü bir dünyayı anlatıyor. Doğu Roma, Sasani ve Batı Türk imparatorlukları arasında geçen roman, dönemin toplumsal yapısını, kültürel ilişkilerini ve dini dönüşümlerini, şiir merkezli bir çatışma üzerinden ele alıyor. Zeyd ve Tuleyle adındaki iki şair, yazdıkları şiirlerle amansız bir yarışa giriyor. Bu yarış, yalnızca edebi bir rekabet değil; aynı zamanda karakterlerin hayatını belirleyen bir dönüm noktasına dönüşüyor. Yarış sonrası esir düşüp Sasani topraklarına gönderilen Zeyd, farklı kültürlerle karşılaştıkça şiir anlayışını ve inanç dünyasını değişmeye başlıyor. Tuleyle ise şiir aracılığıyla sürekli değişen toplumunda yer edinmeye çalışıyor.
Rafet Elçi, şiirin kutsallığını, sözün toplumsal gücünü ve kelimenin değişen kaderini ince detaylarla örerken bireysel hikâyeler üzerinden de bir medeniyetin çözülüşünü resmediyor. Şair, yalnızca Arap Yarımadası’ndaki tarihi bir dönüşümün değil, insanın kelimeyle kurduğu anlam dünyasının da sarsılışını gözler önüne seriyor.
Sözcükler İçin Savaş-Celâl Fedai: Sözcükler İçin Savaş, şairin kendi dağına tırmanma çabası kadar, okuyucuların da kendi yollarını bulmasına yardımcı olacak izler taşıyor. Celâl Fedai bu kitapta şiiri bir hayat meselesi olarak ele alıyor. Hayata ve insana dair her şeyle yüzleşmenin bir yolu olarak, Suyu Seveni Derin Batırın Irmağa isimli eserinde olduğu gibi, şiirin içinden düşünmeyi sürdürüyor. Modern şiirin dağınık ve ticari yapısına karşı geliştirdiği “Neo Klasik Tavır”, sadece bir şiir anlayışı değil, bir düşünce ve inanç alanı olarak da karşımıza çıkıyor. Bu yaklaşım, güncel politik ya da edebî akımların aksine, kadim değerlere, estetik ilkelere ve insanlık durumlarına yaslanıyor. Derinlik, sadelik, ölçü ve zarafet gibi kavramlarla örülen bu şiir dili, günümüzün yüzeysel sanat anlayışına karşı güçlü bir itiraz niteliğinde…
Fedai, Sözcükler İçin Savaş’ta, modern zamanların gürültüsü içinde şiirin geleneksel kadim iç sesini yeniden duyulur kılmayı deniyor.
Bir Medreselinin Kaleminden Medrese- Muhammed Karamustafaoğlu:
Bir Medreselinin Kaleminden Medrese, İslâm ilim geleneğinin tarihî seyri içinde medreselerin doğuşunu, gelişimini, inkırazını ve yeniden ihyasını kapsamlı, hatta yer yer duygusal bir biçimde ele alır. Hz. Peygamber’in (sav) Dâru’l-Erkam’daki ilk halkasından başlayan bu yolculuk; Bağdat Nizamiye Medreselerine, Osmanlı’nın ihtişamlı ilim merkezlerine, Karadeniz’in dağ köylerine, Doğu Anadolu’nun mütevazı ilim ocaklarına ve nihayet İstanbul’un yeniden canlanan medreselerine kadar uzanır.
Kendisi de medresede yetişen Muhammed Karamustafaoğlu, adeta bir vefa borcu olarak kaleme aldığı bu çalışmasında medreselerin sadece bir eğitim kurumu değil; ruhu besleyen, ümmeti ayağa kaldıran ve ilmi nesilden nesile taşıyan bir hayat tarzı olduğunu vurgular. Çeşitli coğrafyalardan onlarca âlim, mürşid, müderris ve talebenin hikâyesine yer veren Karamustafaoğlu, 20. yüzyıldaki kırılmanın aksine 21. yüzyılda yeniden ayağa kalkan medrese geleneğini yalnızca tarihsel olarak ele almakla kalmaz, aynı zamanda bugüne ve yarına bırakılan bir miras olarak değerlendirdiği medreseler bağlamında bir irşad çağrısında bulunur.
Medrese talebeleri için bir rehber, medrese hocaları için bir muhasebe, medrese dostları için bir minnet ifadesi ve medreselerden habersiz olanlar içinse bir farkındalık kapısı niteliğindeki bu çalışma, medrese çatısı altındaki tüm unsurların istifade edebileceği önemli bir başucu kaynağı olarak karşımıza çıkıyor.
Filozofu Baştan Çıkarmak- Hans Blumenberg: Filozofu Baştan Çıkarmak, düşünürün yaşamı ve felsefesinin, birbirine uymadığı, talihsiz, gülünç ve nahoş durumları ele alır. Tarihe ve siyasete aktif bir şekilde katılım göstermek, filozofun nadiren taşıdığı bir eğilimdir; bunun yerine o, insanî zaaflarından ötürü iktidarın vasıtası haline gelir. Güç ve şöhret zehirlenmesi yaşar, otorite olmak ve sesini herkese duyurmak ister. Tehlikeli fikirlerin peşinden gider. Kitlelere oynar. O, kendisini mütemadiyen fikirler sahnesinin merkezinde hayal eder. Ebediyen savunulacak ve yüceltilecek sistemler oluşturmanın peşindedir ve felsefi sistemler oluşturmanın kendine has bir cazibesi vardır. Nihai bir çözüme ulaşma arzusu, filozofu baştan çıkarır; fakat bu, tehlikeli bir arayışın yoludur. Filozof, bu huzursuz arayışında, kendisi tarafından oluşturulan sistemlerin esiri, kurbanı hâline gelir.
Bu kitabın denemelerinin tematik genişliği Heidegger’den Wittgenstein’a, varlık felsefesinden dil felsefesine kadar uzanan bir yelpazeye tekabül eder ve tespitlerin niteliği, izahların derinliği, çıkarımların nesnelliği Blumenberg düşüncesinin geniş ufkunu ispat ve ibraz eder.
Hoş Nazar-Hasan Sevil: Kendini okumak, âlemi okumaktır.
Hasan Sevil, tasavvufun temel kavramlarını hem derinlikli hem de içten bir dille sûfî geleneğin kalbinden aldığı ilhamla, insanın önce kendini sonra varlığı okuyarak nasıl hakikate ulaşabileceğini gösteriyor.
Kur’ân ve sünnet temelli bir yaklaşımla, aşkın, tevazunun, merhametin, ahlâkın ve adaletin ne demek olduğu anlatılırken; geçmişin büyük sûfîlerinden günümüze uzanan bir köprü kuruluyor.
Hoş Nazar, anlam arayışında olan herkesi kucaklayan bir dille sesleniyor: Kendine bak, varlığa bak, hoş nazarla bak…
İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması-Mehmet Güven Avcı:
Modern Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yapısında, bürokratik seçkinlerin halktan kopuk iktidarını ve bu iktidarın sol düşünce üzerindeki belirleyici etkisini sorgulayan isimlerin başında İdris Küçükömer gelir. Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması adlı eseri; bürokrasi, Batılılaşma, sol ve halk ilişkisi gibi meseleleri tartışmaya açmış, uzun yıllar Türkiye’nin düşünsel haritasında iz bırakmıştır. Bu kitap, söz konusu eserin tarihsel bağlamını, kavramsal zeminini ve entelektüel etkisini tahlil eden kapsamlı bir çalışmadır.
Mehmet Güven Avcı’nın bu tahlil çalışması, Türkiye’de sol düşüncenin devletle kurduğu ilişkiyi eleştirel bir gözle yeniden düşünmek için bir portre ortaya çıkarıyor. Dönemin düşünsel çıkmazlarının izini süren bu tahlil, Düzenin Yabancılaşması’ndaki meselelerin neden hâlâ önemli olduğunu gösteriyor. Sivil toplum, egemenlik, bürokrasi, sol ve halk ilişkisi gibi konuları ele alan bu metin, Türkiye’de hâkim tarih ve toplum anlatılarına karşı yeni bir düşünme biçiminin zeminini kuruyor.
DİĞERLERİ…
Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri- Hikmet Hükümenoğlu- Can Yayınları: Pasta kutusundan çıkan satırları okumak kadınlar için bir mutluluktu. “Bunları yazarken beni düşündü,” diyorlardı içlerinden (öyle olmadığını herkes bilse de) ve değersiz varlıklarına bir değer biçildiğine inanıp mutlu oluyorlardı. Belki de ilk kez var olduklarını hissediyorlardı. Bunu anlamayacak kadar aptal değildim.
Siparişle pasta yapan ve her birinin içine kişiye özel aşk metinleri koyan ama aşka inanmayan Faik Bey, kullandığı Mercedes’e âşık şoför, kırsalda saklanan babası hakkında atlılara ipucu vermemeye çalışan ufak çocuk, iki oğluna arı izleme projesi veren çapkın baba, eski kocasını bir sabah bir kafede, yanında yeni sevgilisiyle görüp işe geç kalan kadın, yabancı bir kadın gazeteciyi sınır kentindeki bombalanmış otel odasında alıkoyan adam...
Hikmet Hükümenoğlu, onu romanlarıyla tanıyan okurunun karşısına bir öykü kitabıyla çıkıyor – Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri. Tuhaf, patolojik, alışılmadık aşk hikâyelerinin yanında bildik durumları da ustalıkla, incelikli bir mizahla, merak duygusunu hep canlı tutarak anlatıyor. İnanıp inanmamak okura kalmış.
Tanzimat ve Edebiyat- Osmanlı İstanbulu’nda Modern Edebi Kültür- Mehmet Fatih Uslu (Derleyen), Fatih Altuğ (Derleyen)- İletişim Yayınları:
Osmanlı’nın son yüzyılında büyük siyasi ve kültürel değişimler yaşandı. Edebiyat da bu değişimlerden elbette etkilendi. Yeni eserler çevrildi, yeni türler fark edildi ve bu türlerle eser verilmeye başlandı. Farklı milletlerden yazarların kendi dilleriyle ya da kendi alfabeleriyle ama Türkçe olarak yazdıkları eserlerdi bunlar ve bu eserleri yüzyıllardır birlikte yaşayan milletlerin, birbirlerinden etkilenmeden oluşturmalarıdüşünülemezdi. Ancak ilerleyen zamanlarda hem Osmanlı-Türkiye hem de imparatorluğu oluşturan diğer devletlerin uluslaşma sürecinde devletler, bu geniş sahadan sadece kendileriyle iltisaklı gördükleri metinleri aldılar ve ulusal bir edebiyat yarattılar. Dönemin çoksesliliği, girift kültürel yapısı göz ardı edildi. Tanzimat ve Edebiyat - Osmanlı İstanbulu’nda Modern Edebi Kültür imparatorluk döneminin zengin ama sıklıkla görünmezleştirilen bu edebi dünyasını görünür kılmayı amaçlıyor. Aynı şehirde yakın zamanlarda ortaya çıkan Türkçe, Ermenice, Bulgarca, Arnavutça, Kürtçe, Arapça, Farsça, Ladino modern edebiyatlarının birlikte ve ayrı ayrı gelişimlerine, etkileşimlerine ve gerilimlerine dikkat çekiyor.
Sağın Kasveti- Otoriter Liderler ve Çalınan İsyan- Zafer Yılmaz- İletişim
Modern toplumun tarihin farklı kesitlerinde birbirinden ayırt edilebilir krizler içerisinden geçtiğini biliyoruz ve bugünden geriye doğru bakıldığında bunları çeşitli analitik araçlarla anlamlandırabiliyoruz. Fakat tarih akarken yaşanan krizi tanımlamanın ve anlamlandırmanın bir hayli zor olduğu da aşikâr. Bu nedenle cari krizin ne üzerine temellendiği (iktisat, maneviyat, din, post-materyalizm vb.) ve toplumsal yaşamı nasıl biçimlendirdiği canlı bir tartışma olmaya devam ediyor. Zafer Yılmaz’ın Sağın Kasveti: Otoriter Liderler ve Çalınan İsyan kitabı, her şeyden önce krizin tanımlanma biçimlerine esaslı bir itiraz. Muarızını da “bozan”, yani eleştirel düşünceyi de tanımladığı sorunun bir parçası kılan tuhaf krizler zamanının tanımlayıcı özelliklerini sergileyerek perspektif değişiminin zorunluluğunu ortaya koyuyor.
Öyküleriyle Türküler-Yaşar Özürküt- İletişim: Folklor araştırmacısı ve deneyimli radyo prodüktörü Yaşar Özürküt, Öyküleriyle Türküler’de kimi nispeten yakın zamanın gerçeklerine dayanan, kimi asırlar öncesinin efsanelerinden kaynaklanan türkülerin özüne iniyor: “Karadır Kaşların” türküsünün ardında yatan gerçek ne? “Ormancı” türküsünün kahramanı olayı nasıl anlatıyor? “Çökertme”de Halil, kaymakamla neden düşman oldu? Çarşamba’yı sel nasıl aldı? Gesi bağlarında dolanan kimdi? Özürküt, yıllarını verdiği araştırmaların neticesinde birçok farklı kaynaktan, halkın yaşayan hafızasından ve hatta bizzat türkülerin kahramanlarıyla görüşerek damıttığı bilgilerle okuru türkülerin kökenine, o ilk yakıldıkları anlara götürüyor. Üstelik kitapta yer alan karekodlarla bir yandan da ezgileri dinleme deneyimiyle...
Edebiyata Yüklenen Anlamlar- Şerif Eskin- Dergâh: Edebiyat kavramı nasıl ortaya çıktı? Asırlar önce Arapçada “ziyafete davet etmek” anlamına gelen “edb” kelimesi hangi güzergâhları takip ederek önce “edeb”e, ardından Türkçedeki “edebiyat” kavramına evrildi? Edebiyat niçin son dönem Osmanlı kültür ortamının en tartışmalı kavramlarından biriydi? Recaizâde Mahmut Ekrem’den Menemenlizâde Mehmet Tahir’e, Muallim Naci’den Şahabettin Süleyman’a, Şemseddin Sami’den Mizancı Murat’a pek çok kalem niçin edebiyatı tanımlamak için seferber olmuştu?
Elinizdeki çalışma bu sorulardan hareketle, bir taraftan okurlarını edebiyatın kavramsal tarihine yolculuk yapmaya davet ederken diğer taraftan modern Türk edebiyatının başlangıç anlarını farklı perspektiflerden okumanın imkânlarını yokluyor.
İki bölümden oluşan incelemede önce edebiyat kavramının kendisine, ardından çeşitli başvuru kaynaklarında edebiyatı tanımlamak üzere kullanılan kavramlara yoğunlaşılıyor. Edebiyatın nasıl anlaşıldığı, hangi kavramlarla yan yana geldiği dikkate alınarak ve ayrıca bu kavramların tarihsel anlam bagajları irdelenerek etraflı biçimde çözümleniyor.
Sınırların Ötesinde- Burak Çetik-İz Yayıncılık: Seyahat etmek sadece bir yerden başka bir yere gitmek değil, aynı zamanda içsel bir yolculuktur. Bu kitapta, yazarın çocukluk yıllarında başlayan İslam coğrafyasına olan ilgisinin nasıl tutkulu bir seyahat serüvenine dönüştüğüne tanık olacaksınız. Bosna'dan Tanzanya'ya, Fas'tan Özbekistan'a uzanan geniş bir coğrafyada, yazarın deneyimlediği kültürler, tanıştığı insanlar ve keşfettiği mekânlar, okuyucuya zengin bir perspektif sunuyor. Sınırların Ötesinde, seyahate hazırlanmaktan, yerel halkla iletişim kurmanın inceliklerine, konfor alanından çıkmanın öneminden şehirlerin ara sokaklarında kaybolmanın güzelliğine kadar pek çok konuda değerli tecrübeler aktarıyor. Bu eser, seyahat etmeyi düşünenler için ilham verici bir rehber, gezginler için ise kendi deneyimlerini zenginleştirecek bir yol arkadaşı niteliğinde.
Tanıdığım Eski Sanatkârlar ve Osmanlı Ricâli- Reşid Halid Gönç- Ötüken Neşriyat: Bâbıâli denilen yayın-neşriyat, kültür-sanat ve edebiyat merkezinde 40 yıla yakın bir zaman çeşitli gazetelerde ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde arşiv memuru olarak görev yapan Reşid Halid Gönç (1892-1966) Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminin önemli bir tanığıdır. Temmuz 1943’te Bâbıâli’deki suskunluğunu bozarak Vakit gazetesindeki bir röportajla matbuat hayatına fiilen giren Reşid Halid, ilk röportajını da o günlerde 109 yaşında bulunan Gazi Osman Paşa’nın yaverlerinden İsmail Hakkı Pekcan’la yapmıştır. Bu mülakatta Plevne kahramanının bütün özelliklerini en ince teferruatına kadar tanıtmıştır. Daha sonra Reşid Halid’in Vakit gazetesinde ve bazı mecmualarda tanıdığı sanatkârlara dair neşrettiği portre yazıları sayesinde başta Muhsin Ertuğrul ve eşi Neyyire Neyyir olmak üzere Udî Hasan, Kavuklu Hamdi, Udî Ali Rıfat Çağatay günümüze yeniden misafir olmaktadır. Bu sanatkârlar, Reşid Halid’le bir şekilde yolları kesişmiş insanlardır, dolayısıyla bu portreler yakın dostluk veya tanımışlığın ürünü olan realist gözlemlerdir. Tefrikalar Vakit, Haber-Akşam Postası Müzik Magazin, Perde-Sahne dergisi gibi çeşitli gazete-mecmualarda ve farklı tarihlerde neşredilmiştir.
Eserin ikinci bölümünde Reşid Halid’in yaşadığı süre zarfında yakından tanıdığı Osmanlı devlet ricâli vardır. Onlara dair gözlemleri de son derece ilginç bilgiler ihtiva etmektedir. Tanzimat ricâlinden Said Paşa, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, Ahmed İzzet Paşa Mehmet Ali Aynî, 109 yaşında Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’nın yaveri üzerinden Reşid Halid, Osmanlı devlet adamlarının tutum, davranış ve ahlâklarına kendi penceresinden bakmış ve onlara dair hatıralarını neşretmiştir. Basın, kültür-sanat ve edebiyata sadece koleksiyonu ile değil ahlakıyla da hizmet eden bu güzel adamın yeniden edebiyat, sanat ve kültürel hayatımıza dâhil olması hak ettiği değerin geç de olsa ihyasına sebep olacaktır.

Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.