Erol Sunat

Erol Sunat

SALGIN TEDBİRLERİ BİZLERDEN ÇOK ŞEHRİMİZE İLAÇ GİBİ GELDİ!

SALGIN TEDBİRLERİ BİZLERDEN ÇOK ŞEHRİMİZE İLAÇ GİBİ GELDİ!

Bazılarımız diyorlar ki, salgın tedbirleri şehirde yaşayan bizlerden çok şehrimize ilaç gibi geldi, Bu ifade çokta yanlış değil!

Çünkü, şehrimiz bir ayı geçkin zamandır çok sakin, çok sessiz. Adeta kendine geldi, kendini toparladı.

Resmen dinlendi, moral depoladı.

Baharın geldiğini, kuşların cıvıltısını ilk defa duyduk!

Bu tedbir amaçlı sokağa çıkamama, bizleri salgından korurken, şehri de, bizlerin yanlışlarından, hatalarından ve şehre açtığımız zararlardan koruyor!

Nasıl mı?

Çöp konteynırlarını yıkanlar, dökenler tekmeleyenler, cadde ortasına kadar sürükleyip öyle bırakıp gidenler yok,

Otobüs duraklarının camlarına yumruk atıp, tekme atıp parçalayanlar yok.

Tramvaylara yazı yazanlar, oturduğu koltuğa zarar verenler yok,

Caddelerde kavga çıkaranlar, küfredenler, itişenler, sağa-sola sataşanlar yok!

Oruca sığınıp, fırınlarda benim sıramdı diye pide kavgası yapanlar yok!

Pazar yerlerinde, ıspanak için, domates için olay çıkaranlar yok!

Trafikte, yeşil yandı, neden duruyor, gitmiyor diye önündeki arabaya ana-avrat küfredenler yok!

Hiç tanımadığı insanların arabasını yumruklayanlar, tekmeleyenler yok!

İncir çekirdeğini doldurmayan meseleleri büyütüp kazı koz anlayan, telefonlarda hakaretler yağdıran, hırsını alamayıp, insanların kapılarına dayananlar yok!

Asayiş berkemal diye hoş bir sözümüz var ya…

Polis kardeşlerimiz, huzur şehri dediğimiz şehrimizde, son bir ayı aşkın zamandır belki de meslek hayatlarının en huzur dolu, en olaysız, en gürültüsüz günlerini yaşıyorlar.

 

BU SAKİNLİĞİ, BU SÜKÛNETİ İNANIN ÖZLEMİŞİZ!

Bu şehir yıllar yılı çok yorgun! Biz, siz hepimiz bu şehri tahminlerin çok ötesinde felaket yorduk!

Adamakıllı bunalttık, bunalımlara soktuk!

En olmadık istek ve taleplerle zorladık!

Bazen iyice saçmaladık!

Bazen şımardıkça şımardık!

Bazen petrol arar gibi kazdık!

Bazen sağını-solunu yıktık!

Şehri yenileyeceğiz, yeniden yapacağız diye değişik heveslere kaptırdık kendimizi!

Kendi kültürümüzü kendi ellerimizde yerle yeksan ettik!

Şehrin fikrini hiç almadık, şöyle yapsak nasıl olur diye bir kere dahi sormadık!

Çevremizi allameler, çokbilmişler kuşattı, sormamız gerekenlere, danışmamız gerekenlere sormadan, burnumuzun dikine bir dünya karar aldık, uyguladık! Kilitlendiğimizi bile anlayamadık!

Şehir şimdi ne durumda olduğunu, ne durumlara düştüğünü görmek isteyenlere gösteriyor!

Eğer bu süreçte de, bu şehirde ne eksik, ne fazla, ne yüksek, ne alçak görülemezse, vah bize, yazık bize… Bu süreç hoş bir süreç değil!

Keşke, şehrimizi anlayabilmek, ne yaptık, ne yapamadık diye bir vicdan muhasebesi yapabilmek için,  böylesi ilginç, ölümcül ve kritik bir Koronalı süreç yaşamasaydık!

Çünkü bizler, el ele vermek gibi, bir ve beraber olmak gibi, birlikte hareket etmek gibi güzelim duygular varken, sen dedik, ben dedik, sizden-bizden dedik, bir arpa boyu yol gidemedik!

Korona sanki, yeter bu şehrin çektiği sizin elinizden dedi, şehri bırakın kendi haline, şehir başının çaresine bakar mı dedi bilemiyoruz!

 

İFTAR DAVETLERİ BİTTİ. TABİ GÖRGÜSÜZLÜKLERİMİZDE!

İnsanlar iftar öncesinde, iftar sofrasında ne yiyip- ne içtiklerini paylaşmaktan çekinmemişlerdi.

Üstelik paylaştıkları sayfanın altına yüzlerce beğeni ve yorum gelmişti.

Afiyet olsun, Allah kabul etsin diyenler arasında kimler yoktu, kimler!

Hiç kimsede, bu yorumların altına,

Yapmayın, etmeyin, yazıktır, günahtır, ayıptır, bu yapılan görgüsüzlüğün daniskasıdır,

İftarın reklamı olmaz, yapılmaz diye yazmamıştı!

Kendi çevrelerine, arkadaş gruplarına iftar verenler de çoktu.

Ancak o sofralarda fakir-fukara yoktu!

Bu iftar sofraları da, gazetelerimizin magazin sayfalarında kendine yer bulmuştu.

İnsanlar verdikleri iftarların duyulmasını,

Bilinmesini o kadar çok istiyorlardı ki…

Boy boy fotoğrafları, magazin sayfalarını süsledi.

Ramazanda fakir-fukara için erzak paketi hazırlayanlar, yaptıkları yardımı duyurmak için hiçbir fırsatı kaçırmadılar, reklamın her türlüsünü değerlendirmede birbirleriyle yarıştılar! Onlara da beğeniler ve yorumlar yağdı. Sağ elin verdiğini, sol el görmeyecek diye kimse ikaz etmeyi akıl etmedi! Bunları düşünenlerin ve hayal kuranların hevesleri bu yıl kursaklarında kaldı!

Hepimizin böyle bir derse ihtiyacı var mıydı, böyle bir derse Korona vesile mi, olmalıydı, diye insanlar halen sorup duruyorlar!

 

KAFELER VE NARGİLE OLMAYINCA, DEDİKODULARDA KESİLDİ!

Dedikoduların cirit attığı, her masada kümelendiği, laflardan kuleler dizdiği, sözüm ona derinlere inildiği ve dalındığı,

Lafların uçuştuğu, bir an önce anlatmak için kapışıldığı,

Hatta anında benden duymuş olma diyerek paylaşıldığı,

Ne yapıyorsunuz diye soranlara, gel gel gıybet yapıyoruz,

Muhabbetlerinin tavan yaptığı ne kafeler kaldı,

Ne de nargile adı altında insanların birbirini çekiştirdiği nargile kafeler!

Oh be dedi şehir, dünya varmış!

Bu arada şehirde yaşayan insanların dilinin şiştiğini de söyleyelim ki, laf ortaya düşsün!

Bildiğiniz gibi, her Ramazan’da İstanbul Konya’ya taşınıyordu.

Abone olanlar, abone edilenler, kadrolu sanatçı, kadrolu sunucu, kadrolu programcılar istila etmişti şehri.

Konya kendi çocuklarına, kendi evlatlarına ne zaman şans tanıyacak,

Bu sahneleri, bu mikrofonları ne zaman onlara teslim edecek,

Diye sorulan sorulara bakan da yoktu, aldıran da!

Konya, bilinmeyen, tanınmayan birçok ismi, meşhur etti, yıldız yaptı.

Her yıl kürsülerini, mikrofonlarını onlara teslim etti! Kendi çocuklarını, evlatlarını boynu bükük bıraktı! Bu şehirde ses mi yoktu, yetenek mi yoktu, saz mı yoktu, sanatçı mı yoktu?

Yıllardan beri ne sorular soruldu, ne sorular? İnsan cevap alamayacağı soruları niye sorar?

Demek ki, cevap vermeyenlere, “bu cevap yeterli mi?” denen bir zaman gelecekmiş!

Keşke, her şey kararında olsaydı da,  böyle bir zaman yaşanmasaydı, diyebilirsiniz!

Bu arada, Korona olmasaydı, Konya bizi bekliyordu diyenlerin ahları ve vahları işitilmeyecek gibi değil!

Korona bu vesileyle, Konya’da bu işe yön verenleri, biz bundan sonra şöyle yapsak, böyle yapsak diye düşündürebilir mi?  Dileriz öyle olur! Çünkü, düşünmek için zamanımız boldu, halende o zaman yaşanmaya devam ediyor.

Korona ile başlayan bu süreç, neden bir kırılma noktası olmasın?

Neden yeni bir sayfa açmayalım? Neden yeni başlangıçlar yapmayalım?

Atalarımız “Bir musibet, bin nasihatten evladır” diyorlar ya…İşte tam da o günlerdeyiz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR