Bir olana nedir ki mesele?
Türk Milleti sevdiği adamı asla unutmaz. Unutmadığına da toz kondurmaz. Gazi Mustafa Kemal Paşanın yerine onun için kimseleri koyamadı. Onunla, bir enkazın altından yeni bir Türk Devleti, Türkiye Cumhuriyeti dünya sahnesine nasıl çıkar meselesini çözdü. Birikmiş ne kadar meselesi varsa hepsini aştı, düzlüğe çıktı.
Mesele çözümünde, kimin elini, gövdesini, yüreğini taşın altına koyduğunu, insanların ve ülkenin yüzünün nasıl güldürüldüğünü o yıllarda bizzat yaşayarak ve şahit oldu. Aşkla, şevkle, elbirliğiyle çözüldüğünde, çözülmeyen meselenin kalmayacağı gerçeğini de o yıllarda gördü.
İnsanların çözebileceği mesele vardı, çözemeyeceği mesele vardı. Çözemeyeceğin her ne varsa yanında ben varım diye dağlar gibi heybetli ve güçlü ve sözünde duran bir irade gördü Türk Milleti.
Bir olana nedir ki mesele, dedi herkes…
O mesele ne göze gelirdi ne de düşerdi dile…Her düğüm çözülürdü verilince el ele…
Mesele durup dururken derinleşmedi. Sizin meseleler hem çok hem derin, kolay kolay bitmez diyorlar. O günlerden bu yana yüz küsur yıl geçmiş…İkinci yüz yıla dönülmüş…
Meselemiz atla deve değil…Ne istediğimiz belli…
Meselemiz geçim….
Sıkıntımız dur durak bilmeyen fiyat artışları…Sıkıntımız az biraz anlayış…Az biraz sükûnet…Az biraz yalnız kalmadığımızı, olmadığımızı, bizleri bir düşünenin var olduğunu hissetmek…Az biraz ilgi…Az biraz ne derdiniz var diye sorulması…
*****
Mesele kimine göre derin…
Kimine göre öyle böyle değil…
Kimine göre, bir ucundan çözülmeye başlansa, mesele denen her ne varsa kendiliğinden hale yola girmesi işten bile değil…
“Bu dert beni iflah etmez öldürür” gibi bir şeyler mi söyleyelim.
İflah olma zor ve kötü hallerden kurtulma, iyileşme olduğuna göre…
Neredeyse yılın ortasına geldik geliyoruz…
Hâlâ ne meselelerden kurtarabildik yakamızı ne de derinlik denen o mevzudan…
Anlatamadığımız ve anlaşamadığımız ne mi?
Bazı meseleler var ki, o meseleler bizim boyumuzu aşıyor, onların teminatı, söz vereni, bırakın o meselelerin icabına ben bakacağım, ben çözeceğim denilenler.
Mesele denen düğüm tam da oralarda düğümlenip kalıyor.
Derinlik denen yaklaşım, işin tevatür tarafı…
Meseleler bir su birikintisi bile değilken, göl oldu. Suyu serin, mevzusu derin hikayeler yazıldı bu sonradan olma göl üzerine…Göl büyüdü, büyüdü…Dibi bataklık, düşeni Allah kurtarsın, her düşen başının çaresine baksın denilen bir manzaraya dönüştü…
*****
Mesele ve derinlik…Müslüm Baba rahmetlide, bayağı uğraşmış derinliklerle ve ortaya o güzel, o içli, o hüzünlü “Benim meselem” şarkısı çıkmış…
Ah Müslüm baba ah... Mesele benim değil, senin değil, bizim yani hepimizim meselesi.
Meselenin halli kolay olanını zaten çözdük, çözüyoruz…
Asıl mesele derinlerde…
Ayağımıza dolaşmış, boyumuzu aşmış…
Toparlamak bize kalmış…
İşin içinde kurtulmaya çalışmakta…
Çaresizliği bertaraf etmekte…
Enflasyonla savaşmak, zamlara karşı durmak da…
Bunlar bizim meselemiz mi?
Değil elbet…
Niye mi bize kaldı?
Şairin dediği gibi….
İşte öyle…
Sen ne söylersen söyle, bu hayat geçmez böyle demiş ya bir başka şair…
Ya şiirlere vurduk kendimizi ya türkülere ya da şarkılara…
Yandık diyoruz, yanmışız diyoruz, yana yana kül olduk diyoruz.
Ne diyordu Müslüm Baba?
“Bu benim meselem derin mesele / Ezelden ebede giden meselem”
Müslüm Baba yüklendi o derin meseleleri, çekti gitti, dönüşü olmayan o yola…
Keşke bu kadar dertler ve meseleler birikmeseydi. Keşke her mesele tatlılıkla çözülse hallolsaydı.
*****
Çözülmeyen ne varsa öylesine birikti ki…Dağ gibi derler ya, o misal…
Dağ gibi meselesi olanın yanında, dağ gibi duran yoksa, mesele ne yapsın, meselesi olan varıp hangi kapıyı çalsın?
Dağlar ki, ulu dağlar, yalçın dağlar, başı pare pare dumanlı dağlar…Kapısına varana bir baksalar…Kapısını çalana, o kapıları açsalar…Duy beni diye seslenenleri bir duysalar…
Tavşan daha küsmüş dağın haberi olmamış falan derler ya…
Dağın bir şekilde her şeyden haberi olur…
Mesele dağı saran kuşatanlarda…
Onların önceliklerinden, asıl meselelere sıra gelmiyor diye konuşanları şimdiye kadar duymuş olmalıydı dağ…Ne duydu ne gördü. Sessizce ağlayan mor sümbüllü bağları da…
Mesele ne mi?
Mesele meydanda…Mesele ortada…Meselenin aciliyeti beklesin, az daha sabredilsin denecek noktada değil…
Yoruldu insanlar, kırıldı, incindi…
Parası yok…İşi yok…Elinde avucunda ne varsa çoktan bitti…Borç gırtlakta…Kartın ekmek alacak gücü dahi şüpheli…Kira ne varsa alıp götürmüş…El elde baş başta kalınmış bir hal…
*****
Hangi mesele mühim, hangi mesele çok daha önemli?
Hangisi daha derin?
Bir de derler ki kulağı var yerin…
Kulak ve yer…
Bir araya gelmeleri, ne kadar zormuş meğer…
Ne yerin ne bakıp bakıp geçenlerin kulağı falan yok…Olsalardı duyarlardı…
Mesele duymamaları…
Mesele duymaktan imtina etmeleri…
Ne yapsın insanlar?
Pazara markete varası yok…Enflasyonla, fiyatlarla arası yok…Cebinde, cüzdanında parası yok…
Ne senin meselen anam-babam diyecek olanlar uzunca bir süredir kayıp. Bizim meselelerimiz de böyle şeyler işte…Kimsenin göresi yok…Duyası yok…Belli ki, biz diye bir meselesi yok…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.