
Mehmet Bülent Paköz
Müzikte ilham
Müzik deyince elbette konumuz Türk Müziği.
Nihavend bir eserin hepimizin bildiği o meşhur nakaratı:
“Her yerde sen, her şeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem…”
İlham… bu nasıl anlatılır değil mi?
Çok beğendiğimiz bir tabloya baktığımızda ya da duygularımıza eşlik eden bir şarkıyı dinlediğimizde… içimizden şöyle geçiririz: Kim bilir bu resim nerede, hangi duygularla yapıldı; bu şarkı ne zaman, nasıl bir ruh haliyle bestelendi…
Ve sonunda, ister istemez hayretimizi ve hayranlığımızı gizleyemeden,
“Harika eser!” deriz.
Aslında bu duygular, bizi etkileyen her sanat eseri için geçerlidir.
Hangi eserin sahibine sorsanız, ilhamını tarif edemez.
Kubbealtı lügatinde, İlhamın sözlük anlamını: “Ruhta meydana gelen ve yaratıcılığa iten coşku, içe dogma, esin” olarak vermiştir.
Bir Türk Müziği konseri sonrasında arkadaşım, merhum Bestekâr Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça’ya, “Efendim, bu eserleri bestelerken nasıl bir ilhamla yapıyorsunuz? Bizi bu konuda aydınlatabilir misiniz?” diye sormuş.
Nezaket timsali Bestekârımız ise tebessüm ederek şöyle demiş:
Evladım, biz kâtip gibiyiz; bize yazdırılıyor.”
Musiki sohbetleri adlı Saadet Güldaş Hanımefendi’nin hatıralarından oluşan kitapta Tanbûrî Bestekâr Sayın Erol Sayan’la yapılan bir sohbette ise “İlham nedir?” sorusuna, “İlham diye bir şey yoktur,” diyerek cevap vermiş.
“İlham dediğimiz şey, beynimize topladığımız melodik tınılardan elde ettiğimiz ürünlerdir,” diye de eklemiş.
İlham konusuyla ilgili çok fazla soru ve cevaba rastlamak mümkündür.
Türk Müziği’nde bir eser ortaya koyabilmek için, form, usûl, dikte, perde, makam seyri gibi bir çok bilgiye sahip olmak gerekir.
Kıymetli Bestekâr Sayın Erol Hoca’nın da dediği gibi, ciddi bir donanım şarttır.
Kimin bilgi havuzunda ne varsa, elinden ve dilinden o minvalde bir eser ortaya çıkar.
Ancak melodik birikim ve her türlü müzikal donanımın birbirine eklenerek istenilen sıralamaları yapsak bile tek başına bir eser ortaya çıkmaz. Yapılan şey sadece bir araya gelmiş fiziksel yapıdan ibaret kalır.
Eser bütünlüğü ruh işidir. Ve insanda “ruh veren” yaratıcılık esması bulunmaz.
Allah (c.c.) yaratır; insan yaratılanı keşfeder. Kısaca “Var olan var eder, var edilen var olanı keşfeder”.
Günümüzde bu süreç büyük bir emeğin ürünüdür.
Allah (c.c.) emeği zayi etmez. Emek verenin cinsiyetine, inancına da bakmaz. İnanç mevzu başka bir değerlendirme konusudur.
Hz. Adem yaratılırken, toprak ve suyun harmanlanmasıyla şekillenen fiziki yapı, dahili ve harici olarak tüm donanımıyla yerli yerinde olmasına rağmen hâlâ hareketsizdi.
Şeytanın, insan formuna ayağıyla vurduğunda “testi gibi” bir ses çıktığı rivayet edilir.
Ta ki “Hay” olan Yaratıcı, şekil verdiği insana kendi ruhundan üfleyene kadar.
İşte o zaman Hz. Âdem can buldu, hareketlendi. (TDV Yay. M. Asım Köksal – Peygamberler Tarihi)
Kerim Kitabımızda geçen “Allah (c.c.) ilham etti” (Nahl Suresi 68,69 vb.) cümlesi, aslında ruh üflemekten başka bir şey değildir.
Buradan hareketle, bir bebeğin anne rahminde hayat bulması için de Yaratıcının, kendi ruhundan ona hayat vermesi gerekir.
Hayat bulan bebeğin gelişimi, eğitimi, hayata atılımını ilk adımda ailesi belirler. Kısaca ruh vermenin dışında her şey Bestekârının işidir.
Bizde var olan yetenekler de Yaratıcıya aittir. Bu yolda yaptığımız işler bize kolaylaştırılır.
O’nda var olan Esmalardan, bizde dilediği kadarını tecelli ettirmiştir.
Yaratıcı nasıl kendi hayatını bizimle paylamışsa, insanın odaklandığı işine ve edindiği birikimine verdiği emeğe de ilham olur.
Böylece ilham, insan için birer ikramdır.
Bu ikramla insanın kendi elinden, dilinde bir şeyin zuhur etmesi, insan için büyük bir mutluluktur.
Üretme isteği ve ilhamla ortaya çıkan eserler, insana hayatta kendi kendine yetme huzuru verir.
Bu huzur, ruhun bedende kalma iştiyakını artırır.
Bedenle ruhun teması, ruhun muhtevasında olan ikramlardan nasiplenmemizi sağlar.
Yaradan’ın razı olacağı ilhamlarımız bol olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.