Erol Sunat

Erol Sunat

Ambar!

Ambar!


Tarım da ambar tahılın çok üretildiği bölge olarak karşılık bulur, Buğday ambarı denildiğinde ise akla şehrimiz gelir yani Konya…
Ülkemizde halen tahıl ambarı olarak anılır, tanınır ve bilinir.
Şimdi görüyoruz ki bize yetmeyen, az gelen buğdayımızın yüzde doksanını, yani milyonlarca tonunu Rusya ve Ukrayna’dan alıyoruz! Ne oldu ambara! Ambar olmak mazide kaldı.
Buğdayın anavatanı neresi? Anadolu!
Konya ovasında yer alan Çatalhöyük, zamanımızdan yaklaşık on bin yıl önce bu işin ispatı benim diyor.
Ekilen ürünler arasında buğday var, arpa var, bezelye var ve mercimek var!
Bu ürünler on bin yıl önce bu coğrafya tarafından biliniyor!
Anadolu mümbit ovalara, zengin akarsulara sahip bir coğrafya olarak tahıl ambarı olarak anılırken, Konya gibi ambar şehirlerde öne çıktı.
Binlerce yıldır altın renkli başakların, meyvelerin yurdu, bağı, bahçesi oldu bu coğrafya…
Bu coğrafyanın yüzünü tarım güldürdü. Bu coğrafyada yaşayanlar aç kalmadılar, kimseye de muhtaç olmadılar.
Aşık Veysel’in dediği gibi, bu topraklar, ekene, dikene, ona bakana, onu koruyana, kollayana, gözetene “Koyun verdi kuzu verdi süt verdi / Yemek verdi ekmek verdi et verdi / Kazma ile döğmeyince kıt verdi”
Büyüklerimiz de, “Zahirenin ambarı sabanın ucundadır” diye anlatmışlar, özetlemişler meseleyi. Şöyle birkaç yüz yıl geriye gidin, hatta yüz yıl da kabul…
O dönemde, bu coğrafyada pulluğu gören yok, traktörü bilen yok, hatta duyan yok! Varsa da anlatmak başka, gerçekler başka…
Ne mi var? Saban! Bildiğiniz anam-babam karasaban! Bizim neslin iyi bildiği, yeni neslin o da ne diye hayretler ettiği! Ambarların dolmasına az vesile olmamış saban!
Konya ovası, buğday ambarı payesini durup dururken kazanmış bir ova değil!

*****
Ovalar yüzünü güldürmüş bu coğrafyanın. Kendi kendine yeten bir avuç ülkeden biri haline gelmemizin vesilesi bu ovalar ve sahip olduğumuz coğrafya…
Bu coğrafyaya giren pulluk, ardından traktör ve onun çektiği, taşlı tarlaları dahi yola getiren, direncini sona erdiren, toprağı ekebilecek hale getiren pulluklarla, şenlenmiş topraklar, ekene-dikene bereket fışkırmış tarlalardan…Biçerler tarlalara girinceye kadar çok zahmet çekmiş bu coğrafyada yaşayanlar. Sonra biçer-döğerler, biçer bağlarlar girmiş bu güzelim ovalara…
Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer diyenleriniz olacak elbet! Ambarlar buğdayla dolup taştıkça ovanında, insanlarında keyfi yerine gelirdi. Ekmek acaba kaç lira olacak, endişesi yoktu. Ucuz ekmek kuyrukları da…
Ağabeylerimiz bir ekmeğin 820 gram olduğu günleri anlatmışlardı, şöyle 70 yıl kadar öncesine giderek. Dediler ki; Ekmek 820 gramdı ve 20 kuruştu. Çeyrek ekmek 205 gramdı ki, bugünün ekmeklerinden daha ağır ve doyurucuydu. Ustamız bize 10 kuruş verirdi. Kocaman on kuruş denirdi bu paralara. Bu parayla Katıkçı’dan 2.5 kuruşluk zeytin, 5 kuruşluk ekmek, 2.5 kuruşlukta helva alırdık!
Şimdi ekmek kaç gram?
200!
Kaç lira?
Şehrimizde şimdilik kaydıyla iki buçuk lira…Bu gidişle üç lira olması işten bile değil! Üstelik mübarek Ramazan ayı yaklaşıyor. Herkesin özlemini çektiği Ramazan pidesi fiyatları da açıklanmaya başladı. Oruç kafayla pide kavgası yapanların kalmayacağı bir Ramazan bizi bekliyor desek yalan değil!

*****
Ülkemizin ambar şehirleri var…Konya gibi, Adana gibi, Bursa gibi, Malatya gibi, Gaziantep gibi, Hatay gibi, Antalya gibi, Mersin gibi…
Bu şehirlerimizde sektörler birbirine karıştı. Birbiriyle yarıştı. Önce köyden şehre göçün önü açıldı. Sonra, şehirler kabuk değiştirdi, değişime uğradılar. Değişimler planlı programlı olabilseydi olamadı. Kantarın topuzu kaçtı. İşler şirazeden çıktı. Şehirler ne şehri olduğunu şaşırdılar.
Tarım şehri mi olayım, sanayi şehri mi diye düşündüler uzunca bir süre…
Sonra hangi yön işine gelirse onu tercih ettiler. Bazen sanayi şehri, bazen tarım şehri, arada da kültür şehri falan da oldular yalandan….
Ne mi oldu?
Ambarlar dolmamaya başladı. Yetmezse önemli değil, dışarıdan alırız diye yeni yollar, yeni arayışlar icat oldu. Sonrası olan oldu!
En büyük ziyanı kendi elimizle tarıma verdik! Son birkaç on yıl içerisinde, elim hamur, karnım aç hallere düştük! Ukrayna’dan ve Rusya’dan buğday gelmezse millet aç, ekmek şu kadar, pide bu kadar diye panikledik! Savaş oldu, yağ yüklü gemiler, Karadeniz limanlarında mahsur kaldı, çiçek yağı fiyatları patladı! Tarımın ne olduğunu anlamayan kalmadı!

*****
Kendi çiftçimize veremediğimiz paranın iki üç katını ithal buğdaya, fasulyeye, nohuda, mercimeğe verir olduk!
Tarla zebil, ürün zebil, arada biz ziyan olduk!
Nasıl dolsundu ambarlar?
Hoş dolsa dahi alan mı var? Soran mı var?
İki kere iki dört eder derler ya…Üç etti, beş etti, elli etti, yüz etti, Matematik sonunda pes etti!
Anladık ki; Üreten kazanmadıkça, üreten zarar etmedik çok şükür demedikçe, tüketenin ucuza bir şeyler alması mümkün görünmüyor!
Tabi birde yolumuzun üstünde asalaklar var, zehirli sarmaşıklar var, dikenler var, kara çalılar var!
Onlar kim mi?
Aracılar, açıkgözler, fırsatçılar, aç gözlüler! Adına ne derseniz deyin!
Halden anlamayanlar, dilden anlamayanlar, aç ne, açlık ne, yokluk ne bilmeyenler!
Bunları kolundan tutup o yoldan savurup atmadıkça, yollar temizlenmeyecek, rahata ermeyecek, insanların yüzü gülmeyecek!

*****
Ambarlarımız sebzeyle, meyveyle, tahılla dolar mı dolar! Tarıma ve hayvancılığa vefa göstermeyi seferberliğe dönüştürmenin yolu, tarım ve hayvancılığa gönül vermiş olan köylümüzü ve çiftçimizi tarlasında, bağında bahçesinde unutmamaktan geçiyor.
Tarıma özel, hayvancılığa özel indirimler şart. Üretime teşvik şart. Üretilen ürünün garantisi benim demek şart. İnsanlar mazotla, gübreyle, elektrikle, hacizle, borçla, senetle boğuşa boğuşa duman oldu. Hem kendinden vazgeçti, hem tarımdan…
Köylünün ve çiftçinin elindeki ürünü üç kuruşa kapatan açıkgözlerin, aç gözlülerinin gözü bildik bileli doymadı. Özellikle market fiyatlarındaki fahiş fiyatlar, bu ürünler bizim ülkemizde yetişmiyor mu sorusunu az sordurmadı!
Ne mi oldu? Hiçbir şey!
Ambarlarımız kan ağladı. Ürünler üreticinin elinde kaldı. Aynı ürünlerin ithalleri raflarda bu işin keyfini sürüyor! Elinden üç kuruşa alınmaya çalışılan ürünün kat be kat üstündeki fiyatlarla üstelik!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Erol Sunat Arşivi

Mayıs

01 Mayıs 2024 Çarşamba 00:02

Sazan

17 Nisan 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR