‘HERKES BİRBİRİNE SÜKUT SUİKASTI UYGULUYOR’

‘HERKES BİRBİRİNE SÜKUT SUİKASTI UYGULUYOR’
Şiir, öykü ve eleştirimizin günümüzdeki durumuna dair soruşturmamıza Mehmet Kurtoğlu ile devam ediyoruz

1-Türk edebiyatında hikâye anlatma biçimi son dönemlerde bir hayli değişim/dönüşüm geçirdi. Sizce, bugünün öykücülüğü, mesaisini yeni arayışlarla mı, yoksa kendi klasiklerini oluşturma gayretiyle mi devam ettirecek?

2-Yahya Kemal, “Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadim/Bir meşaledir, devredilir elden ele” demişti. Yirmi birinci yüzyılda meşalenin akıbeti sizce ne haldedir?

3-“Edebiyat Eleştirisi” kavramından ne anlamalıyız? Yokluğundan bunca şikâyet edilen eleştiri, rüştünü nasıl ispat etmeli?

 

1-Yalnızca öyküde değil, tarih boyunca bütün sanat dallarında değişim dönüşüm yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Değişimin olmaması eşyanın tabiatına aykırıdır. Şahsen hikaye ve öykücülüğümüzü yakından takip ettiğimi söyleyemem. Ama son yıllarda gerek dergilerde gerek kitap yayını bağlamında öykücülüğün yükselişe geçtiği görülmektedir. Gördüğüm kadarıyla şiir yayınıyla hikaye yayıncılığı aynı noktadadır neredeyse. Bunun şiirde olduğu gibi hem iyi hem kötü yönü vardır. İyi yönü bu alana yoğunlaşma yeni hikayecilere kapı aralayacaktır, ki biz bunu görüyoruz. Son yıllarda birçok yeni hikayeci ortaya çıkmıştır. Özellikle genç kadın hikayecilerimiz bunun kanıtıdır. Diğer yandan bu yoğunlaşmanın hikayeciliğimizi/öykücülüğümüzü derinleştireceğine inanıyorum. Öykücülerin çoğalmasının kötü yönü ise her yazılanın öykü sanılıp kötü ürünlere kapı aralamasıdır. Nasıl ki kötü şiir iyi şiiri piyasadan kovarsa, kötü öykü de iyi öyküyü piyasadan kovar. Bugün şiirde geldiğimiz noktanın pek iç açıcı olduğunun söyleyemem. Öykücülüğümüzü de aynı kaderin beklediğini söyleyebilirim.

Öykülüğümüz ilk günden beri yeni arayışlara girmiştir. Ömer Seyfettin, Refik Halit hikayeciliğinden Sait Faik hikayeciliğine oradan Sabahattin Ali, Mustafa Kutlu hikayeciliğine gelinmiştir. Öykücü ben klasiğimi oluşturuyorum diyerek öykü yazmaz. Yazdıkları geleceğe kalırsa ancak klasikleşir. Klasikleşebilmesi için de sağlam temelleri ve felsefesi olmalıdır. Bizde ideolojik, milli, dini ve sosyal hikayeler yazılmıştır. Bunların çok güçlü temsilcileri vardır. Çünkü güçlü bir halk hikayeciliği kültürümüz var. Ama Borges gibi imgesel, şiirsel bir hikayemiz olmamıştır. Borges bizim kültürümüzden beslenerek yazdığı öykülerinde yeni şeyler söylemekle kalmıyor, aynı zamanda öykünün de şiir gibi imgesel yönünü ortaya koyuyor. İbni Rüşd'ü anlattığı hikayeyi bizim öykücüler neden yazamıyor, çünkü güçlü bir felsefemiz yok. 80'li yıllardan bu yana takip ettiğim Mustafa Kutlu, Rasim Özdenören, Cihan Aktaş, Halime Toros ve soldan ilk aklıma gelen Adalet Ağaoğlu gerçekten güçlü yazarlar ama kendi dönemlerinin yazarlarıdır. Ayrıca son yıllarda Mustafa Everdi'nin yeni şeyler denediğini söyleyebilirim, zira hem cesur bir kalemi hem de güçlü bir diyalektiği var. Öykücülükte sizin bahsettiğiniz bağlamda bir değişim/dönüşüm yazarların kendisinden değil, zamanın ruhundan doğan değişimlerdir. Büyük şair, büyük öykücü zamanın ruhunun peşinden giden değil, zamanın ruhunu aşan, kendi ruhunu yaratan yazardır.

Hikayecilerimizin yeni arayışlara girebilmesi için yukarıda söylediğim gibi bir defa güçlü bir dayanaklarının olması gerekir. Gördüğüm kadarıyla kendi günübirlik hikayelerini anlatarak yazıyorlar; şairler sancılarını, hikayeciler sıkıntılarını yazıyorlar. Büyük eserler sancı ve sıkıntılardan değil, büyük dertlerden, aşkınlıktan doğar. Örneğin Sartre'ın Bunaltı romanı, yazarını aşmış, artık herkesin yaşadığı bir bunalıma dönüşmüştür. Duvar öyküsü kendi medeniyetinin ruhunda inşa ettiği duygunun eseridir. "Başkası cehennemdir" diyebilmek için ancak Sartre olmak gerekir. Sanatta özgünlük, yenilik işte burada saklıdır. Öykücülerimiz yenilik ve klasikleşme yolunda çaba harcamamalı. Çünkü derinlik ve felsefeleri olduğunda özgünlük, yenilik kendiliğinden gelir. Klasikleşme ise söyledikleri sözün gücüne bağlıdır...

2- Türk edebiyatının köprü şairi Yahya Kemal, şiiri bir meşale olarak görmüş ve elden ele, nesilden nesile devam edeceğini belirtmiştir. Bugün şiir meşalesi birkaç usta şairin elinde devam ediyor. Yüzlerce şiir yazan var ama şair birkaç tane. Şahsen çığır açmış, peşinden genç şairleri sürüklemiş şairleri önemsiyorum. Bunlar da Yahya Kemal gibi bir kaç kişiden ibaret. Zaten önemli olan da her devirde böyle birkaç şairin çıkmasıdır. Şiir de bir ülke gibidir, bir tane lideri olur. Bizim edebiyat ve medeniyetimiz şiirdir. Bu yüzden şairimiz çok olur ama büyük şairimiz azdır. Dün olduğu gibi bugün de böyledir. Osmanlı’nın son döneminde bir Namık Kemal çıkmış, Milli Mücadele döneminde Mehmet Akif ve Yahya Kemal çıkmış meseleyi hal etmiş. Keza Cumhuriyet döneminde Necip Fazıl, Nazım çıkmış. Günümüzde Sezai Karakoç ve İsmet Özel... Meşalenin taşınmasına yetmez mi bu? Cemil Meriç, şairi çok olan ülkelerin düşünce dünyası dumura uğramıştır diyor. İyi ve büyük bir kaç şair meşaleyi rahatlıkla götürebiliyor... 21. Yüzyılda meşale emin ellerde. Öyle inanıyorum ki onlar da daha güçlü ellere teslim edeceklerdir.

3- Günümüzde edebiyat eleştirisi oldukça zayıflamıştır, yok diyemiyorum zira sol bu işi iyi yürütüyor ama kendi içinde, kapalı devre çalışıyor. Sağ kesimde edebiyat eleştirisi tıpkı tarikat- cemaat ilişkisine dönmüş. Edebiyat dergilerine baktığınızda bunu net görüyorsunuz. Kendilerini ağabey gören ama gerçekte İsa olmaya özenen şizofren bazı şairler, çevresine on bir, on iki genç şair, pardon havari toplayıp dergi çıkarıyor. Kendi çalıp kendileri söylüyor. Bugün dişe dokunur tek bir şiir edebiyat eleştiri yapan dergi olmadığı gibi olmaya heves edenleri de boğmaya çalışıyorlar. Aslında temel mesele ciddi ve çapraz okumalar yapılmıyor. Sahada neler yazılıp çizildiğini bilmeyen, okumayan adamlar dergi editörlüğü yapıyorlar. Esinti ve intihal şiirler yayınlıyorlar. Adam İsmet Özel'in imgelerini ç/alıp değiştirerek şiir yazıp dergilere gönderiyor, dergiler bunu utanmadan yayınlıyor. Demiyorlar ki be adam bu şiir her mısraı ile İsmet Özel'den aşırılmış, esinlenmiş. Çünkü editörlük yapanların şiirden haberi yok! Bugün binlerce kitap yayınlanıyor ama bunlar için eleştirel bir yazı yazılmıyor. Herkesin arkadaş çevresini yazdığı bir yerde eleştiri de olmaz edebiyat da... Yenilik hiç mi hiç olmaz!

Edebiyat eleştirisi edebiyatın turnusol kağıdıdır. İyi olan ile olmayan belli olur. Kıymetli eserlere dikkat çekilir. Yeni genç edebiyatçıların önü açılır. Solun sağı, sağdan daha iyi takip ettiğine inanıyorum. Sağ ne okuyor, ne eleştiriyor. Çünkü sağda gettolaşma var, kast grubu oluşmuş. Sonra ayıp, günah ve kutsal sarmalı içinde. Kısır bir döngü yaşıyor edebiyatımız, henüz bunu aşamadı. Eleştiri olsa edebiyat ve düşünce de sıçrama yapacak ama yapamıyor. Şimdi bana bir kaç edebiyat eleştirmeni ismi verebilirsiniz, ama bunlar da kısır döngü içinde. Kendi camialarının eleştirisini değil, övgüsünü yapıyorlar. Tanpınar'ın deyişiyle herkes birbirine "sukut suikastı" uyguluyor. Son yirmi yılda kaç ciddi roman yazıldı, günümüz Türk edebiyatına damga vuran bir roman var mı? Ben göremiyorum, bu yüzden dönüp dönüp klasik okuyorum.

Edebiyat eleştirisi rüştünü nasıl ispat eder sorusunun cevabı yine kendi içinde saklıdır. Ne zaman eleştiri bir büyük eseri, bir genç edebiyatçıyı işaret eder veya milletin gözünün içine büyük bir sanatçı diye soktukları adamların aslında hiç de büyük olmadığını gösterebilir ve acımasızca eleştirebilirse işte o zaman rüştünü ispat etmiş olur. Ve insanlar eleştirinin varlığını doyasıya yaşarlar…

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.