Erol Sunat

Erol Sunat

KUYRUĞA GİRME HİKAYESİ

KUYRUĞA GİRME HİKAYESİ

Uzun uzun zaman önce, memleketin birinde tedbiren sağlık ve sıhhat hususları dikkate alınarak, bazı fermanlar irad edilmiş.

Fermanın birinde denilmiş ki;

Sıhhıye ve Muavenet-i İçtimaiye’den fermandır;

Salgının yayılmasına mani olma babında, çarşıya-pazara, dükkana bir şey almaya varıldığında, kuyruğa girilmesi esastır. Kuyruk medeniyettir. Terakkidir. İnsanın insana olan saygısı, hoşgörüsü ve anlayışı olarak telakki edilmelidir.

Kuyruğa girenler bekler iken, ben daha önceden geldiydim, benim yerimdi, diye aralara kaynak yapmaya çalışan bazı açıkgözler çıkabilir, onlara karşı  dikkatli oluna!

Bu ciddiyetsizliği yapmaya yeltenenler zabıta ve zaptiyeye bildirile!

Arada olması gerekli mesafe mutlaka koruna! Mesafeler bozulduğunda zabıta ve zaptiyeler tarafından bu hususlar takip edile!

Kuyruğa giren ahali kendi sıhhati açısından ağzını ve burnunu kapatacak bir şekilde sarıp sarmalamalı veyahut pazara girildiğinde yüzünü aynı işi gören adına maske denilen nesneyi, pazarın girişinde, zabıtadan isteye!

Kimse kimsenin sırasına girmeye, taşkınlık yapmaya!

Pazarcı esnafı, pazara gelen müşteriye, nazik ve kibar davrana, malını satar iken yüksek sesle bağırıp, çağırmaya!  Hiç kimseye ezik, çürük, ham-haşat meyve ve sebze satmaya! Göz boyamaya! Ahaliyi mağdur etmeye! Vicdanlı ola!

Hülasa olarak, ferman bu şekildeymiş…

Yine bu memleketin önemli bir şehrinde, tellallar çıkartılmış, ahali ne denecek acaba diye merek edip sokağa dökülmüşler.

Tellallar demişler ki; “Ey ahali, duyduk duymadık demeyin! Bundan böyle, sıhhatiniz açısından, şifa bulmanız açısından, evvela mecbur kalmadıkça dışarı adım atmayasınız! Ve sonra çarşı ve de pazara gitmek lüzum hasıl olduğunda, ağzınızı, burnunuzu sarasınız. Kendinizi maskeleyip koruyasınız! Ve dahi, pazarlara girer iken, kuyruğa giresiniz! Kuyruğa girer iken, aradaki mesafeyi koyuyasınız! Hem kul hakkına girmeyesiniz, hem de pazarınızı rahatça göresiniz! Duymayan kalmaya, duyan duymayana anlata, izah ede!” demişler!

Demişler amma…

Ahali; Bu yeni şekil-şemayil ne menem şeydir, hiçbir şey anlamadık, anlayan beri gelsin demişler.

Yüzlerini kapattıkları maskeden pek çabuk sıkılmışlar.

Kimi evde unuttum geldim demiş!

Kimi konuşurken çenesinin altına indirmiş!

Çene altında taşımak pek çoğuna iyi gelmiş olacak ki..

Ulen arkadaş demişler, o ne öyle kendi sesimizi kendimiz duyamıyorduk!

İndirdik çenemizin altına!

Şimdi söyle abi, kulağım sende…

Sonrada, başlamışlar Pazar üzerine konuşmaya…

Daha evvelden pek bir iyiydi.

Herkes, alıverişini rahatlıkla yapar idi.

Pazarı temaşa eyler idi.

Tanıdığı ile durur, kucaklaşır, ayak üstü de hoş-beş eder idi.

Bu Pazar bekleme pazarı, sağlık kabul, sıhhat kabul, salgın kabul amma, gel de eski pazarları arama diye sızlanmaya başlamışlar.

Biri demiş ki, pazarcıların bağırmasını dahi özledim arkadaş!

Neydi o öyle!

Her sebzeye, meyveye mani söylerdi adamlar!

Fiyatların yanına güzelim sözler yazarlardı.

Almak istemeyen dahi, ver şurdan bir kilo deyip almadan geçmezdi.

Şu hale bak!

Sıra sıra dizildik!

Biz kuyruk biliriz de, gençler sıra diyor!

Aralarda iki metre mesafe…

Sanırsın iki kilometre!

Herkeste surat savat bir karış diyeceğiz, orası hem meçhul, hem muamma!

Neden? Çünkü, yüzler maskeli yani kapalı, bir gözler meydanda!

Nerden bilelim adamın suratını!

Üzgün mü? Neşeli mi? Sirke mi satıyor? Neşeli mi? Haline ahvaline mi yanıyor?

Anlayacağınız iki çift laf edecek adam yok!

Geçen, geriye döndüm nasılsın dedim birine!

Adam cevap bile vermedi!

Çevirdi başını öteye…

Ön taraftakine, merhaba dedim, geriye bile dönmeden var git işine der gibi elini salladı geriye doğru!

Yeni pazarların hali bu!

Pazarcı desen, sana bakacak hali yok adamın!

Hali ahvaline sirayet eden o karmakarışık görünüm, alnına vurmuş!

Malum yüzü maskeli, amma alnı kırışık,  gözleri umutsuz vaka gibi!

Ne kadar çabuk olursa, o kadar çok müşteri, yani o kadar fazla kazanç demek!

Biri bir şey aldı mı, hemen sıradaki diyor!

Söyle abi kaç kilo? Çabuk söyle abla bak bekleyenler var!

Şöyle gerine gerine, tezgahları seyrede seyrede, pazarcılarla sohbet ede ede pazar yapmayı çok özleyeceğiz, çok! 

Aralı mesafe aslında iyi de oldu, hak geçmiyor!

Bi tarihte, para veren makineler önünde mayış kuyruğuna girdik! Kuyruk uzun, sanırsın bir kilometre filan! Mesafe sıfır, sohbet, muhabbet koyu, tanıdık mutlaka çıkıyor!

Lakin, seksenine dayanmış bazı adamlar, utanmadan-sıkılmadan aralara bir kaynak yaparlardı aklınız durur. Tam sıra sana gelir, makinede para biter. Ekranda bir yazı ” Kusura bakmayın hizmet veremiyoruz”

Hırsından makineye küfreden yumruk atan arkadaşlar gördüm.

Adam üç saat beklemiş, para yok diyor makine!

En az 45 dakika daha beklersin, memurlar gelir, paralar merasimle konur, sonra paranı alırsın filan.

Her neyse diyelim, insanın aklına bir o günler geliyor, birde bu günler.

Tabi ki, önce sağlık denmeli…Sağlığa sıhhate dikkat etmeli, söylenenlere riayet edilmeli. Amma velakin, şu dışarı çıkamamak kötü be abi! Bu havada, şu bahar mevsiminde, evde oturmak yerine insanın kendini dışarılara atıp,  oh be dünya varmış diyesi geliyor!

Oradan biri seslenmiş!

Mikrop, sizi yakaladığında görürsünüz dünya kaç bucak demiş!

Takın şu maskenizi!

Kiminiz aksırır!

Kiminiz hapşırır!

Kiminiz öksürür!

Ne bu böyle!  Açılın şöyle!

Şehir şehire, pazar pazara, aksıran aksırana, hapşıran hapşırana, öksüren öksürene benzer!

Kimseler alınmaya, gönül koymaya…

Sürçülisan eylediysek affola…

Bir başka zaman daha güzel hikayeler anlatırız inşallah!

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Sazan

17 Nisan 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR