Erol Sunat

Erol Sunat

Deli Bekir’in Hikayesi

Deli Bekir’in Hikayesi

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde büyükçe bir şehir varmış. Bu şehirde de, kendi halinde, kalender bir adam yaşarmış.

Adına Bekir derlermiş.

Bazılarına göre tek hatası doğruları konuşmakmış. Ancak fakir-fukara diye onu kimse kaale almazmış!

Lafın gelişi herkesin tanıdığı bildiği dilinin ucuyla seviyorum dediği, elinden tutulur, el uzatılır gibi yapıldığı, lafla yardımcı oluyoruz denilen, kendini bilmez, Allah’tan korkmayanların hırsını ondan çıkardığı, yakasını bir türlü bırakmadığı birisiymiş bu Bekir.

Doğruyu söylediği için, doğruluktan ve dürüstlükten yana tavır koyduğu için, yakasından tutmayan, yakasını yırtmayan kalmazmış.

Sırf bu yüzden adı deliye yani Deli Bekir’e çıkmış!

Yine bir gün meydana doğru yürümüş, yüksek bir yere tırmanmış. Ayağa kalktıktan sonra, kendince ne yanlış varsa sayıp dökmeye başlamış.

Yok demişler, bu akıllanmayacak, deli dedik, zıvanadan çıktı.

Bağırmışlar:

Senden başka doğruları söyleyecek kalmadı mı?

Çulsuz, şu haline bak, dilenci olsan kimse on para vermez!

Sana ne sağın, solun derdi?

Ne üstüne vazife?

Sen kimsin? Nesin, necisin?

Sıfatın ne be adam?

Yakanı parçaladık, ne susar, ne vazgeçersin.

Ha biraz sus arkadaş!

Dün yakanı paraladık, daha da kızdırırsan kafanı parçalarız senin!

İndirin şu densizdi, kendini bilmezi aşağıya, abuk sabuk konuşup insanların huzurunu kaçırmasın!

Ne yapsın Deli Bekir çarnaçar inmiş aşağıya…

Aradan birkaç gün geçmiş.

Birileri gelmiş yanına…

Helal aslanım demişler.

Ne güzel konuştun sen öyle…

Çık o meydana, haykır içinden geldiği gibi, yeminle yanındayız.

Bu devirde böyle cesaret kimde var?

Gördünüz mü arkadaşlar analar neler doğuruyor.

Bekir’e iyi cesaret gelmiş., Al demişler sana yakası düzgün bir gömlek getirdik. Bundan böyle kim yakana yapıştı, onun yakasına yapışıp paramparça etmezsek adam değiliz.

Sen yeter ki konuş!

Seninleyiz, arkanda kaya gibi sağlam durduğumuzu göreceksin.

Bekir’i, övmüşler, piyazlamışlar, ayakları yerden kesilmiş garibin.

Çok çok demiş, yine yakamı yırtarlar, yakası yırtılmadık adam değilim ya…

Hem söyleyecek sözüm çok benim…

Ertesi gün Bekir yine yürümüş meydana doğru…

Tam meydanın orta yerine varmış durmuş, dönmüş yüzünü toplanan kalabalığa…

Başlamış içinden geldiği konuşmaya…

Ne görsün?

Ona destek vereceğini söyleyenlerden bir tanesi bile meydanda yok!

Geri adım atacak adam değilim demiş, konuştukça konuşmuş!,

Alkış, tufan derken, konuşma bitmiş, herkes dağılıp gitmiş…

Ona konuş diyenlerden biri çıkmış gelmiş…

Olmadı Bekir demiş, sen gerçekten de Deli imişsin.

Biz sana konuş dedikte, bu kadar da demedik.

Az sonra zaptiyeler gelip yakalamışlar Bekir’i atmışlar zindana..

Zindandakiler, ne yaptın da aramıza düştün demişler. Kaç vukuatın var?

Ben hiçbir şey yapmadım demiş Bekir…Ya ne yaptın demişler?

Sadece konuştum.

Hadi be demişler. Konuşmanın kime ne zararı var ki…Sen küfredecek bir adama da benzemiyorsun!

Valla demiş Bekir, bana göre doğru neyse onları bağıra, çağıra anlatırım, her konuştuğumda yapışırlar yakama, yırtarlar yakamı…

Bu seferde yırtılan Deli Bekir’in yakası olsun, ben bildiğimi bu meydanda söylemeye devam edeceğim dedim diye anlatmış her şeyi.

Sonunda gördüğünüz gibi demiş, doğru söyleyeni dokuz köyden kovdular, şimdi de aranızdayım.

Koğuş ağası, hoş gelmişsin Deli Bekir demiş, biz senin namını duyar idik. Birkaç sefer, bizlerden de söz etmişsin. Zindanlardaki biçarelerin suçu ne diye bas bas bağırmışsın. İçeri girmesi gerekenler dışarda, içerde olmaması gerekenler içerde, Sultanım beni duymaz mısın demişsin.

Hemen yanındakilere seslenmiş hemen Bekir Ağanıza şöyle okkalı bir sade kahve yapın!

Zindanın köşesinde oturan ak sakallı bir adam, şöyle yakınıma gel Deli Bekir demiş.

Bekir saygıyla varmış adamın yanına. Adam demiş ki; Küçük bir dükkanın vardı, bu yüzden batırdın, çoluk çocuğun kaçtı gitti. Bülbülün çektiği dili belası derler diye sana söyleyenler oldu. Sen yine dosdoğru bildiklerini söyledin durdun.

Aç kaldın, aç yattın. Kan kustun, kızılcık şerbeti içtim dedin, yine çıktın o meydana…

En son ne dedi, o seni sözüm ona destekleyenler?

Böyle yapmayacaktın!

O şekilde konuşmayacaktın!

Çizmeyi aştın!

Böyle yılan dilli adamın sonu ya zindandır, ya sürgün, ya ölüm.

Pişman mısın?

Kesinlikle değilim demiş Bekir. Sultanımız duymazsa, Allah duyar beni…Bu şehirde ne yanlışlık varsa duyduğumu, bildiğimi, gördüğümü herkese anlattım.

Herkes bildiği halde, gördüğü halde, duyduğu ve şahit olduğu halde konuşmadı. Yalnız kalsam da vazgeçmedim.  Bildikleriniz öbür tarafa sizinle mi gidecek. Bu yapılanlar bilinmeyecek, duyulmayacak mı sanıyorsunuz dedim, görevliler, defol git başımızdan Deli Bekir, dua et yakanı yırtıp bırakıyoruz, süründürmüyoruz seni, zaten bir vursak elimizde kalacaksın. Paran yok pulun yok, ailen bile seni bırakıp kaçmış, her gün konuşuyorsun da seni kim duyuyor demişler. Allah demiş Deli Bekir, Allah!  Allah duysun yeter!  Bütün yaşadıklarını eksiksiz ihtiyar adama anlatmış.

Birkaç gün sonra zindanın kapısı açılmış. Zindancı başı, ihtiyar demiş, sen serbestsin. Sonra Deli Bekir’e sende çık demiş. Bir daha da ne gözüme görün, ne de buraya bir daha düşeyim deme…

Bekir ihtiyarın elini öpmüş. Baba hakkını helal et dedikten sonra, yalnız bir şey soracağım, beni bu kadar iyi nerden tanıyorsun demiş. İhtiyar adam, o da bana kalsın demiş. İnşallah bir daha karşılaşalım amma zindan da olmasın demiş ve şehrin bedestenin de gözden kaybolmuş.

Aradan bir ay kadar geçmiş. Huylu huyundan vazgeçer mi?

Deli Bekir, bütün şehri kendi usulünce dinlemiş, taramış ve yine yürümüş meydana. Her zaman çıkmış olduğu o tümseğe çıkmış

Ey ahali diye başlamış, sayıp dökmeye… Arada da, Sultanımız bunları duymaz mı, ona bir söyleyen olmaz mı diyormuş. Bir ara coşmuş, ah ah demiş Sultanımız burada bir olacaktı ki…

Arka taraftan bir ses duyulmuş,

Sultanın burada!

Deli Bekir geriye dönmüş ne görsün Sultan ve maiyeti onu dinliyor. Yanında da, zindandaki ihtiyar!

Sonra ne mi olmuş?

Şehir şehire, Sultan sultana, Bekir Bekire, ihtiyar ihtiyara, ahali ahaliye benzer…

Bir kıssadır anlatılan ki, kıssadan hisse alına, kimse gönül koymaya, ne alına, ne gücene, ne de kırıla…

Sürçü lisan eylediysek affola…

İnşallah bir başka sefere daha güzel bir hikaye anlatırız.

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR