Gülün ahı
Rahmetli Faruk Nafiz demiş ki; “Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok / Bir yer ki, sevenler, sevilenlerden haber yok…”
Gül hazin, sümbül perişan denen bir durum...
Sevenlerin ve sevilenlerin olmadığı yerde kimler mi olur?
Yaygaracılar, yalancılar, goygoycular, şarlatanlar, vara yoğa ahkam kesenler, sözüm ona medeni cesareti yüksek diye öne sürülenler…
Onların olduğu yerde de zakkum kendini gül oldum sanır. Karga, bülbül olmaya soyunur, konar zakkum dalına…
Güle gelince…
Garip mahsun ve yalnız bir halde duvar diplerinde açıyor artık…
Bülbül, gülün açtığı gözden ırak duvar diplerinin yakınlarında…
Mesele, bizim neyi, nasıl ve nerede aradığımızda…
Ardından da diyoruz ki, “Gül sandım zakkumu, gülün ahı var…”
Zakkumu gül sandığımızın, gül yerine koyduğumuzun, bülbülü görmezden geldiğimizin bal gibi de farkındayız, gülün ah ettiğinin de…
Bir yemin ettim ki dönemem mi diyeceksiniz?
Kaç gemi yaktığınızı, nereleri yıktığınızı, kaç kalbi kırdığınızı ne zaman söyleyeceksiniz?
*****
Temiz, dürüst, doğru insanlar başımızın tacı diyenler neredeler? Onlardan birini ya da birkaçını göreniniz oldu mu?
Nereye kayboldular diye merakta mı eden yok?
Doğru ve dürüst insanı severim yanımda bulundurmam diye söylenen yarı şaka yarı ciddi tekerlemelerin şaka tarafı gitti, yerine ciddi tarafı mı her yeri kapladı?
Temiz insan denilene, her gün banyo mu yapıyor diye takılmaya başladığımızı ne çabuk unuttuk?
Temiz insanlarla içten içe bir alıp veremediğimiz mi var diyenler, sizce de git gide haklı çıkmaya başlamadılar mı?
Oysa onların doğruluğuna…
Kadirşinaslığına…
Hak bilirliğine…
Hukuktan yana olan tavırlarına…
Adalete olan inançlarına o kadar çok ihtiyacımız var ki…
Lakin o aradıklarımız yoklar…Bazıları bir daha hiç gelmeyecekler…
Nerede kaybettik onları ya da küstürdük?
En son ne zaman hiç olmadık bir nedenle kırdık kalplerini?
Kaçının yetişemedik cenazesine, kaçı kırgın ve küskün gitti öbür dünyaya?
Biz yine neler ettik? Bu kaçıncı baltayı taşlara vuruşumuz? Bu kaçıncı keşke diye başlayan pişmanlıklarımız?
Bu kaçıncı?
*****
Gerçeklerden ve hakikatlerden konuşulmaya başlandığında…
Kimimize daral geliyor…
Kimimiz esniyor…
Kimimizi hafakanlar basıyor…
Kimimiz nerden düştüm buraya, bitse de gitsek havalarına bürünüyor…
İçinde yalan olmayan, dedikodu bulunmayan, arada bir küfürle karışık cümleler kurulmayan muhabbetler bizi sarmıyor.
Kendi özümüzle, kendimize ait edebi ve sanat değerleriyle vaktiyle kurulmuş olan o gönül köprülerinin yerinde yeller esiyor.
Var olan köprüler yıkık dökük, tamire muhtaç. Tamire niyet eden yok, tamir ederim diyenin tamirle alakası yok.
İşi gırgır şamataya dökmüşüz…
Gerçeklerden kaçmak uğruna kendi kültür değerlerimizle yüzleşmemek için köşe kapmaca oynadığımızı duymakta istemiyoruz, duyulmasını da…
Güzel sözlere, güzel şiirlere, Türk Sanat Müziğinin o engin nağmelerine hasret kaldık.
Şöyle Kürdilihicazkardan, rahmetli Sadi Hoşses’in bestelediği, rahmetli Faruk Tınaz’ın seslendirdiği “Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey” şarkısını bir dinleyin isterseniz.
*****
Keşke demek zevahiri kurtarabilseydi, binlerce kez keşke der, hatalarımızı keşke havuzuna atar, ruhumuzu rahatlatırdık diye düşünenler her zaman var oldular.
Keşke geriye dönüşü olmayan bir kelime…Çaresizliğin bir ifadesi…Ne umut verebiliyor ne de teselli edebilen bir tarafı var. Keşkeler olmasa da yine de yapılabilecek bir şey olmalı diye düşünülmesi gereken günlerdeyiz aslında.
Yok gibi…Olmaz gibi…İmkânsız gibi…Mümkün değil gibi…Kelimeler aşılmalı artık…,
Kaldı ki, keşke dahi dense, istenildiğinde keşke kavramını durduran, kenara alan güzelliklerin yaşandığı ve yaşanabileceği bir ülke Türkiye…Yeter ki istensin…
Gerçeklerle yüzleşmek yerine, keşke, fakat, amma, lakin, ancak gibi kelimelere sığınma çırpınışlarımız devam ediyor olabilir…
Yanlış hesap Bağdat’tan döner gelir mi?
Gelir…
Nerelerden dönüp gelmişlerdeniz…
Elimizde dostluğumuzdan ve kardeşliğimizden başka ne var?
Ne kaldı?
Yetmişinden sonra o kadim dostluklarımızı paramparça etmemizi bekleyenler, daha çok bekler…
Boş verin…
Keşke demeyi biraz da bizden başkaları desin dursun…
Keşke ah alıyor diye avunuruz belki…
*****
Gülün ahı, az uz bir ah değil…
Gül; kültürümüzün, dilimizin, davranışlarımızın, yaklaşımlarımızın, nezaketimizin bir sembolü…
Biz gülü unuttuk…
Zaman zaman sildik attık…
Bugün, o solan bahçelerde gül yok, bülbül yok. Gülün kokusunu, duruşunu, zarafetini ve güzelliğini zakkum da aramak gibi bir yanlışı ısrarla sürdürüyoruz.
Gül ah etmese de güle hayat veren ah ettiyse, kim kurtaracak bizi?
Zakkum mu?
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.