Erol Sunat

Erol Sunat

ORUCA SIĞINMA HİKAYESİ

ORUCA SIĞINMA HİKAYESİ

Uzun uzun zaman önce şehrin birinde, mübarek Ramazan ayı gelmiş çatmış. Bu şehirde oruçluyken melek huylu insanlar olduğu gibi, oruca sığınıp olmadık işler yapan, insanları üzen, keşke olmasaydı, yapmasaydı, yapılmasaydı denilen olaylar yaşanırmış.

Efendim, esnaf için müşteri velinimet denmiştir. Ta…o dönemlerden beri , ”Müşteri velinimetimizdir” diye levhalar asılırmış dükkanlara.

Hele ki Mübarek Ramazan ayında izzet ikram daha da fazla olurmuş. Çay kahve ikram edemedik amma, bizim ikramımızda tatlı dilimiz, güler yüzümüz neden olmasın denir ve öyle karşılanırmış müşteri.

Herkes böyle değilmiş tabi...

Bazen müşteri sığınırmış oruca, bazen de esnaf!

Bu sığınma hoş değilmiş, değilmiş amma…

İnsanlar bir anda ne yaptıklarını unutur, en olmayacak şeylere patlar, kazı koz anlar, oruca sığınıp küfreder, itişir, yumruklaşır, hakaret eder, muhatabının yakasını toplar, ayırmaya kalkanları dahi silkeler atarlarmış bir kenara.

Arada mahallenin büyükleri, sözü geçenleri araya girer, yazıklar olsun, mübarek Ramazan’da bu olur mu, bu yapılır mı, insan kalbi kırılır mı, insanlardan utanmıyorsanız, Allah’tan korkun, utanın diye olaylara müdahale eder, yatıştırır, insanları barıştırırlarmış.

Hali vakti yerinde, sözü şehirde bir hayli geçerli zatın biri, evlerinden birini boyatmak istemiş. Sormuş soruşturmuş, demişler ki, falan yerde, bu işleri yapan bir usta var. Hem adamı çoktur. Hem bu işi ondan daha iyi yapan da yoktur.

Adam,  fazla da tanınmak istemiyormuş. Tebdili kıyafet eylemiş. Varmış o dükkana. Selamünaleyküm demiş, sen filan usta mısın?

Usta biraz da alaycı, tamam demiş o benim, benimde senin derdin ne ağa?

Adam, benim demiş falan yerde bir evim var, onu şu renklerde boyatacağım, temiz olsun, parası-pulu önemli değil.

Usta tamam ağa demiş, renk demiştin ya, senin saçın rengine benzesin mi?

Müşteri bir an için şaşırmış, duraksamış hem saçı yokmuş, hem de bu tavır, bu yaklaşım oldukça ağır gelmiş!

Sen demiş benimle alay mı ediyorsun?

Yok canım, espri olsun dediydim!   

Ne biçim bir espri bu…Beni tanıyalı daha ne oldu , utanmıyor musun?

Espri dedik, ağa! Şaka dedik! Anlamaz mısın?

Sen bütün müşterilerine böyle mi yaparsın?

Sana ne ağa? Keyfimin kahyası mısın? Ne olmuş, takıldık işte!

Terbiyesizleşme! Senin dükkanına gelen, senin misafirindir.  Bak, “Müşteri velinimetimdir” diye kocamanda bir yazı asmışsın. Hem de mübarek ramazan da, yaptığın doğru mu?

Ramazana lafım yok!  Madem öyle, çık git dükkanımdan ağa!

Yazık, birde seni övmüşlerdi. Seni şikayet edeceğim, bir daha değil bana, hiç kimseye böyle bir davranışta bulunamayacaksın!

Defol git ağa…Elimden bir kaza-bela çıkacak!

Şimdi gidiyorum, sen yarın görürsün dünya kaç bucak!

Dur ağa dur! Demek ki sen laftan anlamıyorsun öyle mi?

Ustanın ne kadar adamı varsa toplanıp gelmişler çullanmışlar adamın üstüne. Ne oruç demişler, ne Ramazan.  Tekme-sille tokat öyle dövmüşler ki, adamın kolu kırılmış.

Sonra, kargatulumba atmışlar bir sokağa.

Olayları uzaktan takip edenlerden biri, hemen ustanın yanına koşmuş.

Ustam demiş öyle yanlış bir iş yaptın ki…

Yeminle ocağın söndü.

Az önce araya alıp kolunu kanadını kırdığınız, eşek sudan gelinceye kadar dövdüğünüz adam kim biliyor musun?

Usta, kimse kim demiş, az biraz ters tarafıma geldi. Olmasaydı amma, oldu bi kere…

Ben sana yandın diyorum, dükkanın başına ters kepçe gelecek diyorum. Adam bir sözüyle, hepinizi buradan sürdürür, süründürür diyorum, anlamıyorsun!

Usta adamı bir araştırmış ki, aklı başından uçmuş…

Eyvah demiş, ben ne halt ettim. Yandım ben, bittim ben, öldüm ben. Kaçsam, şehrin dışına çıkmadan yakalarlar. Atarlar zindana, ömür boyu çıkamam.

Dükkana gelenlerden birisi, Usta demiş bu adamın sözünden hiç çıkamadığı, pek sevdiği yaşlı bir adam vardır. Varalım ona anlatalım derdimizi, iftar sonrası meseleyi halledelim. Yarın sabaha kaldı mı, bu şehirde ne sen kalırsın, ne çırakların ne de ailen!

Usta ve yanındakiler, hemen o denilen adamı bulmuşlar. Kapısında ağlamışlar. Usta hem ağlıyor, hem de korkudan boncuk-boncuk terliyormuş.

Yemin olsun babacığım bir daha birine şaka yaparsam, elimi kaldırırsam, ellerim kırılsın, kötü söz söyleyen dilim tutulsun diye yalvarmış, yakarmış.

İftar sonrasında eli ayağı sarılı hatırlı adamın yanına, o hiç kıramayacağı adam çıkmış gelmiş.

Ben senin demiş rahmetli babanın arkadaşıyım. Beni baba bildiğini de bilirim. Bugün bir olay yaşanmış. Usta oruçluymuş. Sahurda uyumuş kalmış, senin anlayacağın açlık-susuzluk başına vurmuş. Oruca sığınarak yapmış bir cahillik. Ne yaptığının farkında değilmiş.  4-5 sabi çocuğu varmış. Aşağıda ağlayıp duruyor.

Mübarek Ramazanın hatırına şikayetçi olma! Usta da, çırakları da çok pişmanlar. Hepsi senin kapının önünde ağlaşıp titreşirler. O gariplerde oruçluymuş.  Yaptık bir cahillik. Affetmek büyüklüğün şanından, büyüklük onda kalsın, affetsin, bağışlasın bizi diyorlar!

Eli ayağı- sarılı hatırlı adam, iyi de baba demiş,

Benim oruçlu olduğumun bir önemi yok mu?

Beni yumruklayan, tekmeleyen, küfreden onca insan oruçlu değiller miydi?

Benimle alay eden, hakaret eden, üzerime yürüyen onlar değil mi?

Hem seni nasıl buldular?

Bu ne biçim insanlık?

Bu ne biçim Müslümanlık?

Özrü kabahatlerinden büyük olan bu insanlar için, en son gelecek insan, ilk önce geliyor!

Bu insanlardan biri kalkıp yapmayın, etmeyin bugün Ramazan biz ne yapıyoruz neden demedi?

Ben ortalarına almış döverlerken dışarıdan geçenler, şahit oluruz diye her biri bir tarafa neden kaçtı gitti?  Hiç biri mübarek Ramazanda böyle yapılır mı diye beni neden almadılar onların elinden?

Beni karga tulumba götürürlerken,

Sokağın ortasına atarlarken,

Hiç kimse de, kapısını açıp, neden dışarıya çıkmadı?

Herkes neden sadece pencereden baktı, seyretti?

Onlarda oruç değiller miydi?

Onlarda Ramazan ayında olduğumuzu bilmiyorlar mıydı?

Baba dostu adam, hepsi tamam, hepsi güzel anlaşıldı demiş. Sen şimdi şikayetçi olmayacaksın değil mi?

Şimdi ben onlara, dedim ki, ben onu ikna ederim, beni kırmaz, önümden geçmez şikayetçi olmaz, bildiğiniz gibi değil, çok iyi bir insandır. Hadi kırma babam dediğin şu ihtiyarı…

Hatırlı adam, bak babam demiş, sen böyle haksız, terbiyesiz, hadsiz, insanları korumaya, onları savunmaya gelmezdin, nasıl olduysa çıkmış gelmişsin, lakin bu şekilde gelmeye devam edeceksen bir daha hiç gelme bu kapıya. Seni severim, hatırını kırmak istemem, geldin, meramını anlattın, bende dinledim, haydi uğurlar ola…

Şehir şehire, müşteri müşteriye, esnaf esnafa, Ramazan Ramazana, insanlar insanlara, mağdur mağdura benzer derler.

Ol bu hikaye bir kıssadır. Her kıssadan bir hisse almak hoştur denmiştir. Ne kimse darıla, ne üzüle, ne de üzerine alına…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir başka zaman çok daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah!

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR