‘BEN BİR ÖYKÜ KUŞUYUM’

‘BEN BİR ÖYKÜ KUŞUYUM’
‘Taşın Dediği’ isimli öykü kitabı çok beğenilen Recep Kayalı ile öyküden edebiyat mahfillerine, yeni projelerine önemli mesajlar içeren bir söyleşi gerçekleştirdik

Fanzin ve dergilerde yayımlanan öyküleriyle dikkat çeken, günümüz öyküsünün gelecek vaat eden genç isimleri arasında gösterilen Recep Kayalı, ilk öykü kitabını öykü severlerin beğenisine sunmuş, sayfamıza da konuk olmuştu. Kısa süre önce Bilge Kültür Sanat’tan ‘Taşın Dediği’ ismiyle piyasaya sunduğu ilk göz ağrısı kitabından başta Hece Öykü olmak üzere önemli edebiyat dergileri yanında sosyal medyada da övgüyle söz edilen Recep Kayalı, Bilge Kültür Sanat’ta da editörlüğe başladı. Yeni yayın döneminde birbirinden önemli ve değerli kitaplarla okuyucuya seslenecek olan yayınevi Kayalı ile adeta atağa kalktı diyebiliriz rahatlıkla, özellikle öykü türünde. Sadece Bilge Kültür Sanat mı, Recep Kayalı da hummalı bir çalışma içinde. Kendisiyle yaptığımız söyleşide hem projelerini, hem de tutkuyla bağlı olduğu öykü türünü geniş bir perspektifte ele aldık. Sözü daha fazla uzatmadan sizi Recep Kayalı ile baş başa bırakıyoruz.

 

Öncelikle ‘ Taşın Dediği’ hayırlı olsun Recep Bey. İlk kitabınız, kitabı elinize aldığınızda ne hissettiniz, kitaplaşma ve yayınlanma sürecinden bize bahseder misiniz?

 Teşekkür ederim Yusuf Bey.  Yıllardır yayınlanan öykülerin bir araya gelerek kitap oluşturması uzun sayılabilecek bir sürecin meyvesini vermesine benziyor. Çok heyecanlandım. Tarifsiz bir mutluluk hissettim. Daha baskın olan duygu rahatlamaydı sanırım. Dosyayı Recep Seyhan’a gönderdim. Çok etkilendi. Bilge Kültür Sanat yayınlarına önermiş. Yayınevimizin sahibi Adnan Bey de dosyayı okuyunca Seyhan’da oluşan etkiye benzer bir etkiye kapılmış. Beni aradı, kitabı basmak istediğini söyledi. Sevinçle kabul ettim. Yakın dostum ve önemli bir tasarımcı olan Zeyd Karaaslan da bana hediye olarak kapağı tasarladı. Baskıdan dönmesini bekledim. Sanki baskıdan gelmesi tüm öykülerin yazılma sürecinden daha uzunmuş gibi geldi. Ama her şeyin içime sindiği güzel bir kitap olarak noktalandı süreç.

 

Öykülerinizin okuyucuya ulaşıp ulaşmamasıyla ilgili bir kaygı duydunuz mu, şu an duyuyor musunuz?

Bence öykülerini yayınlayan herkes bu kaygıyı duyar. Özellikle benim öykülerimde kullandığım farklı tarz, atmosfer ve mizah kullanımının okurda nasıl bir karşılık bulacağını, anlaşılıp anlaşılmayacağını merak ediyorum. Bu durum benim için kaygı oluşturuyor. Ancak gün geçtikçe azalıyor bu kaygım. Dergilerde yayınlandığı zaman daha yüksek derecede kaygı duyuyordum açıkçası.

 

Kitabınızı farklı tarzlarda yazılmış olarak iki bölüme ayırdınız. Rahatlıkla ayrı kitaplar olabilirdi, neden böyle bir tercihte bulundunuz?

Bu öykücülüğümle alakalı ortaya koyduğum bir iddaa aslında. Çift başlı bir öykü dünyası kurmaya çalışıyorum. Ben bir öykü kuşuyum. Bu kuşun bir kanadını büyülü gerçekçi diyebileceğimiz kurgu ve metnin matematik tarafını daha çok isteyen yapıda öykülerle oluşturmaya çalışırken diğer tarafını kara mizahın, ironinin ağır bastığı öykülerden kurdum. Genellikle tek tip ve tarzda oluşuyor öykü kitapları. Ben ikisini de yapabileceğimi göstermeye çalıştım. En azından denedim. Umarım başarabilmişimdir. Kendimi daha da geliştirebilmek ve sürekli daha iyisini deneyebilmek için yazarlık kariyerim boyunca uğraştığım çalışmaların sonucu bu.

 

Öykülerinizde yerel mitlerden de yararlanıyorsunuz. Modern bir çağda yaşamamıza rağmen kadim zamanları, insanları, mekanları yazmak zor olmuyor mu?

Evrensel olan her şeye yerelden ulaşabilirsiniz. Lisans ve Lisansüstü eğitimimi edebiyat alanında yaptım. Dolayısıyla anlatılarımıza, yerel inanışlara, memoratlara hakimim. Kültürümüzün bu ürünlerinin de modern metinler oluşturma konusunda oldukça kullanışlı olduğuna inanıyorum. Üzerinden yüzyıllar geçmiş, gerçekliği şüpheli anlatılar içinde bir hayli rahat gezebileceğimi fark ettim. Bu alt yapı üzerinde rahatlıkla yaratıcılığınızı kullanabilirsiniz. Yeter ki hikayede anlattığınız ve üslubunuz uygun olsun..Zorlanmadım açıkçası. Ancak bazı metinleri kurarken araştırma ve okumalar yaptım.

 

Öykü, bir tür olarak epik kahramanlar yaratmaya elverişli midir sizce?

Uygun atmosfer kurulup doğru üslup kullanılırsa neden olmasın? Öykünün böyle sınırlarının ve katı kurallarının olmadığına inanıyorum.

 

Öykülerinizde ironi de önemli bir yer tutmakta. Öyküde ironi hakkında neler söylemek istersiniz?

İroni hayatla baş etme yöntemlerinden biri. Bizim dışımızda gelişen hayatın günlük pratiklerine, daha üstün güçlere direniş silahlarımızdan biri. Delirmemek için bizi yoran, tüketen her şeyle dalga geçmek, onlarda eksik yanı bulmak ya da acıyı itibarsızlaştırmak için insan zihninin ürettiği muazzam bir silah. Ben de rahatsız olduğum olay ve olguların beni daha az yıpratması için ironiyi sık sık kullanıyorum. Dolayısıyla öykülerimde de önemli bir yer kaplıyor. Modern Türk öyküsünü dikkatlice incelediğimizde de bu enstrümanın sıklıkla kullanıldığını görürüz. Haldun Taner, Oğuz Atay, Memduh Şevket gibi pek çok değerli öykücünün eserlerinde de fazlasıyla yer kaplıyor ironi. Otoriteye atılan onur kırıcı bir tinerci tokadı. Ezilenlerin, geri planda kalmışların öfkesini zekasını kullanarak işler hale getirebileceği önemli bir kavram olarak görüyorum ironiyi. Bu kavramı lisans öğrenimimde bana hakkıyla öğreten değerli hocam Okan Koç ve Yılmaz Daşcıoğlu’na sizin aracılığınızla selam olsun.

 

Kurgusal metinlerde ne anlatıldığından ziyade nasıl anlatıldığı daha önemli bulunur. Bu denge sizin öykücülüğünüzde nasıl yer buluyor?

Aslında tüm sanat eserlerinde bu durum böyledir. Söz gelimi Davud, Orta Çağ sanatında oldukça sık kullanılan bir figürdür.  Davud’un Golyat’ı öldürme olayı sıklıkla anlatılır. Caraveggio’nun muhteşem tablosunda Davut ressamın gençliğini Golyat da yaşlılığını temsil eder. Sanatçı bu olay üzerinden kendi hayatındaki hesaplaşmayı, hatalarını anlatır. Michalangelo’nun belki de dünyanın en ünlü heykeli olan Davud heykelinde ise Golyat yoktur. Davud çıplaktır ve tüm gerçekliğiyle karşınızda dikilir. Bernini’nin Davud heykeli saldırı anını anlatırken Donatello’nun Davud’u Golyat’ın başını kesmiş ve ayaklarının altına almıştır. Bu saydığım eserlerdeki Davud ise yüz, anatomi, ifade olarak birbirinden farklı tahayyüllerin ürünü. Gördünüz tek anlatıdan bir sürü üslup çıkıyor. Sanat, olay ya da olguları sanatçı içindeki karşılığı ve kişiden kişiye değişen bir üslupla anlatımıdır aslında. Bunlardan hareketle anlatımın öykünün ana yükünü çektiğini düşünüyorum. Yine de ben her şeye rağmen anlatılanın da en az Davud’un hikayesinde olduğu gibi değerli olduğuna ve anlatılmaya değer şeylerin er ya da geç kendi üslubunu üreteceğine inanıyorum. Hikaye kendi üslubunu seçer. Aklınıza doğan konu, karakterler uygun dili bulmadan çıkartmazlar kafasını dışarı.

 

Neden öykü? Yazdıklarınızın öykü olduğunu nasıl fark ettiniz? Yazmak için özel bir an, ortam arayışınız var mı, nasıl yazarsınız?

Anlatmak istediklerimi en rahat ifade edebildiğim tür olduğu için öykü. Daha erken dönemlerimde de iyi bir okurdum. Yazdığım şeyin öykü olduğunu biliyordum. Bir ortam arayışım yok açıkçası. Ben yazma anını kutsal bulurum. Odaklandıysam ve oluşturduğum yapının içinde gezebiliyorsam hiçbir şey ayıramaz beni. Defterime notlar alırım. Kafamda aylarca oynarım hikaye ile. Fiziksel olarak beni yaz derse de oturur yazarım.

 

Hangi yazarların öykü anlayışlarıyla kan bağınız var, dünden bugüne izlediğiniz öykücüler kimler?

Çok fazla kişiyi sayabilirim. Evimde bir Sait Faik büstü var. Kendisini tüm öykücülüğümüzün dedesi olarak görürüm. 50 kuşağı öykücülerimiz de bunu ifade ediyor zaten. Sait Faik’in her şeyden bir hikaye çıkartabilmesi sihir gibi geliyor bana. Cemil Kavukçu, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Ferit Edgü gibi sayabileceğim ilk aklıma gelen yerli yazarlar. Daha çok yabancı yazarları okuyorum. Calvino, Carver, Fante, Gabo, Borges, Baricco, Kazancakis, Modiano, Camus falan gider bu liste.

 

Kısa öykü yazmayı düşünüyor musunuz, kısa öykü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Açıkçası ben anlatmayı seven bir yazarım. Kıyamıyorum kolay kolay yazdıklarıma. Kısa öykü daha farklı bir disiplin ve öykü matematiği gerektiriyor. Kısa öyküye çok da uygun olduğumu düşünmüyorum. Zaten Ferit Edgü usta kadar ya da ona yakın yazamadıktan sonra da gerek yok.

 

Postmodernizm için ne düşünüyorsunuz, sizce gelenek öykücülüğümüzden silindi mi, ne durumda?

Hayat bir oyundur. Postmodernizm de bunun metne taşınmış hali. Okurun gerçeklik algısıyla oynanması bana inanılmaz keyifli geliyor. Bunu yaparken postmodernizmin kullandığı enstrümanları da çok seviyorum ve kullanışlı buluyorum.

İnternetteki yazıların kalıcı olmadığı, sosyal medyanın güvenilir ve güvenlikli olmadığı iddia edilir, okur ve yazar internetten sizce ne şekilde yararlanmalıdır?

Öncelikle metne ulaşım anlamında internetin sağladığı kolaylık hem okur hem de yazar için çok değerli bir durum. Yazar adına daha özgür bir alan. Dileyen blog kurabilir, dileyen kendi sosyal medya hesaplarından metinler üretip paylaşabilir ve okuruna ulaşabilir. Böylelikle üretici hem tanıtımını yapabilir  hem de metninin dönüt almasını sağlayabilir. Yani kitlenizin kalitesine göre devasa bir eleştiri havuzu da oluşturabileceğiniz bir durum bu.  Hatta içinde bulunduğumuz dönemde Mustafa Everdi ve Hasan Boynukara’nın sosyal medya yorumları ile ilerleyen okurun metne yorumcu, yan yazar olarak katıldığı interaktif öykü ekolü oluşturmasına tanık oluyoruz. Yani sosyal medya yeni bir öykü biçimi, geleneği oluşturuyor.Bu gücü böyle kullandığımız zaman oldukça verimli bir ortam oluşuyor. Kendime gelince ben kendi metnine karşı daha korumacı ve muhafazakar biriyim sanırım. Sosyal medyanın kişileri daha ulaşılır kılmasının sonucu oluşan  övgü ve eleştirileri çok nadiren ciddiye alıyorum. Sosyal medyanın metinlerin kolay tüketilmesine de olanak sağladığını düşünüyorum. Bir şey mükemmel ya da ona yakın katkı vermedikçe peşinden gideb biri değilim. Sosyal medyayı da ya öykü ile ilgili ya da Galatasaray ile ilgili kullanıyorum. Ben metin üzerine yapılan uzun konuşmaların, okurken yüzde oluşan gülümsemeni, kızgılığın, üzüntünün peşindeyim sanırım.

 

Şu an neler yapıyorsunuz, tezgahta neler var?

Bilge Kültür Sanat yayınlarında editörlük- yayın yönetmenliği görevini sürdürüyorum. İşin de gerektirdiği gibi bol bol okuma fırsatım oluyor. Ayrıca geçtiğimiz kış aylarında bir novella dosyası hazırladım. Beni çok heyecanlandıran ve yazarken bir an bile metnin dışına çıkamadığım bir dosya oldu. Önümüzdeki sezonda Bilge Kültür Sanat etiketiyle okurun karşısına çıkacak. Heyecanla onun çalışmalarını yürütüyoruz. Umarım novellayla ilgili hayallerimiz gerçeğe dönüşür. Bu dosya özel bir dosya oldu ve cidden okura ulaşma kaygısı güdüyorum.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.