Erol Sunat

Erol Sunat

Bayram hürmetine

Bayram hürmetine

Bayram etmek, bayramlaşmak, barışmak, barışmanın kapısına varmak, kapısını çalmak bayramın nimetidir.

Kaç bayramlar geçti, barışmadılar, barışamadan gittiler öbür tarafa hikayeleri günümüzde daha da artmış durumda.

Mesele o ilk adımı atabilmekte. O adım atılamadığı için çekiliyor cümle çileler. Dünya birbiriyle kavgalı, ülkeler öyle, insanlar öyle.

Bayram günleri dahi bombalıyor, yakıyor, yıkıyor, öldürüyor, bayram yapmasınlar, sevinmesinler diye her iki cihanda da yatacak kalkacak yeri olmayanlar.

Bayramlarda dahi barışamaz hale gelmek gibi bir açmazın içerisindeyiz.

Konuşamıyoruz, uzlaşamıyoruz, anlaşamıyoruz, barışamıyoruz…

Dahası barışmak zül geliyor diye konuşmaktan da kendimizi alamayan bir bahtsızlığın ve talihsizliğin tam ortasındayız.

Bizi ne bayramlar kesiyor ne mübarek aylar ve geceler…

Yolunu yitirmişlere döndüğümüzü itiraf etmekten de korkuyoruz aslında…

Herkesi dinleyen bizler tek bir şeyi dinlemeyi ihmal ediyoruz…

Kalbimizin sesini…

Etrafımızı dur, etme, yapma, gitme, gururunu ayaklar altına alma, sana yakışmayanı yapma gibi çeldiriciler kuşatmış durumda.

Bu kuşatmaları yalnızca o günlerde yarabiliriz…

Bayramlarda…

*****

Bayram da kimse geri çevrilmez…

Neden geldin?

Niçin geldin?

Git denmez…

Diyen varsa incitir bayramı, gücendirir.

Bayram incinirse, bayram gücenirse iflah olmaz bu yola tevessül eden…

Bayramın hatırı büyüktür. Bayramın hatırını kıranın bir daha hatırı olmaz, hatırı geçmez, sözü dikkate alınmaz, sevilmez sayılmaz…

Bayramı gücendirenin yolundan yürünmez, ardından gidilmez.

Bayramlar rastgele günler değildir.

Bayram küslük kaldırmaz, bitirin şu küslüğü denmişse bitmeli küslük…

Bitmediyse, o küslüğü bitirmeyen, gurur ve kibrine mağlup olan yüklenir gider onca vebali…

Bayramın vebali taşınacak bir vebal değildir diyen büyüklerimizi hatırlamak istemeyenler varsın hatırlamasın.

Bayramlar yürekleri yumuşatan günler. Benim yüreğim yumuşamaz diyenler, az pişman olmadılar. Gözyaşlarıyla yıkandı nice taş kalpli geçinen yürek…Bayram, duman etti öyle yürekleri, tövbe ettirdi.

*****

Çocukluk yıllarımızda, yaşadığımız sokak ve mahallelerdeki fakir fukaralar, yalnız yaşayan insanlar gözetilirdi. Bayramda mahsun olmasınlar denir, evin küçük çocukları fakir fukara haneleri arasında mekik dokurdu.

Bizim nesil, analarımızın verdiği Kurban Bayramının ikramı olan et tabaklarını sokağın, mahallenin fakir fukarasına ulaştırma bahtiyarlığına erişmişlerle dolu.

Biz kurban bayramlarının o bahtiyar çocuklarıyız.

Her birimizin yaşlarının yetmiş küsurlara eriştiği düşünülürse, anlattığımız hatıraların geçmişi en az 65 sene, hatta biraz daha ilerilere gidiyor…

Aynı sokakta yaşayanların, hısım akraba gibi olduğu yıllardı o yıllar. Birinin derdinin herkesin derdi olduğu, çözüm bulunduğu bambaşka bir gönül zenginliği…

Bayramlar bir başka olurdu böyle bir atmosferde.

Kurban Bayramları çok daha başkaydı.

Öyle, Allah için kurban küp için kavurma mantığı girmemişti o sokaklara, o mahallelere…

*****

Kurban kesenin, komşularına gönderdiği et, kimin cömert olduğunu, kimin eli titreye-titreye, bol kemikli ve yağlı tarafından et gönderdiğini, kimin neyine yetmiyor diye halk arasında “kımsır” yani cimrilik yaptığını ortaya koyardı.

Şimdi ne mi denecek?

Etin kaç lira olduğunu biliyor musun?

Biliyoruz elbet…

Mesele, böyle dönemlerde kurban kesebilenlerin, tek bir kelime etmeden, kestikleri kurban etinden fakir fukaraya gönderebilmeleri…

Bugün bu konuştuklarımız çok da hoş değil…

Ancak, kurban kesen, atıyor etleri dolaba, ardından düşüyor yollara, varıyor sahillere…

Bayramın ilk günü kaldığımız otel, kavurma ikram ediyor diye anlatanlar var.

Anlayacağınız, bayramlar o eski bayramlar değil…

Güzel bir şeyler anlatabilmek için bayağı bir gerilere gitmemiz gerekiyor. Yarım asır falan ötelere…

*****

Yaşadığımız Anadolu Coğrafyasında, Hoca Ahmet Yesevi’nin, Mevlânâ’nın, Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş-ı Velinin, Hacı Bayram-ı Velinin, Emir Sultan’ın, Somuncu Baba’nın estirdiği hoşgörü rüzgârları, barış rüzgârları, sevgi ve saygı rüzgârları esiyor.

Bu rüzgarları hissetmemek, kayıplarını bayramlarda telafi etmemek bayram hürmetine yanlışlardan dönmemek hoş değil…

Biz ki, bugüne kadar her daim bize yakışanı yaparak geldik.

Ne zaman ki o güzel hasletlerimizle yollarımızı ayırdık, rotamız şaştı, dilimiz dolaştı, kendimizi bir anda hiç bilmediğimiz uçurumların kenarında bulduk.

Bayramlar kendimize geldiğimiz günlerdir.

Birçok şeyi hatırladığımız ve hatırlandığımız günlerdir.

Bir sonraki bayramı görüp göremeyeceğini, erişip erişemeyeceğini bilme imkanına sahip olamayan bizler, kuru inatlarımızı, kavgalarımızı, kalp kırmalarımızı, yarınlara taşıma derdindeyiz. Bu ağır yüklerden kurtulup, kuş gibi hafifleyeceğimiz bayramları nasıl olur da görmeyiz?

*****

Zaman küsme zamanı değil…Zaman ayrılık zamanı değil…Zaman kopma, parçalanma, bölünme zamanı değil…

Bir olmak diye güzel bir hasletimiz vardı ya hani…Zaman bir olma zamanı…

Hoşgörü bayramın nişanesi. Gönül kapısını ardına kadar açmanın vesilesi.

Bırakın alem ne der, el alem ne der kaygısını…O alem, o el alem bilseydi bayramın kutlu anlamını, bir değil, bin kere pişman olur, özür dilerdi bayramdan…

Herkese hayırlı bayramlar efendim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR