Maarif Politikamızı Gözden Geçirmeliyiz
Bizim eğitim ve öğretim işlerimiz deneme-yanılma yoluyla, sürekli değişime gebe yeni sistem uygulamalarıyla sonu ne olacak diye düşünülmeden, iyi bir planlama yapılmadan takır tukur devam ediyor, eğer buna eğitim ve öğretim denirse. Tamamen bir iyi niyet kurbanı olan maarif politikamız, duvara toslaması ve ölü doğacağı bilinmesine rağmen bir neşter vurulmadan pansuman tedbirlerle yol almaya devam ediyor.
Eğitimden beklenen istendik davranışlarda istediğimiz sonuç ve verimi alamadık. Eğitimin her kademesinde öğretim yapıyoruz. Maalesef onu da becerdiğimiz söylenemez.
Sekiz yıllık kesintisiz eğitim ve öğretimle birlikte rotası değiştirilen maarifimiz, tedavüle sürülen on iki yıllık zorunlu eğitimle birlikte pusulasını kaybetmiş görünüyor.
Liselerin zorunlu olmasına paralel olarak her ile açılan üniversiteler, yanlış maarif politikamızı devam ettirmekten, problemleri halı altına süpürmekten öte bir amaca hizmet etmemektedir.
Herkesi üniversitede okutma ve mezun etme serüvenimizin belki de tek faydası, on sekiz yaşından itibaren işsizler ordusuna dahil olacak gençlerimizin işsizlik yüzdesini 24-25 yaşa yükseltmektir. Başka da bir fayda mülahaza etmiyorum, eğer bir faydaysa bu. Bir diğer faydası ise üniversite mezunu oranımız, istatistiki bilgilerde artmış olmaktadır.
Kim ne derse desin, bizim ülkemizde lise ve üniversite, iyi bir iş sahibi olmak ve bir istihdam kapısı diye okunur. Bunun için gençlerimiz, var gücüyle sonu olan ve mezun olunca kolayca iş bulabileceği bölümlere girmek için yarışmaktadırlar. Az sayıda yarışı önde tamamlayan şanslı gençlerimizin dışında kalan çoğunluk ise umutsuz vaka gibi sonu olmayan bölümlerde, hedefi olmadan okul bitirmeye çalışmaktadırlar. Çoğu "ya çıkarsa" umuduyla zengin olmayı Milli Piyango biletine bağladığı gibi iş imkanı bulunmayan bölümlerde okuyanlar da "ha belki bir kapı açılır" umuduyla gönülsüz okumaktadırlar.
Ülke olarak önümüzdeki yirmi yıl, birkaç bölüm dışında hiç öğrenci almaz ve mezun vermezsek bile mevcut mezunları eritmemiz mümkün değil. Yeni mezunlarla birlikte her yıl işsizler ordusuna yeni mezunlar ve diplomalı işsizler katmaktayız. Sanki ihtiyaç varmış gibi birçok bölüme ikinci öğretim adı altında öğrenci almaya devam ediyoruz. Her yıl devlette bir işe girmek umuduyla milyonlar, defalarca KPSS sınavlarına girmektedir. Çoğu, mezun olduktan kaç yıl sonra KPSS puanı ile bir yere ancak atanabilmektedir.
Sonu çıkmaz sokak ve duvara toslamak olan ve yeni mezun ettiği öğrencilerle birlikte ölü doğurmaya devam eden bu maarif sistemimizin sonu ne olur, niçin düşünülmez, niçin iyi bir planlama yapılmaz, niçin radikal tedbirler alınıp çözümler üretilmez? İnanın, çok anlamış değilim.
Yol yakınken, iş işten geçmeden, sosyal bir patlama olmadan uygulamakta olduğumuz maarif sistemimizi gözden geçirmeliyiz. Her şeyden önce herkesi okutup üniversite mezunu yapacağız sevdasından vazgeçmeliyiz. Bugün Suriyeliler ve Afganlılarla giderdiğimiz ara eleman ihtiyacını karşılamak için birçok öğrencimizi, ilköğretim ikinci kademesinden sonra kısa yoldan bir meslek sahibi olmaları için sanayiye yönlendirmeliyiz. Yani herkes lise ve üniversite okumamalıdır. Yoksa bu gittiğimiz yolun reçetesi acı olacaktır, telafisi mümkün olmayacaktır. Gelin hep birlikte bu durumu masaya yatıralım. Geleceğimiz olan gençlerimizin umutlarını tüketmeyelim. Gençlik mutlu olmazsa biz hiç mutlu olmayız. Çocuklarımız okuyarak pişmanlık duyacağına, okumayarak pişmanlık duysunlar daha iyi.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Sn. Ulu üstadım;
Yanıtla (1) (0)Yıllar önce Konya Sanat Enstitüsü mezunları alanlarında gerçekten sanatkâr idiler. Belki sanayimizin çoğu patronunun geçmişi orasıdır. Günümüzde Meslek Lisesi mezunları, çıraklık-kalfalık mezunları maalesef saha çalışmasından çok uzaklar. Üniversite eğitimi de maalesef öyle. Yabancı dilsiz Turizm eğitiminden mezun olunan eğitim sistemi olur mu? Ne kaliteli ara eleman yetişiyor ne kalifiye ve sahaya hakim üniversite mezunu. Bir şeylere yeniden başlamak gerek de nasıl bilemem. Bir şeyler yapmaya çalışan Eğitim Bakanımız var, dersler okulda öğrenilsin uğraşında, sadece bizim apartmanda haftada ders verecek hoca ilanı en az dört beş kez asılı.İşe ebeveynlerden başlamak gerek ama nasıl bilmiyorum. Teşekkür ve saygıyla
Ben teşekkür ediyorum Ahmet Bey. Saygılar bizden. Tespitlerinize aynen katılıyorum. Bakanımız arkasına aldığı kamuoyu desteğiyle bir şeyler yapmak istemenin çabası içerisinde. Fakat Bakan eğitimin iç ve dış paydaşlarına hiç dokunmadan, herkesi memnun ederek yapayım istiyor. Bakanın bilgi, birikim, ufuk ve tecrübesine güveniyorum. Belki de son çıkışımız ve umudumuz. Fakat herkesi memnun edeyim, fincancı katırlarını ürkütmeyeyim politikası yürütürse bu umut maalesef ölü doğar.
Yanıtla (0) (0)Ara eleman ihtiyacını gidermek için mevcut meslek liselerinin uygulamada çırak ve kalfa yetiştirmekten uzak kalması kanayan bir yaramız. Ne kadar teşvik yapılırsa yapılsın, öğrenciler yönlendirilsin eski verimli yıllarını yakalaması mümkün görünmemektedir. Kaçan treni yakalamak ne kadar zorsa bu okulların eski günlerini yakalaması da zor. Çünkü bu okullara 28 Şubat sürecinde İHL'lerin önünü kesmek amacıyla yapılan katsayı adaletsizliği bu okulların da içini ve işlevini boşalttı. Esas kötülük bu okullara yapıldı.
Okul dışında özel ders alma ve verme konusunda maalesef ayrı bir sektör oluştu. Bugünün öğretmenlerinin çoğu "Tam Gün Yasası" çıkmadan önceki doktorların durumunu göstermektedir. Öğretmenlerinki tamamen kayıt dışı ve etik değil.
Çocukların ihtiyaçlara uygun yetişmesinde veliler önemli. Öğrenciden önce velileri bilgilendirmek gerekiyor. Maalesef beklentileri çok yüksek. Bu beklentiler aşağıya çekilmeli. Özel ders, kurs, etüt ile çocuklarına normalinden/kapasitelerinden fazla yük yüklemek ayrı bir garabet.
Uzattım biliyorum. Zira bu alanda derdimiz çoktur. Eğitim ve öğretim bizim milli meselemizdir. Hasılı aileler, devlet, okullar, toplum olarak çocuklarımız üzerinde uyguladığımız aşırı korumacılığı bırakmalıyız. Saçımızı süpürge ederek onları el bebek, gül bebek yetiştirmekten vazgeçmeli. Onlara yaşlarına uygun sorumluluk vermeliyiz. Çocukluklarını en güzel şekilde yaşamalarının önünü açmalıyız. Masabaşı iş beklentisini yeniden gözden geçirmeliyiz. Çocukların yetenek, kabiliyet, ilgi ve istidatlarını gözetmeliyiz. Bunun için yapılmakta olan her işi kutsal görerek işe başlamalıyız. Baki selam.
Hocam bir beşere ulu demek olmaz hocam Barbaros bey de kendisine ulu denmesini sevmiş ki bir şey demiyor
Yanıtla (0) (0)Yerli kardeşim! Hassasiyetini anlıyorum. Bunu birkaç defadır dile getiriyorsunuz. Ben de bu konuda yazarak durumu izah etmeye çalıştım. Ama görüyorum ki sizi ikna edebilmiş değilim. Bunu bir kez daha izah etmeye çalışacağım.
Yanıtla (0) (0)Burada yazılıp çizilen, yoruma yazılan Ulu, Allah için söylenen Ulu değildir. Kastedilen tamamen benim soyadım Ulu’dur: Yüce, büyük anlamlarına gelir. Bu ulu’dan başka bir anlam çıkarmamak lazımdır. Ulu, Allah’ı tazim etmek için kullanılan bir sıfat iken benimki bir soyadı. Allah için söylenen Ulu’nun tırnağı bile olamam. Sizin bu hassasiyetinizle aynı manaya gelen büyük soyadını ve yüce soyadını da kullanmamak lazım. Ulu kelimesini başka yerlerde de isim olarak kullanmaktayız: Ulu Cami, ulu çınar gibi. Büyük cami, büyük ağaç demektir. Şunu da unutmamak lazımdır ki Allah’ın hem zati, hem de subuti sıfatları vardır. Zati sıfatları dediğimiz; vücud, kıdem, beka, vahdaniyet ve muhalefetün lilhavadis sıfatları sadece Allah’a has sıfatlar iken; hayat, ilim, semi, basar, irade, kudret, kelam ve tekvin dediğimiz subuti sıfatları ise Allah için külli iken insanoğlunda cüzi seviyede vardır.
Günümüzde Yüce Allah’ın isim ve sıfatı iken Rahman, Rahim, Samed, Kadir…vb isimleri alanlar vardır. Bazıları hassasiyet gösterip bu isimlerin önüne “kulu” anlamında “abdu” eklemektedir. Ama şundan emin ol ki internetten kısa bir inceleme yaparsan bu isimleri yalın halde kullanmada da dinen bir sakınca yoktur. Yani cevazı vardır. Konya’mızda metfun Celalettin Rumi için isminin başına “Mevlana” getirilmektedir. Adıyla kullanılan “Mevlana Türbesi” var. Mevlana adıyla semt ve mahallelere ismi verilmektedir. Mevlana derken kastedilen Allah’ın bir diğer isim ve sıfatı olan Mevla kastedilmiyor. İsimler birden fazla manaya geldiği gibi aynı zamanda hakiki ve mecaz anlamları da vardır.
Sanırım verdiğim bu bilgiler yeterli olmuştur. Şayet ikna olmadı iseniz bu durumda yapabileceğim bir şey yok. Baki selam.
Hocam soyadınızın ulu olduğunu bilmiyordum ama o yazarımız da şöyle diyebilirdi.Sayın ulu (soyadına matuftur) şeklinde.
Yanıtla (1) (0)Hocam oğlanı pleysiteyşıncının yanına esnaflık öğrensin diye vereyim dedim başım derde girer alamam abi dedi bu Avrupa yasaları canımıza okuyacak kadın sorgusuz sualsiz adamı evden uzaklaştırıyor adam 6 ay nerede kalacak telefon bile açsa bir ay hapis hocam devlet boşanmayı körüklüyor
Yanıtla (3) (0)AB yasaları ile birlikte toplum olarak çoğumuzun çocuğumuz bir zanaat, bir meslek öğrensin diye bir meselesi kalmadı. Hepimiz masa başı iş arıyoruz. Kadının beyanı konusu ayrı bir dert. Şiddet ve boşanmayı teşvik ediyor. Hasılı giderekten ne aile kalacak ne de çocuklarımızın öğrendiği bir meslek. Sonumuzu hazırlıyoruz.
Yanıtla (0) (0)