Uğur Özteke

Uğur Özteke

“TAPTIKLARINIZ AYAĞIMIN ALTINDA”

“TAPTIKLARINIZ AYAĞIMIN ALTINDA”

Bizi her gün sevseler de sevmeseler de meraklarından takip eden değerli okurlarımız eğer yazımızın sonuna kadar okuyup sıkılacaklarsa hiç okumaya başlamasınlar. Çünkü bugünkü yazı konumuz biraz tarihi, biraz dini, biraz da derin. Gelin sıkılacaksanız hiç okumayın. Ne kendinizi yorun ne de bana kızın.

……………..

Bugün bu yazıyı yazmama sebep olan kişi değerli okurumuz ve okumakla kalmayıp bize yorum yapan MECZUBUN BİRİ rumuzlu abimiz. Bize öyle bir yorum yaptı ki iki saat kendime gelemedim. Bu konularda bilgi ve kültür olarak da çok zayıf olduğum için süratle yeni bir şeyler okumak ve öğrenmek zorunda kaldım. Yaklaşık iki saat okudum.

Okuduktan sonra da benim gibi bu konuda bilgi sahibi olmayan ama iki satır okuyup bir şeyler öğrenmek isteyen okurumuz olursa diye de dilim döndükçe bunları yazmak istedim. Belki nasıl Meczubun Biri rumuzlu abimiz bizim iki kelime öğrenmemize vesile oldu ise ben de bir ümit bunları yazmak istedim.      

…………..

Gavs-ül-a’zam Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, bir gün en önde gelen talebelerinden Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ’yı yanına çağırdı.

Ona buyurdu ki: “Benden sonra, benim künyem olan Muhyiddîn isminde, Allahü teâlânın çok sevdiği evliyâsından bir kimse gelecektir. Bu hırkamı ona teslim edersin.”

Yunus bin Yahyâ, uzun yıllar sonra hocasının üstadı olan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin hırkasını, üvey oğlu ve talebesi olan Sadreddîn-i Konevî’ye giydirdi.

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, zamanında, ilminden ve feyzinden istifade etmek için kendisine müracaat edilen belli başlı büyük âlimlerden oldu.

Bir aralık Konya’ya gelip, Selçuklu Sultanı tarafından çok ikram ve hürmet gördü.

Sultanlardan kendisine birçok tahsisat tayin olunduğu ve hediyeler gönderildiği hâlde, hepsini fakirlere sadaka olarak dağıtırdı. Sofiyye-i âliyyeden ve kelâm âlimlerinden olan Sadreddîn-i Konevî’nin hocası ve üvey babası oldu.

…………………..

ŞAM’DA ŞEYH MUHYİDDİN-İ ARABÎ’NİN

KABRİNİ ZİYARET ETMİŞTİM

Ben öyle derin tarih, kültür, edebiyat bilgisi olan eğitimli biri olmasam da mesleğimiz gereği çok gezen, gezdikçe de görmeye öğrenmeye meraklı bir tipim. Yıllar önce Suriye böyle Suriye değil iken, Şam böyle Şam değil iken Suriye’ye ve Şam’a gitmiştim. Şam’da da motorlarla bir dağın zirvesinde bulunan Şeyh Muhyiddin-i Arabi’nin kabrine kadar çıkmış oraları görmüş ve fotoğraflamıştım.

İşte o zamanlar biraz daha canlı olarak Konevi Hazretlerini anlamaya çalışmıştım.

Çünkü bu alimleri derinlemesine o kadar yakından tanımasam da bilmesem de şehrimize gelen her yerli veya yabancı Hazreti Mevlana’ya gitmek ister görür ya ben kendilerine hep ikinci adres olarak da Konevi Hazretlerinin türbesini öneririm.

Şimdi okurumuzun bizi uyarması ile okuduğum öğrenmeye dahası anlamaya çalıştığım olayı özetleyelim

“TAPTIĞINIZ AYAĞIMIN ALTINDA”

Yavuz Sultan Selim Han, Mısır seferinden sonra Şam'da bir müddet kalır. Ordunun para sıkıntısı olduğu bir dönemde ünlü alim Şeyh Muhyiddin-i Arabî’nin kitaplarından okur. Sultan onun kabrine gidip ruhu için dua etmek ister. Şam halkı Şeyh'in kabrini bilmiyorlardır. Bu konu araştırılır ve tellallarla bilenin ödüllendirileceği halka duyurulur. Kimse çıkmaz, yalnızca dağda koyun otlatan bir çoban gelir: “Efendim Kasyun dağının yamacında bir yer biliyorum, oradan ne koyunların birisi bir ot yer ne de oraya bir hayvan basar. Oranın otları kendi halinde büyür ve zamanı gelince de kurur gider. Zannım o ki aradığınız yer orasıdır” der.

Çobanın söyledikleri doğru çıkar. Kazılan yerde Şeyh-i Ekber'in cesedi hiç çürümeden durmaktadır. Sultan onun için bir türbe yaptırır ve defin işlemiyle bizzat ilgilenir. Defin bitince Şam halkının Şeyh hakkındaki bildiklerini öğrenmek ister. İleri gelenlerden bazı âlimleri ve güngörmüş kişileri huzura çağırır. Onlar da kendilerine intikal eden bir rivayeti sanki ağız birliği etmişçesine anlatırlar. Meğer vakti zamanında Şeyh, Şam halkının maddi şeylere düşkünlüklerinden yakınarak onlara nasihat etmiş, sonunda da ses tonunu yükseltip ayağını yere vura vura “Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır!'” diye haykırmış.

Halk, bu söz ile kendi inançlarına hakaret edildiğini, kendilerinin Allah'a taptıklarını, Şeyh'in bu sözüyle küfre girdiğini iddia ederek kadılara şikayet etmişler ve onlar da Şeyh'in cezalandırılmasına hükmetmişler.

ŞAM'IN FETHİ VE SULTAN SELİM'İN SIRRI

Şeyh'in haksız yere eza cefa çekmesine gönlü razı olmayan dostlarından biri Muhyiddin-i Arabi’ye gelip “Neden sözünden dönmüyorsun, neden sır gibi davranıyorsun?” diye sorunca da o acı bir tebessüm ile “İzadahale's-Sin ila'ş-Şınzahira sırrı!” demiş, Sultan bunu duyunca çok şaşırır.

Bu söz, “Sin, Şın'a girince sırrım anlaşılır!” manasına gelmektedir.

Sultan, bu sefer Şeyh'in bu sözü tam nerede söylediğini araştırır.

Aradan üç yüzyıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen bir kişi tahminen yerini bilebilir.

Sultan bizzat oraya kadar gider. Gidilen yer yüksekçe bir tepedir. Sultan tepeyi kazmalarını emreder. Çok geçmeden kazılan yerden bir küp altın çıkar.

Sonra

Sultan şöyle söyler, “Peygamberimiz, zamanın küfür meclislerine binaen ‘Dininiz paranız, kıbleniz kadınlarınız' buyurmadı mı?

Muhyiddin-i Arabi de buna dayanarak, taptığınız ayağımın altında demekle, benim ayağımın altında altın var demek istemiş ama o zaman bunu kimse anlayamamış ve Şeyh-i Ekber'i haksız yere idam etmişler.”

Şam halkı günlerce bu hadiseyi konuşur ve Sultan'ın kerametine bir kez daha inanırlar.

Çünkü Sin, Selim adının ilk harfi, Şın da Şam isminin ilk harfi idi.

Sin'in Şın'a girmesi gerçekleşmiştir.

Halk bu kerameti büyük bir uğur telakki eder, Sultan ve ordusuna hizmet için canla başla yarışırlar. Şeyh'in altınlarını akçeye tahvil ederler. Böylece ordu yola çıkar.

Sultan Selim, ibaredeki “sin” yani “s” harfinin Selim'in “s” si, “Şin” yani “ş” harfinin ise Şam'ın “ş” si olduğuna kanaat getirir.

Yavuz Sultan Selim Şam seferine çıkar. Gerçekten de Sinâ Çölü zayiatsız geçilir ve Sultan Selim, Şam'a girer.

…………….

Olayın kıssadan hissesine mi gelelim?

Aslında ben bu satırları yazabilmek için iki satır elli ayrı yazıyı okudukça titredim. Tüylerim diken diken oldu. Oturduğum yerden kalkamadım. Onun için böyle bir olayı yorumlayabilmek benim harcım değil. Dersini çıkarmak isteyen zaten çoktan almıştır.

Biz başkalarından beklemeyen önce kendimiz aynaya bakalım ve Cenab-ı Allah’a bizi şaşırtmaması, yanıltmaması ve başımızı öne eğdirmemesi için bol bol dua edelim.  

 

GÜNÜN OKKALI SÖZÜ

Bir kere ağaran saç bir daha kararmaz.

 

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Dönel kavşaklarda dörtlüleri yakıp beklemekten ve bu kavşak içlerinde dolmuşlara binip inmekten vazgeçtiğimiz zaman daha iyi ADAM oluruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
25 Yorum
Uğur Özteke Arşivi
SON YAZILAR