Üsküp-2
Osmanlı Türkü Hanımefendinin tarifinden soran kısa sürede Türk Çarşısındayız desek de sanki Konya Bedestanındayız. Dükkânlar henüz açılmamış. Küçük bir cami yanında ki küçük bir yerin camında “taze çay bulunur” yazıyor. Hemen içeri dalıyor, burada bulunanları selamlayarak kendimizi tanıtıyoruz. Sabah namazından çıkan Arnavut asıllı Müslümanlar bizi buyurun ediyor. Yer Arasta Cami yanı. Çaycı genç Şaban bize kucak açıyor, çaylarla ısıtıyor; eşyalarımızı da korumaya alıyor.


Arnavut dostlar bizimle yakından ilgileniyor, çeşitli konular yanında daha çok, Ülkem hakkında sorular var. Türkçe bildiklerinden anlaşmamız zor olmuyor. Duvardaki TV de Türk kanalı açık. Çoğu Ülkeme seyahat ediyor. Isındıkça keyifleniyor, sıcak sohbetle de iyice kaynaşıyoruz. Kıraathane işletmecisi Şaban Türkiye’den gelen misafirlerle yaşadığı hatıralarını anlatıyor, ilginç olanlarına gülüyoruz.


Şehrin kuzey bölümünde yer alan Çarşı Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma. Vardar'ın doğu yakasında yer alır ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün kuzeyinden itibaren uzanıyor. Vardar Nehri Şehri ikiye ayırıyor, Müslümanlar gibi Osmanlı İmparatorluğundan kalma Üsküp Türk Çarşısı da şehrin kuzey tarafında yer alıyor. Bu tarihî çarşı, Üsküp'ün en büyük hayat alanlarından biri olarak kültürel ve tarihî değerleri taşıyor. Türk parasının da geçerli olduğu çarşıda ‘Burada Su Bile Türkçe Akar’ diyen halk Osmanlıya ve Türkiye Cumhuriyeti’ne sevgilerini böyle ifade ediyor.


Türk Çarşısı başlı başına bir müze. Renkli ve tamamen Osmanlı el sanatları, halı-kilim, elektronik eşya, sarrafiye, çay ocakları ve kafelerle süsleniyor. Yani, Rumeli Anadolu, Anadolu de Rumeli diyebiliriz.
Cuma vaktine kadar birer-ikişer katlı, farklı renklerde boyanmış süslü kapı-pencereleriyle cezbeden, her türlü süs eşyaları, el işi işlemeleri, hediyelikler ve sarrafiyelerle ağırlıklı, tertemiz Anadolu kokan Türk Çarşısını geziyorum. Hangisini çalsak tüm kapılar sonuna kadar açılıyor. Sanki Şanlıurfa, Kütahya bedestanlarındayız. Çarşıda turistlerin çoğu Türkiyeli olsa da batılı ve Arap turistler de az değil.
Rumeli ve Üsküp’ü anlamak için o bölgenin tarihi ve kültüründe doğmuş ancak Osmanlıya mal olmuş insanları (şair, sanatçı, münevverleri) hakkında da bilgiler vermek gerekir. Hele de Üsküp te doğan ancak Anadolu’da zirve yapan Yahya Kemal gibi bir zatı anmadan geçmek hiç olmaz.


Osmanlılar devrinde Üsküp, Kosova vilayetinin başşehri, aynı zamanda iktisadi, siyasi ve kültürde de merkezidir. Üsküp adı bir İlir kabilesinin yerleştiği Skupi’den gelmekte olup oldukça eski bir yerleşim yeridir. Arapçada suların akması ya da kaynaması anlamına gelen Üsküp, özellikle 1389 de I. Sultan Murad’ın şehit edildiği Kosova Meydan Muharebesine büyük bir önem taşır. 1392 de Yıldırım Beyazıt tarafından Üsküp Türk hâkimiyetine girmiş, bu hâkimiyet 1912 ye kadar devam etmiştir.
Üsküp, Yahya Kemal için Kaybolan bir şehrin ardından: Yahya Kemal'in Üsküp'ü dür. 2 Aralık 1884’te Üsküp’te doğan bu çocuk, annesinin sütü ve ömrü boyunca çağıldayacak o berrak Türkçesiyle sesini aramaya revan olan, Yahya Kemâl olmaya giden o sarp ve yalnız yolun da başlangıç hikâyesidir. Herkes bilir ki büyük şairi Yahya Kemal’in hayatı en çok şu üç başlıkla hatırlanır ve anlaşılır: Üsküp, Paris ve İstanbul.


Talebesi Tanpınar’ın dediği gibi ‘muhacir bir kuş’ olarak Üsküp’ten havalandıktan sonra, Selanik, İstanbul, Paris, Varşova, Madrid, Lizbon ve Pakistan’a uzanan bir hatta yerleşik, yurtsuz, göçebe bir hayata düşse de o bir İstanbul şairi, Aziz İstanbul’un kalemi ve sesidir. Yine de onu doğup büyüdüğü, ilk şiirini yazdığı ve ilk kez âşık olduğu, sokaklarında koşturduğu, türkülerini ve ezanlarını dinlediği ve toprağına annesini emanet ettiği güzel Üsküp’ten, Türk Üsküp’ten, yani ilk vatanından ayrı düşünmenin bir mümkünü yoktur. Kelimenin tam anlamıyla Üsküplü bir İstanbul şairidir Yahya Kemal.
‘Üsküp’ü severim. Zira orada doğdum. Çünkü çok Türk, benim zihniyetime çok tesiri oldu’, diyor. Üsküp, onun için doğup büyüdüğü, kimliğini tanıdığı, sesini yükselttiği ve kişiliğini inşa ettiği mekân olarak, yıllar boyunca, içinde kor gibi sakladığı uzun ve tükenmez bir anne hasretidir. Sultan Murad Camii’nde bayram namazları, Eski Çarşı’da çocuklar gibi şen, Vardar Nehri kıyısında bir akşam. Balkan şehirlerinde geçen çocukluğunu hatırlar, Ben Üsküp’te değilim, Üsküp benim içimde deyip, ilaveten;
‘Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum, Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum’ diyerek, şiirde Balkanları Anadolu’ya, gönülde Anadolu’yu Balkanlara bağlar, Yahya Kemal.

Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.