ÖYKÜNÜN HAFIZASI

ÖYKÜNÜN HAFIZASI
Günümüz usta öykücülerinden Recep Kayalı'nın bir başka usta isim Cemil Kavukçu üzerine yazısı sadece KÜLTÜR ATLASI'nda

Sıradan Olmanın Büyüsü Nerede Başlar?

Cemil Kavukçu, edebiyatımızın son dönemlerdeki en büyük öykücülerinden birisi olmasının yanında genç öykü yazarları için büyük bir ışık.  Günümüz edebiyatını, öyküsünü bu denli etkileyen kaç büyük yazar var diye sorarsanız cevap bir elin parmaklarını geçmez. Böylesi bir öykücüyü anlatırken metnin hızı, akışı, geçişi, diyalog kurulumu gibi teknik detayların üzerinde durmak da yersiz olur. Onu özel yapanın –en azından benim için- sadece metnini büyük bir taş ustası titizliğiyle kurması olduğunu düşünmüyorum. Cemil Kavukçu’yu özel yapan noktaların en önemlisi, bu büyük anlatıcının hikâyelerinde oluşturduğu o kendine has bunaltı. Bunaltı için bir şey yapmanıza gerek yoktur. O bir eylem olmadığında ortaya çıkan durumdur. Bu noktada tek bir soru geliyor aklıma. Sıradan olanın büyüsünün nerede başlayacağı sorusu geliyor. Sizlerden lunaparkları hayal etmenizi istiyorum. Dönme dolaplar, gondol, balerin, atlıkarıncalar… Tüm renkli, göz alan oyuncakların yanında bunların hiçbiri kadar adrenalin yaşatmayan, yarısı kadar bile albenisi olmayan çarpışan otoları düşünün bir de. Ne sizi ters döndürür ne de dizlerinizin bağını çözer. Karmaşık bir mekanizması da yoktur üstelik. Normal hayatta yapabildiğiniz basit bir eylemin protipidir. Çoğu insanın günlük rutinin bir kopyasıdır çarpışan otolar. Buna rağmen en çok ilgi gösterilen oyuncaktır. İşte sıradan olanın büyüsünün tam da bu noktada başladığını düşünüyorum. Sıradan olan her şey bizi kendimizle karşılaştırır. Sıradanlık toplumların kabul ettiği sıfır noktasından öte bir şey değildir. Kabul edilen bu sıfır noktası da bizi gerçeğe yaklaştırıp hayatla olan ilişkimizi olabildiğince doğru kurmamıza olanak sağlar. Ancak tüm bunlar insanın mikrokozmoz olduğu gerçeğini değiştirmez. İnsan kendi başına bir evrendir. Bu yaratılışa sahip olan bir varlığın üzerinde kendini tekrarın, kabul edilmiş düzenin huzurunu beklemek çok da doğru olmasa gerek. Bu yüzden insan düzeni bozacaktır. Sıradanlığı esneterek, yapılar kurarak ya da bozarak gerçeğin formuyla oynayacaktır. Üstelik çoğu zaman bunları neden yaptığını bilmeden yapacaktır. Sırf yapabildiği için. Olaylar olguya dönüştüğünde, düzen kendi hızında devam ettiğinde yeni bir olay yaşanacak bu yeni olay daha önceden kabul edilmiş gerçeği esnetecek ortaya nur topu gibi bir olgu çıkacaktır. Sonrası yeni bir sıradanlık.

 Bir şeylerin tam ortasında olmak başında ya da sonunda olmaktan daha ilgi çekicidir. Bu noktada çoğumuzun gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan 0 değerinde olduğunu düşünürüm. 0 ne kadar tatsız, tuzsuz ve değersiz görünse de çıkabileceği 1 ya da inebileceğimiz -1 değerlerinin olması yönüyle kendi içinde büyük bir hareket taşır. Sıradan insanın durumunu en iyi özetleyen sayıdır bu noktada. Hem koruması gerekenler, kaybedecekleri, kendisinden aşağıda bulunana karşı içinde oluşan rahatlama hem de çıkmak istediği nokta, o noktaya ulaşmadaki motivasyonu, hırsı ve arzularıyla sıfır günümüz insanını, sıradanlığı ne güzel anlatır. Cemil Kavukçu’yu farklı kılan ise yukarıda bahsettiğim bu sıradanlığın bunaltı derecesinde bir gerçeklikle aktarabilmesi. Kavukçu öykülerinde bu bunaltıya karşı olumlu ya da olumsuz bir tavır takınmıyor. Bu da sizi okur olarak sıfırın hareketi içinde tutuyor.

Anlatıcılarını ve kahramanlarını toplumun dışında kalmış ya da kalmayı tercih etmiş silik, yalnız, başarısız kişilerden seçen Kavukçu, kasabalarını bu kişilerin mekânsal bir yansıması olarak kuruyor. Kavukçu’nun insanları, hayatın oldukça yavaş aktığı bu kasaba düzeni içerisinde, eskiden beri alıştıkları, o kemikleşmiş sıkılganlıklarını koruyarak yaşama devam etmeye çalışıyorlar. Evet yaşama devam etmek. Çünkü yaşam Kavukçu öykülerinde her şeyiyle kabullenilmiş, gücü kabul edilmiş ve kendisiyle dövüşmekten vazgeçilmiş bir deve benziyor. Tam bir bezmişlik durumu. Doğumlarından beri sıkışıp kaldıkları kasabadan bunalan, kurdukları yaşamdan bıkmalarına rağmen yeni bir yaşantı kurma düşüncesinin bile yorduğu insanların hikâyelerini anlatıyor Kavukçu.  İşsizler, oto tamircisi, gece bekçisi vb bir sürü kasaba sıkılganının yaşama katlanmak için uğradığı sığınakların başında alkol geliyor. Kavukçu’nun hikâyelerinde kasabadan bıkan ancak bu bıkkınlık içerisinde kurulan sağlam dostluklardan ya da geçmişten kopamayan insanların birleştiği tek nokta alkol oluyor. Kavukçu, içki masasında kurulan diyaloglar sayesinde hikâyenin sıcaklığı ve samimiyetini rahatlıkla kurabiliyor. Böylece okur, bunaltısı alkolle yumuşayan hikâye kişilerinin iç dünyaları hakkında ipucu alabiliyor.  

Dünyanın bir yerinde sıkışıp kalmış kaybedenlerin hangi içkiyi nasıl içtikleri, neden içtiklerini detaylarıyla anlatan Kavukçu, bu detayları çoğu zaman karakterlerin hikâyelerine geçiş yaparken kullanıyor. Böylelikle Kavukçu öykülerindeki alkol imgesini karakterlerin anlatılarına hazırlanış yani bir çeşit çözülme durumu olduğunu görüyoruz. Bu durum Kavukçu’nun alkol imgesini hem hikaye kurulumunda kendisine yardımcı olan teknik bir enstrüman hem de mekan-karakter ilişkisini sağlamaya yarayan büyük bir silah olarak kullandığını söyleyebiliriz.

 

Üzerinde durduğum bazı noktaları Kavukçu'nun öykülerinden yaptığımız alıntılarla gösterelim.

Oraya kimin “tabut” dediğini bilmiyoruz. İşin garibi Tahsin de bilmiyor. “Ama” diyor utangaç bir gülümsemeyle Tahsin (ki, Ağır Abi bu gülüşe bitiyor; “Ulan,” diyor,” Bu gülüşe bir roman be!” )

 Kavukçu’nun Can Yayınları’ndan çıkan “Dört Duvar Beş Pencere” isimli kitabıyla aynı ismi taşıyan öyküsünden yaptığımız alıntıda da görüldüğü gibi bir araya gelmiş bir grup insanın toplu olarak uzaklaşma, kaçma, saklanma gibi duyguları hissettiği ve bu ortak duyguları hisseden kişilerin oluşturduğu bir dostluğu görüyoruz. Bu kişilerin sürekli takıldıkları mekânın adının “Tabut” olması ise hikâye kişilerinin bunalımlı ruh hallerini ortaya koymak adına seçilmiş çok doğru bir isim.

 

Tabut, eskiden zahire toptancı dükkânıymış; babasının sağlığında. Bir ara depo olarak kullanılmış. Şimdi ise kaybedenlerin dergâhı.

 

Yine aynı öyküden yaptığımız alıntıda görüldüğü gibi Kavukçu, öyküsünde seçtiği karakterleri “kaybedenler” olarak açıkça ifade ediyor. Ayrıca bu “kaybeden” kişilerin toplandığı mekânın hikâyesi anlatılırken mekânın da kişiler gibi kaybedilmiş, artık kullanılamayan bir mekân olduğu anlatılarak hikâye kişileriyle benzeştirildiği görülüyor. Taşra ya da kasabalar merkezden uzak olan mekânlardır ancak Kavukçu, kasaba içerisinde de gizlenilip saklanılan, dış dünyayla bağlantının koparıldığı bir mekân inşasına gitmiş.  

 

Ağır Abi bunları söylerken kimseyi üzmek istemiyor aslında; çünkü kendi de Tabut’un  “müdavim”lerinden ve karaciğeri çoktan yeniçeri kazanı olmuş ve o da ağır ağır bitiyor. Olağan bir konuşma bu. Hem de son derece olağan. Ağır Abi biraz “Kelle” o kadar.

 Yukarıda da bahsettiğim gibi Kavukçu’nun kasabalarının yalnız, silik insanlarının yaşadıkları bunalımdan kaçtıklarında sığındıkları en büyük liman alkol oluyor. Alkol, Kavukçu kişilerinin sohbetlerinin merkezinde olduğu gibi hikâye kişilerinin hikâye sürecindeki eylemlerini de etkilemekte.

Kirli Gerçekçi Edebiyat ve Cemil Kavukçu

Kuzey Amerika edebiyat hareketini tanımlamak için Granta dergisinden Bill Buford tarafından üretilen bir terimdir. Derginin 1983 yaz edisyonunda Buford, terim için şunları dile getirmiştir:

"Kirli Gerçekçilik, yeni nesil Amerikalı yazarların kurgusudur. Terk edilmiş bir koca, bekâr bir anne, bir araba hırsızı, bir yankesici, bir uyuşturucu bağımlısı gibi çağdaş hayatın göbeğinde meydana gelenler hakkında önyargısız olarak arada komediye meylederek yazarlar. Ölçülü, ironik, bazen yabani, ısrarla merhametli olan bu hikâyeler anlatıda yeni bir ses oluşturmaktadır."

Bill Buford’un bu türü tanımlarken kullandığı yaptığı tanımlama eserlerdeki kişi listesi, üslup ve anlatıcı yaklaşımım olarak ele alınmakta.  Biz de bu tanımdan yola çıkarak Kirli Gerçekçiliğin toplum nazarında “Kaybeden”, “Uzak durulması gereken” ya da “Öteki” kişilerin ana kahraman olduğu hikâyelerin anlatıldığı bir tür olduğunu söyleyebiliriz. Bu tanımlamadan yola çıkarak Raymond Carver, Tobias Wolf, Richard Ford gibi yazarların başını çektiği bu edebi hareketin ülkemizdeki en başarılı uygulayıcısı olarak Cemil Kavukçu’yu göstermemiz çok da yanlış olmayacaktır.

RECEP KAYALI

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.