Erol Sunat

Erol Sunat

KONUŞTUĞUMUZA, KONUŞABİLDİĞİMİZE İNANIYOR MUSUNUZ?

KONUŞTUĞUMUZA, KONUŞABİLDİĞİMİZE İNANIYOR MUSUNUZ?

Konuşmak anlaşmak, meseleleri kendi aramızda çözmek, yapmayı arzu ettiğimiz, lakin pek de başarılı olamadığımız bir konu!

Biz söz dalaşına girenleri ayırırken bir anda seyretmeye bayılan bir toplum olduk!

Konuşma kavramı, sinme, saklanma, gizlenme şemsiyesinin altına sığındı!

Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar deyimi, günümüzde zirvede!

Konuşanı, doğru söyleyeni, gerçekleri ortaya koyanı karalamaya hazır onlarca, yüzlerce ses var!

Doğru söyleyenleri destekleyecek insan sayısı kalben çok, yüreklice ortaya çıkıp, adam doğru söylüyor diyecek yürekte insan sayısı her geçen gün azalmaya devam ediyor.

Eskiden serbest kürsüler vardı!

Doğruyu konuştuğuna, söylediğine kalıbımı basarım diyen insanlar vardı.

Onlar toplumun mihenk taşlarıydılar!

Tatlı tatlı konuşmayı bir türlü başaramadık!

Yunus Emre, “ Bir kez gönül kırdın ise / Bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil” dese de, biz  öfke baldan tatlı dedik, kırmadığımız kalp kalmadı.

Güzel güzel konuşun, anlaşın diyenlere ateş püskürdük!

Bir metre yer için, üç-beş kuruş para için ne kardeş dinledik, ne büyük-küçük saydık, ne hısım-akraba bizleri yatıştırabildi.

Bir türlü konuşamadık, anlaşamadık!

Biz konuşurken kavga eden,

İşimize gelmezse kavga çıkaran,

Uzlaşmayı, sakin sakin tartışmayı bir türlü başaramayan,

Bu işlerin üstesinden tatlılıkla, uhulet ve suhuletle gelemeyen karakterlere sahip olup-çıktık!

Neden, Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi ayağa kalkar kalkmaz, sonunun nereye varacağı kestirilemeyen olayları başlatanlardan olduk?

 

BİR ZAMANLAR MAHALLENİN NABZINI TUTAN İNSANLAR VARDI!

Bir zamanlar, köylerde, mahallelerde sözü geçen, sözü dinlenen, lafının üzerine laf konamayan güngörmüş insanlar vardı.

Onları gören sözünü bitirir,

Yakasını tuttuğunun yakasını bırakır,

Kavgasını sonlandırır,

O insanların hatırına barışır,

Bir daha da kolay kolay kavga etmez,

Daha sonraki meselelerini konuşarak halletme yoluna giderdi.

Çünkü onlar konuşmaya başlayınca,

Herkes susar,

Yaptığından utanır,

Kendine gelir,

Kendini toplar,

Yaptığı işin yanlış olduğunu,

Herkesin huzurunu kaçırdığını idrak eder,

Herkesten özür dilerdi!

O araya giren, o bir sözüyle kavgaları önleyen,  huzuru karakollara gidilmeden, mahkemelik olunmadan sağlayan güngörmüş ağabeyler, toprak oldu.

Mahallenin nabzını tutan, herkesi teskin eden, güngörmüş ablalar, teyzelerde aramızdan ayrılalı çok oldu!

Onlar bu dünyadan ayrıldıktan sonra, aramıza kim girdiyse meydan dayağı yedi.

Aramıza giren, sağ çıkamadı! Aramıza giren hastanelik oldu!

Ondan sonra, kimse kimseyi ayırmamaya,

Bir olay olduysa şahit olmamaya,

Gördüyse de, görmedim, duymadım demeye başladı!

 

BELEDİYE HOPARLÖRÜ GİBİ İNSANLAR ÇOĞALDI!

Farkındaysanız, konuşamama sıkıntısı, bizleri ve yaşadığımız toplumu bunalttı! Derdimizi anlatacağımız, paylaşacağımız birilerini arıyoruz.

Ne o eski sırdaşlar kaldı, ne o eski dostlar, ne de o eski arkadaşlıklar.

Birine bir şey anlatıyorsunuz,

İlk  gittiğiniz yerde allanmış-pullanmış yanına bir şeyler eklenmiş şekilde dinliyorsunuz.,

Eskiden böyle insan tek- tüktü. Onların yanlarında bir şey konuşulmazdı.

Kazara konuştunuz mu?  O ağzında bakla ıslanmaz diye adlandırılanlar, bir anda bütün köye, bütün mahalleye ulaştırıverirlerdi.

Onlara belediye hoparlörü gibi adam yada kadın derlerdi.

Ha belediyeye bildir, ha da lafı bunlara söyle demek meşhurdu!

Şimdi bu insanlardan aramadığınız kadar çok!

Bazen en yakınınızda, hatta burnunuzun dibinde.

Adına da dost deniyor, arkadaş deniyor ve onlarsız yapılamıyor!

İşte bu yüzden, karamsarlık hakim oldu, sokaklarımıza, caddelerimize, mahallelerimize!

Konuşmayı unuttuğumuz için, küsler attı, hasımlıklar arttı, zorbalıklar, kabadayılıklar arttı.

Zorla güzellik olmaz diye harika bir deyimimiz vardı.

Ne yazık ki, bu deyimi ayaklar altına aldık!

Çiğnedik, yerden yere vurduk!

Zorla güzellik nasıl olurmuş diye de konuşmaktan geri kalmadık!

Güzel güzel konuşmak, güzel güzel tehdit etmeye, olmadı, vurmaya-kırmaya, ağız-burun dağıtmaya dönüştü.

Konuşmak restleşmeye, meydan okumalara yol açtı.

İnsanlar konuşmaktan, araya girmekten, aracı olmaktan, insanları barıştırmaktan, yanyana getirmekten çekinir ve ürker oldular!

 

RAHMETLİ DEMİREL, “ KONUŞAN TÜRKİYE” DEMİŞTİ!

Türkiye konuşsun istemişti!

Türkiye konuşmadı!

Sessiz kaldı, sessizliğinin ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini sandıklarda gösterdi!

Çünkü yapı olarak, Türk Milleti vara yoğa konuşmasını sevmez!

Boşboğazlığı sevmez!

Dedikodu yapanları sevmez!

Laf taşıyanlardan, fitne-fücur işleri olanlardan, laflara tur attıranlardan hazzetmez!

Konuşur muydu?  Bir ihtimal!

Konuşmayı sevmeyen bizlerin dili, Sosyal medyada çözüldü, bir açıldı, pir açıldı!

Açıldı lakin orada da, işleri şirazeden çıkaranlar, kantarın topuzunu kaçıranlar, sosyal medyayı sözle savaş alanına çevirenler, işi edep ve adap dışı hakaret ve küfürleşmelere vardırmalar aramadığınız kadar çok!

Sosyal medyayı, konuşmak değil!

İçimizi dökmek olarak algılayanlar var!

Sözle değil amma yazılı olarak konuşuyoruz!

Ne dersiniz, konuştuğumuza, konuşabildiğimize, konuşmak için can attığımıza, her meselemizi konuşarak hallettiğimize inanıyor musunuz?

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Mayıs

01 Mayıs 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR