‘KIŞ’A DAİR

‘KIŞ’A DAİR
Kışın yüzünü göstermeye başladığı bugünlerde Mahmut Kara, bu güzel mevsimin üzerimizde bıraktığı hisleri yazdı

Yaprak döker bir yanımız

Bir yanımız bahar bahçe

(H. Hüseyin KORKMAZGİL)

 

 

Mevsim kış…Havalar iyiden iyiye soğudu artık.. İliklerimize işleyen bir soğuk, rüzgâr, yağmur ve karla imtihanımız başlıyor. Kat kat giyinmeler, atkılar, bereler olmadan dışarıya çıkmak imkânsız hale geliyor. Önce dağlara yağan kar yavaş yavaş evlerimizin duvarlarına, pencerelerine kadar inecek. Camdan seyrettiğimiz dünya yavaş yavaş değişecek. Bir sabah bembeyaz örtü karşılayacak bizi sabahleyin uyandığımızda. Kim bilir nerde kimler hangi duygularla yaşayacak kışı.

Çocukluğumun kışlarını düşünürüm çoğu zaman. Evimiz çok da dik olmayan bir yokuştaydı. Yokuşun tam da ortasına denk gelen bir nokta. Yokuşu çıktıktan sonra yürüyen insanları görür, onların daha nerelere kadar bu zorluğu çekeceklerini düşünürdüm. Evimizin bahçesinde bir dut ağacı vardı. O ağaçta bütün mevsimleri görürdüm. Yaprakların çıkmaya başlaması, sararması, dutların olgunlaşması ve nihayetinde üzerinde bir gelinlik gibi duran kar. Sobalıydı evimiz. Kış geldiğinde dünyamız küçülür bir oda kadar olurdu. Bir oda, dünyamız olurdu. Dışardan üşümüş, ıslak ve yorgun bir şekilde geldiğimizde sobanın yanı dünyanın en muhteşem, en paha biçilmez alanı oluverirdi. O sobanın yanında daldığım uyku kadar huzurlu bir uyku yaşamadım desem yalan olmaz. Gece battaniyeyi iki kat yapıp üzerine yorganı örtmeden uyumak pek mümkün değildi. Çünkü gece soba söner, sabah annem sobayı yakmadan o sıcak ortamdan çıkmaya cesaret edemezdik.

Penceremiz evin bahçesine bakar, hem bahçeyi hem de sokağı görebilirdiniz. Bahçe dediğim alanın sokakla arasında bir duvar yoktu. Sonraları mecburen bir duvar yapıldı ve dünyamız biraz daha daraldı. Uyanınca gecenin sessiz vakitlerinde, gece kadar sessiz yağan kar karşılardı beni. Gece siyah bir örtü ise kar da bu siyah geceye bembeyaz bir örtü olarak karşı çıkardı sanki. Siyah ve beyazın ahenkle dans edişini izlerdiniz. Hoş bir alacakaranlık yaşanırdı. Şimdi sanki her yanı ışık sardı. Geceyi göremez olduk. Bu kadar ışığa, lambaya rağmen yine de karanlıklar içindeyiz sanki.

Çocuklar çıkardı kar yağdıktan sonra sokağa. Sokağın en tepesinden, kah leğenle, kah alelade bir naylon parçasıyla yokuşun başladığı noktaya kadar kayardık. Sonra büyükler de dayanamaz onlar da bu neşeye ortak olurdu. Bu özgürlük, yorulana kadar sürerdi. En sonunda soğuktan ellerimizi ve ayaklarımızı hissedemez olunca mecburen sobanın başına dönerdik. Eldivenler, ayakkabılar, montlar – biz o zaman gocuk derdik- kuruyuncaya kadar sabredemeden yarı nemli, yarı kuru bir daha koşardık karın bağrına.

Karın yağması bitip de hava açıldı mı başlardı kâbus. Dondurucu bir soğuk ve o yokuşun cam gibi buzla kaplanması tam bir felaketti. Düz yolda buz üzerinde yürümenin güçlüğü düşünülürse dediğim daha iyi anlaşılır sanırım. El ele verip sokağın bir tarafından yol açardık. Bir gece sonra orası da buz tutardı. Bu amansız mücadele buzlar eriyene kadar devam ederdi.

Bu anlattıklarım bizim için nostaljik bir hikayeye dönüştü belki. Birçoğumuzun evi sımsıcacık, işlerimize arabalarla gidiyoruz. Gittiğimiz mekânlar da bir o kadar sıcak ve korunaklı. Şu anda anlattığım bu hikâyeyi yaşayan milyonların varlığı beni üzüyor. Neden mi? Çünkü biliyorum ki yanmayan sobalar var, akan damlar var, soğuktan titreyen çocuklar var. Evladına bunları yaşattığı için kahrolan anne ve babalar var. Tek dünyada farklı farklı dünyaları yaşıyoruz. Herkes penceresinden görebildiği dünyayı tek dünya zannediyor. Kış bitse de kışı yaşamaya devam eden çok insan var. Görebilmek gerek bu dünyaları. Kışları yaza çevirmek bazen bizim elimizde. Bahçelerimizdeki duvarları kaldırırsak dünyamız genişler. Penceremizden nice âlemler seyrederiz.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.