Erol Sunat

Erol Sunat

Kaç kalp kırdık haddi hesabı yok

Kaç kalp kırdık haddi hesabı yok

La Fontaine masallarından, Karga ile Tilki masalını bilirsiniz.

“Günlerden bir gün karga konmuş bir dala. Koca bir peynir ağzında. Tilki peynirin kokusunu almış gelmiş:

— Günaydın, Sayın Karga, demiş;

Bu ne güzellik böyle: Bakmaya doyamıyorum size. Şu tüylere bakın, pırıl pırıl; Sesiniz bilmiyorum nasıl? O da renginiz kadar güzelse…Ne yalan söyleyeyim bu ormanda güzel yoktur üstünüze.

Karga bu sözlere bitmiş:

— Şuna bir gak diyeyim de ses görsün, demiş; Gak der demez peynir düşmüş, tilki yutmuş.

— Demiş ki kargaya;

Şu sözümü hiç unutma, Kaptırdığın peynire değer: Her dalkavuk çıkarı için över, Yüzüne güler, peynirini yer. Karganın aklı gelmiş başına…İş işten geçtikten sonra.”

La Fontaine, açıkgöz olmanın kitabını yazmış olanların, insanları nasıl oyuna getirdiğini, nasıl kandırdığını, nasıl amaçlarına ulaştığını anlatmış yüzyıllar önce.

Sonra da ister istemez soruyorsunuz…

Kabahat hep oyuna getirilenlerde mi, kandırılanlarda mı? Açıkgözlerin hiç mi suçu yok? Nerde insanlarda var olması gereken vicdan, merhamet? İnsan insana güvenemeyecek mi?

Açıkgözlerin, bu işi meslek haline getirmiş çıkarcıların, fırsatçıların hiç mi yakasına yapışamayacağız? Onlara dur diyen, yapma-etme diyen olmayacak mı?

*****

Pek akıllı denilenler, akıllı geçinenler, açıkgözler, fırsatçılar sözüm ona medeni cesareti yüksek diye toplum tarafından övülenler, yere göğe sığdırılamayanlar yıkıyor ortalığı…

Dürüstün, temizin, edebiyle hareket edenin yanında olmayan bizler, edepsizin, patavatsızın, lafının nereye varacağını bilmeyenin, balıklama her lafa, her ortama dalanların hal ve hareketlerinden hoşlanıyoruz. Hoşlanmak bir yana hayranız.

Ne yazık ki bu gibiler insanları kullanma dedikleri konularda mahirdirler.

Gidilen bu yolda ne hak vardır ne hukuk…

Ne kul hakkı…

Ne de öbür tarafta cevabı kolay-kolay verilemeyecek, ödenemeyecek ağır bir vebalin faturası…

Ne isteriz insanlardan? Öncelikle biz kimiz? Aynaya baktığımızda neye benzeriz? Vicdan dediğimiz o ulvi duyguyla neden yoktur aramız?

Kaç kalp kırdık, onmaz kapanmaz yaramız…

*****

Ben de ne yapıyorum böyle diye hiç sorduk mu kendimize…

İnsanları kullanmak gibi oldukça amiyane bir tabire sahibiz. Bu tabir ne denli kırıcı olabildiğimizin ve olabileceğimizin ispatı.

Biz art niyet sahibi olmayan o iyi insanlara hem her işimizi gördürür hem de arkalarından saçma sapan, hoş olmayan tabirler içeren ifadeler kullanmaktan da çekinmeyiz.

İsteklerimiz bitinceye kadar her işe gönderilen insanlar birçoğu.

Daha neler mi deriz?

İşinin adı ne?

Ben mi çalışacağım, tabi o çalışacak!

Evin küçük çocuklarının dahi adıyla çağırdığı, bana şunu al, şunu getir, şunu götür dediği insanlar onlar.

Takdir edilenleri neredeyse yok…Varsa da istisnalar kaideyi bozmaz sınıfına giriyor.

İnsan insana resmen zulmediyor.

Verilen ne mi?

Yalandan ve göstermelik tarafından, az biraz sevgi kırıntısı…

Çalışan biriyse tatmin etmeyen bir para…

Bu insanlar içinde, bir erkeğe eş, bir kadına eş olanlar var. Bir yerde birilerinin yanında çalışanlar var.

Akrep etmez, akrabanın akrabaya ettiğini babından akrabaların yanında duranlar var.

Fakirlikten, yoksulluktan, kimsesizlikten, yalnızlıktan bir yerlere sığınmışlar var.

*****

Dünyada insanın insanı ezmesi kadar yanlış, tuhaf, anlaşılmaz ve inanılmaz bir şey yok.

Ancak, insan insanı ezmeye bayılıyor…

Bundan duyduğu haz, haz kelimesinin anlamını ters kepçe getirmiş durumda.

Kimi lafla eziyor…

Kimi gücüyle…

Kimi kendine göre uygulamaya koyduğu metot ve yöntemlerle…

Hakkını kim arasa, kim bu kadar da olmaz diye ayağa kalksa, güçlerine gidiyor, kaldıramıyorlar, bir anlam veremiyorlar.

Bunca yıl ekmeğini ben verdim…

Ben evlendirdim…

Çocuğunu ben okuttum…

Diye yaptıklarını ettiklerini sayıp, haklı olan benim deyip geçip oturuyorlar baş köşeye…

Yetmiyor o insanları bir de nankör ilan ediyorlar.

*****

Biz hemen birçok konuda kantarın topuzunu çoktan kaçırdık.

Güç sahibi olanlarımız, kendini hükmü altında bulunan insanların sahibi gibi görmeye başlıyor.

Kendine göre kurallar kaideler ve yaptırımlar geliştiriyor.

Güç yarıştırıyor.

Bu yarışa önce aileden, akrabalardan, sülalesinden, köyünden, mahallesinden başlıyor.

Bizim Deli Bekir’imiz var…Yakası yırtık, perişan mı perişan…

Bu satırlarda benden olsun Bekir’e…

“Bekir bakar duruma, ha ölmüş, ha yaşamış / Güvendiği dağlara, lapa lapa kar yağmış. / Ekmek alacak para, bir gün olsa, beş gün yok / Ellisine varmadan, bir senede yaşlanmış”

“Sormaz, nedendir diye, paramparça yakası! / Edepten, terbiyeden, bir gün atmaz kafası / Dünya malı dünyada, kalır der yürür Bekir / Vefasızlara inat, sapasağlam vefası”

*****

Yanlış yapan, hata yapan, yanlışından ve hatasından dönebilme erdemini gösterebilmelidir.

Çünkü atılan her yanlış adım kul hakkına girer.

Ne diyordu Mevlânâ?

"Ya kırdığın gönlü Allah seviyorsa? Bilemezsin, bilseydin ödün kopardı; Dokunamazdın..."

Mesele aslında çok derin…

Kaç gönül aldık, cevabımız yok…

Kaç kalp kırdık, haddi hesabı yok…

Oysa sevgi vardı…Hoşgörü vardı…Vicdan ve merhamet vardı…Tevazu ve alçak gönüllülük vardı…

Lakin biz orada yoktuk…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR