KÜLTÜR MESELEMİZ YAHUT “TÜRKİYE’NİN YENİ KÜLTÜRÜ”

KÜLTÜR MESELEMİZ YAHUT “TÜRKİYE’NİN YENİ KÜLTÜRÜ”
Mustafa Atikebaş'tan Ercan Yıldırım'ın ' Türkiye'nin Yeni Kültürü' kitabı üzerine bir değerlendirme yazısı

İhtiyar dünyamız, iki büyük savaşın ardından geri döndürülemez biçimde yeniden yapılandı. Hiçbir şeyin eskisi gibi ol-a-mayacağı bir dönemin başlangıcıydı bu. İmparatorluklar çağı sona ermiş ve dünya iki kutuplu bir siyasi hüviyete bürünmüştü. Bu durum beraberinde ‘soğuk savaş’ kavramını getirdi. Bir filmde duymuş ve çok beğenmiştim; şöyle diyordu: “asker olmanın iyi tarafı düşmanı karşınızda görüyor olmanızdır.” Soğuk savaş, görünmeyen düşmanla mücadele anlamına geliyordu. Soğuk savaş sonrasında ise savaşın gelip dayandığı yer kültür sahası oldu. İşte kültürü bir mesele olarak ele alışımız buradan kaynaklanır.

Dilimizde “mesele”, “sorun” ve “problem” ile müteradif (eş anlamlı) olarak kullanılır. Doğal olarak –bir tarafıyla- olumsuz bir anlam yüklüyoruz konuya. Çözüme kavuşturamadığımız, halledemediğimiz konuların başında gelir kültür. Cemil Meriç, “kültürden daha kaypak bir mefhum tanımıyorum” der. Gerçekten de tahlil ve tasviri zordur kültürün. Edebiyat için başka, Antropoloji, Sosyoloji için başka manalar ifade eder. Kültürün bir de gündelik hayata yansıyan yönü var ki bu yazı daha çok buna değinecek.

Kelimelerle düşünürüz. Bazı kelimeler içinde barındırdığı anlam bolluğu ile bizi şaşırtır. Yüzlerce tanımı olan bir kelime, Kültür. Kelime bilgisi, üzerinde konuştuğumuz “şey”in felsefesini yapmak için yeterli olmaz. Kavram düzeyine sıçramak gerekir. Böyle bakınca kültürü; irfan, umran, medeniyet, asabiyet gibi mefhumlarla birlikte ele almak gerekir, ancak bunların sığ ve bayağı; kerametikendindenmenkul, tek-tipçi küresel kültür atmosferinde alıcısı azdır. Yine,  kavram olarak kültüre yaklaştığımızda, onun yapıcı kuvvetleri kadar yıkıcı kuvvetleriyle de karşı karşıya gelmek kaçınılmazdır. Yıllar evvel, kültürü sosyal psikoloji bağlamında ele aldığı çalışmasında (Kültür Değişmeleri) Mümtaz Turhan bu hususu şöyle dile getirmişti: “… ‘yenilik’ terakkiyi seven, değişmeye ve bu hususta cezriliğe mütemayil bir cemiyette gayet kuvvetli bir ‘müspet faktör’ olduğu halde muhafazakâr bir cemaat içinde aynı derecede kuvvetli bir ‘menfi faktör’ olmaktadır.” Türkiye, “batılılaşma” adı altında yaklaşık iki asırdır süren bir kültür değişmesini oldukça sancılı bir biçimde yaşadı, yaşıyor. Yukarıda isimlerini zikrettiğim Cemil Meriç ve Mümtaz Turhan’ın yanı sıra Nurettin Topçu, Şerif Mardin gibi pek çok ilim adamımız kültürel değişimi türlü yönlerden incelediler. Günümüzde ise kültürel değişim, bir önceki yüzyıla nispetle oldukça hızlı gerçekleşmektedir. Kültüre daha yakın bir zamandan, 2018 yılından bakan bir kitaptan bahsedeceğim: Türkiye’nin Yeni Kültürü.

Kitap, Ercan Yıldırım imzasını taşıyor. Yazar, şimdiye kadar Türk ve İslam düşüncesi ile ilgili hacimli çalışmalar yapmış. Ayrıca pek çok dergi ve gazetede yazıları yayımlanmış. Halen Star Açık Görüş’te fikirlerini paylaşıyor. Kitap, bir tanesi hariç (2013 yılında Hece Dergisi’nde yayımlanan Dindar Orta Sınıf ve Kültür isimli yazı) son üç yılda, çoğunluğu İtibar Dergisi’nde olmak üzere farklı dergilerde yayımlanmış yazılardan oluşuyor. Şu cümle kitabın hem yazılış gerekçesini hem de ana omurgasını yansıtması açısından mühim: “…kültür iktisadın, siyasetin, dünya sisteminin uç beyi olarak toplumları hegemonyasına alır, en üst sınıfından en alt gelir grubuna kadar herkesi küresel kültürün belirlediği gibi yaşamaya, yeme-içmeye, konuşmaya, düşünmeye icbar eder.”

Yazar, kültürün entelektüel faaliyet ve gündelik yaşama dönük yönünü birbirinden ayırmış ve her bir yazıda somut örneklerle her iki alanda yaşanan ‘kültür erozyonu’na dair tespitlerde bulunmuş. “Kültür endüstrisi sadece kâr değil “hegemonya” da kurmak ister.” fikrinden yola çıkarak Türkiye’ de sanat eserlerinin reklam-dağıtım-sergileme üçgeninde sosyalist-seküler kesim tarafından tekelleştirildiğini belirtiyor. Peki, sistem nasıl çalışıyor, dinleyelim: “…kitapçılarında okurun satın alacağı kitapları belirlerler, vitrine koyarlar, trend topic yaparlar, en sıradan seküler orta sınıf, yeni yetme burjuvaya tarz, stil, roman, kurgu, hayat alternatifleri sunup, ‘başkaları bunu okuyor’ modasını geliştirirler.” Bu kesimin karşısında konumlanmış ve kendi kültürel iktidarını kurmaya çalışan İslamcı-muhafazakar kesimin ise kağıda dayalı kültür dışında sanattan uzak kaldığı, heykel ve plastik sanatlarla hiç ilgilenmediği, resim konusunda ise tabiatla sınırlı bir anlayışa saplandığı, bunların sonucu olarak da felsefe geliştiremediği tespitinde bulunuyor.

Kitabın anahtar kavramı: Neoliberal kültür. Türkiye’ye 80’li yıllarda iletişim ve ulaşımdaki imkanların artışı ile birlikte gelen bu ucube, 90’lı yıllarda etkisini iyiden iyiye hissettirmeye başlar ve nihayet 2000’li yıllarda zaferini ilan eder. Öyle ki, ilk zamanlar televizyon, sonradan internet ve sosyal medya marifetiyle Türkiye’deki yüksek kültür ile alt kültürü birbirine yaklaştırır. Neoliberal kültür bununla da yetinmez; basitlik, düzeysizlik, tekdüzelik ve lümpenlik yaygınlaşırken, kültürlü insanın temel hasletleri olan zor beğenme ve titizlik giderek sahneden çekilir. Sonuçta ‘kendilik’ vasfını kaybetmiş bir toplum olarak kalakalırız. Çünkü “asalet tükendikçe ayartma artar.”

Türkiye’de kendi aralarında kültürel iktidar mücadelesi yapan gruplar –ki aslında yaptıkları, küresel kültür unsurlarını yumuşatıp, gelenek/modern şurubu eşliğinde sunmaktır- esas mücadelenin neoliberal kültürle yapılması gerektiğini kavrayamadılar. En hassas noktalarda (dil, din) dahi ortak bir duruş sergileyemediler. Bizi başkasından ayrıcalıklı kılan taraflarımız giderek törpülendi. Belki de en çok Türklük bilinci yara aldı. “Ne mutlu Müslümanım diyene” ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” retorikleri arasında sıkışıp kalan Türk irfanının sesi kısıldı. O irfan ki, Allah’ın adını yüceltmek için kıtaları kumaş gibi kesip biçerken, diğer yandan gönül fetihleriyle âleme “kültür” ihraç ediyordu. Yazara göre, neoliberal kültüre en çok Müslümanların ayak diremesi gerekiyordu, fakat bu kültür herkes gibi bizi de yola getirmeyi başardı.

“Tarih, Anadolu topraklarında yaşamakla bizlerin belirgin bir ontoloji kurduğumuzu gösterir” diyor Yıldırım. “Kendilik” bilincimizi oluşturan bu ontolojiyi modern dünyada yeniden kurgulayamadığımız çok açık. Tam burada İsmet Özel’in çok sevdiğim şu sözünü hatırlıyorum: “Size huzur verdim diyenler bizden ne aldıklarını da söylesinler.” Küresel kültür unsurları, özellikle sosyal medya, hiç kuşkusuz pek çok şey verdi bize, lakin bizi aynılaştırdı, birörnek yaptı, herkesleştirdi. Sonuçta, varlık bilgimizden geriye ne kaldığını yine yazardan dinleyelim:

“ Hayatı yeniden organize edecek bir sistem, ekonomik nizam, felsefi anlayış Türkiye’de yer bulmadığı için gelenekçilik sadece folklorik, nostaljik hobi boyutunda kalıyor. Örnek mi; ok atma, at binme, ney çalma, geleneksel sanatları icra etme, tespih toplama, tuğralı yüzük, bayrak taşıma… Bu hobiler ‘hafta sonu’ etkinliğinin ötesine geçecek gibi görünmüyor.”

Türkiye’nin yeni kültürünü oluşturan ögeler artık milli, dini ve örfi olandan değil, modern ve kapitalist kaynaklardan besleniyor. Mehmet Akif’in fotoğrafının milli piyango biletinin üzerine yerleştirilmesi, at yarışlarından birine ‘Necip Fazıl Koşusu’ adının verilmesi, hafızlık partileri, Kâbe’nin önünde diz çökerek yapılan evlenme teklifi, kutlu doğum yazısı önünde Kur’an-ı Kerim şeklinde tasarlanmış pasta kesme gibi davranışlar neoliberal dindarlığın ritüelleridir. Yazara göre bu tarz bir muhafazakarlık ve dindarlık Türkiye’deki din gerçeğini, geleneksel İslam’ı, millet yaşantısını yansıtmaz. “Biz Türkler biricikliğimizi, Müslüman asaletimizi, batı küfür dışı nizamı kurabilme irademizi, ruhumuzu, kapasitemizi, ‘tarih bilinci’ni yeniden uyandıran neoliberal dindarlık vasıtasıyla heba ediyoruz.” Bunların yanında ‘zorunlu muhaliflerin’, cenazede saz çalma, mezarın üzerine rakı dökme, dua yerine alkışlama, “nur içinde yatsın” yerine “ışıklar içinde uyusun” demek gibi tuhaf uygulamalarını da eklemek gerekir.

Kültür meselemizin çözümü, sahih İslam düşüncesiyle yoğrulmuş Türk irfanının kurulmasıyla gerçekleşebilir ancak. Bunun için, küresel kültürün iğvalarına kapılmayacak entelektüellere ihtiyacımız var. “Türkiye’nin Yeni Kültürü”nü yenileyecek güzidelere…

Mustafa ATİKEBAŞ

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.