‘Şiir elden ele devredilir, meşale hiç sönmez’

‘Şiir elden ele devredilir, meşale hiç sönmez’
Usta yazar-şair Mustafa Uçurum; günümüz Türk öykü, şiir ve eleştirisini değerlendirdi

1-Türk edebiyatında hikâye anlatma biçimi son dönemlerde bir hayli değişim/dönüşüm geçirdi. Sizce, bugünün öykücülüğü, mesaisini yeni arayışlarla mı, yoksa kendi klasiklerini oluşturma gayretiyle mi devam ettirecek?

2-Yahya Kemal, “Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadim/Bir meşaledir, devredilir elden ele” demişti. Yirmi birinci yüzyılda meşalenin akıbeti sizce ne haldedir?

3-“Edebiyat Eleştirisi” kavramından ne anlamalıyız? Yokluğundan bunca şikâyet edilen eleştiri, rüştünü nasıl ispat etmeli?

 

 

 

Günümüz Türk öykü, şiir ve eleştirisinin durumuna dair soruşturmamızın beşincisinde usta yazar ve şair Mustafa Uçurum’un cevapları var. Üretken bir isim olan Uçurum, her ay pek çok dergi ve mecrada Türk edebiyatına hizmet etmeyi sürdürüyor. Günümüz edebiyatını çok yakından takip eden, kültür çevrelerinin yakından tanıdığı bir sima olan Mustafa Uçurum’un cevaplarıyla baş başa bırakıyoruz sizi…

 

1.Hayatın her alanında olduğu gibi edebiyat dünyasında da yeniliklerle karşılaşıyoruz. Elbette bu ilk değil. Belki de söz dile düştüğünden bu yana yaşanan bir sürecin izini sürüyoruz.

 

Sözlü edebiyattan yazılı edebiyata geçmek, şiirin hâkim olduğu dönemleri yaşamak, hikâye etmeyi bir yaşam şekli haline getirmek, batı ile tanışarak yeni tür ve şekilleri denemeye başlamak gibi bir geçiş var edebiyat tarihimizde.

 

Hikâyeye yabancı bir toplum değiliz. Destan kültüründen gelen bir geçmişimiz var. Masallarla büyüyen bir neslin evlatlarıyız. Bu bağlamda hikâyeler bize yabancı değil. Ciddi anlamda hikâye ile tanışıklığımız Tanzimat Dönemi’nde başlar. Fitili ateşlenen hikâyeler hızını hiç kesmeden günümüze kadar yaşanan zamana ve olaylara göre şekillenerek varlığını sürdürüyor.

 

Günümüz hikâyeciliği oldukça hareketli günler yaşıyor. Dergiler öykülere daha yoğun yer veriyor. Öykü dergileri çıkıyor. Öykü festivalleri, öykü okumaları düzenleniyor. Bütün bunlar da öykücüleri besliyor.   İki çizgi arasında gidip geliyor öykümüz. Durum öyküleri ve olay öyküleri iç içe geçerek, bazen keskin çizgilerle ayrılarak edebiyat dünyasına yeni öyküler kazandırıyor.

 

Dünyada yaşanan bireysellikten ister istemez edebiyat da payını aldı. Artık karşımıza bireyselliğin ağır bastığı ürünler çıkıyor. Kişinin kendi dünyasından devşirdiği ve kalabalıklara armağan ettiği bir öykü havası hakim. Bu yapılırken bir oluşum ya da hareket olsun diye değil sadece kendi sesini duyurmak için yapıyor bunu söz sahibi. Tüm oklar kendisini işaret edecek cümlelerin ardına düşenler çoğalacak. Kendi öyküsünün yazarı, okuru yer yer de eleştirmeni olanlarla birlikte yürüyen bir süreci yaşayacağız. Bunu daha çok genç kalemlerde görüyoruz, görmeye de devam edeceğiz.

 

Yeni bir arayışın telaşında herkes. Kimsenin takipçisi olduğunu kabul etmeden, kendi sesinin gölgesinde serpilip büyüdüğüne inanan (!) bir topluluk var. Kendiliğinden oluşan bir şey bu. Zaten günümüzde bilinçli bir birliktelikten bahsetmek mümkün değil. Kendisiyle başlayan bir ışığın ardına düşerek yol alacağını zanneden bir gençlik var karşımızda. Bu hayra alamet mi elbette değil.

 

Bütün bunların yanında, yazma eylemine bilinç yükleyen, sesinin ulaşmasını istediği kitleyi etkilemeyi, değiştirmeyi arzulayan yazarların sıkı duruşları da bize, “İyi iki öykümüz var.” dedirtmeye devam ederek varlığını sürdürecek.  Bu isimler kalacak yarına. Klâsiğini yazdıklarıyla ve duruşuyla pekiştirenler. Mesela Cihan Aktaş, Yıldız Ramazanoğlu, Abdullah Harmancı, Ali Ural, Rasim Özdenören.

 

2.Ben edebiyat adına her zaman umut doluyum. Bu umudum hayatın başka alanlarında bu kadar canlı değil. Dergiler var, kitaplar var, fuarlar düzenleniyor, söyleşiler, dinletiler var. Bütün bunlar edebiyatın hayatımızda var olduğunun birer işareti.

İyi dergilerimiz var. İyi şiirler yayınlanıyor bu dergilerde. Gençler şiir üzerine düşünüyor ve şiir üzerine çalışıyor. Edebiyat atölyelerinde şiir çalışan gençler vakti gelince dergilerde boy göstermeye başlıyor.

 

Sıkı şiirler yazılıyor. Alt yapısı güçlü, sesi olan, sözü olan şiirler bunlar. Bir dergide onlarca şiir oluyor, belki daha fazla. Ben bir ya da iki güzel şiir okuyunca mutlu oluyorum. Umut doluyor içim.

 

“Günümüzde şiir yok.” diyen bir arkadaşıma, kimleri okuduğunu sorduğumda; “Ben İsmet Özel’den başkasını okumuyorum.” demişti arkadaşım. Böyle düşünen kafalar için İsmet Özel’in de bir faydası olamaz.

 

Şiir elden ele devredilir, meşale hiç sönmez. Çünkü şiir var hayatımızda. Var olmaya da devam edecek. Çünkü hayat devam ediyor.  

 

3.Aslında hakkıyla yapılan eleştiri kişi için bir rehberdir. Eleştiri kişiyi besler. Yol, yordam öğretmenin adıdır eleştiri; yapılan edilene, yazılan çizilene çeki düzen veren bir kontrol mekanizmasıdır.

 

Edebiyat eleştirisi de ortaya konan çalışmaların gözden geçirilmesi için oldukça faydalı olacak bir bakış açısıdır.

 

Bu kadar faydası olduğuna inanılan eleştiriden peki neden uzak durulur? Çünkü “hakkını verme” kıstası yerine kişisel hırslar, hesaplar gündeme gelince böyle oluyor. Bu birinci sebep. Eser değil kişi merkeze alınıyor. Bu yeni bir hastalık değil. Nurullah Ataç’ın Abdulhak Hamid Tarhan için söylediklerine bakalım; “Bilirsiniz, sevmem Abdulhak Hâmit’i. Yıllardır hiçbir kitabını açıp okumadım… Ne ben okuyorum, ne siz, ne öteki…” Ataç, hiç okumadığı bir şair hakkında bu cümleleri kullanabiliyor.

 

Edebiyat tarihimiz edebi kavgalarla birçok fikrin tartışıldığı zamanları da yaşadı. İdeolojiden uzak, yazılanların, ortaya konan düşüncelerin merkeze alındığı tartışmalar ve eleştiri yazıları hem edebiyatçıların hem de okurların zihinlerine yeni açılımlar kazandırması açısından önemlidir. Bu zaviyeden yaklaşılarak eleştiri kültürü geliştirilse edebiyat dünyamız adına büyük bir zenginlik elde edilmiş olacak.

 

Eleştirinin bizde neşvünema gösterememesinin ikinci sebebi iki cümleyi bir araya getirenlerin kendilerini dokunulmaz olarak görmesi. Yazdıklarına kimse dokunmasın, kimse kötü bir şey söylemesin, herkes onları göklere çıkarsın.

 

Bu bakış açısı ve yaklaşım ile iyi ürünler ortaya koymak mümkün değil. Yazılanlara yabancı bir gözün bakması bazen yazar körlüğünün sebep olduğu noktaların tespiti için son derece önemlidir.  Yazılanları yayınlamadan bir ilk okuyucuya okutmak da önem arz ediyor. Eleştiriye daha ilk adımda başlanırsa ürün yayınlanmadan bazı aksaklıkların da önüne geçilmiş olur.

 

Son söz Nurullah Ataç’tan olsun; “Var mı bizde eleştirmeci, yok mu, şimdi onu araştıracak değilim. Şairlerimize, hikâyecilerimize sorun, çoğu, hemen hepsi yoktur diye kestirip atıyor. Bizde okur yok okur.”

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.