Erol Sunat

Erol Sunat

Ozan’ın Hikayesi

Ozan’ın Hikayesi

Uzun uzun zaman önce, memleketin birinde, güzel saz çalan, güzel sesli aşıkların, şairlerin yaşadığı bir şehir varmış. Bu aşıkların namı memleketin her tarafında bilinir, bir çok şehir onları davet eder, onları dinler, onlarla hasbihal eder, onlarla tanış olurmuş.

İşte o aşıkların en meşhurlarından biri, karısı ve henüz bir yaşlarındaki oğluyla davet olunduğu şehre kervanla giderken, haramiler basmış kervanı. Kervanda herkes ölmüş, o çocuğa da haramilerin başı  kıyamamış, sağ bırakmış.

Küçük çocuk babasının sazı önünde, ana ve babasının cansız bedenlerinin arasında kalmış, başlamış ağlamaya. Yarım saat geçmeden muhafızlar yetişmişler. Muhafız Başı aşığı tanımış. Onun sazını ve oğlunu almış, aşığın memleketine getirmiş. Akrabalarından hiç kimse, küçük çocuğa sahip çıkmamış.  Bazıları da, yarın bu çocuğa baktık diye haramiler bizi yolda belde sağ bırakmaz diye konuşmaya başlamışlar. Ölen aşığın yaşı yetmişe varan ustası, verin o sabiyi bana demiş, ben bakarım.

Yaşlı usta, üç kızını, iki kız yeğenini alıp, çocuğu teslim aldığının ertesi günü şehirden çıkıp gitmiş.

Nereye gittiğini sır gibi saklamış. Ustanın kızları yeğenleri, küçük çocuğun etrafında pervane olmuşlar. El bebek, gül bebek büyütmüşler. Ana ve babasının yokluğunu unutturmak için ellerinden ne geliyorsa yapmışlar. Gittiği diyarda çocuğa bir süt anne bulmuşlar. O süt anneye de çocuk dahil, diğer kızlarda ana diyorlarmış. Kadında yaşlı ustaya baba diyormuş.  

Gence küçük Ozan demişler. Ağlarken saz sesi duyduğunda susarmış çocuk. Daha büyüdüğünde eline saz verildiğinde, başka oyuncak aramadığını görmüş ustanın küçük kızı. Süt anne onlardan hiç ayrılmamış. Ozan, hem süt annesine hem de ustanın kızlarına ve kız yeğenlerine de ana diyormuş.  O diyarda ona altı analı çocuk diyorlarmış. O gün için evli olmayan kızlar onu evlatları bilmişler. Çocuk on yaşlarına geldiğinde hepsi evlenmişler. Süt anne basmış bağrına Ozanı. Kızlar evlenmişler amma, evladımız dedikleri çocukla ilgilenmekten geri durmamışlar. Ozan, doğan bütün çocukları ağabeyi olmuş. O çocukların her biri onu ağabeyleri olarak bilmiş ve sevmişler.

Yaşı on sekize doğru geldiğinde, sazın teline öyle bir vurmaya başlamış ki, dinleyenler sazın teline böyle güzel vuranı, böyle insan ruhuna işleyen bir sese sahip olanı ilk defa duyuyoruz demişler.

Yaşlı Usta, oğul demiş, ben rahmetli babanın da ustasıydım. Rabbim sana da ustalık yapmayı nasip etti. Ustalık da adettendir, usta bütün hünerlerini çırak ve kalfalarına göstermez. Lakin ben bu kuralı bozdum. Sen bana son demlerimde öyle eşsiz bir oğul oldun ki, ne biliyorsam sana öğretmeye karar verdim.  Amma sen kendini öylesine geliştirdin, üzerine öyle güzel şeyler ekledin ki, ne diyeyim, seni her dinlediğimde, işte dedim senin yerini alacak delikanlı.

Genç ozanı kim dinlese, hay maşallah demişler, böylesini ne gördük, ne işittik. Her şey küllenmiş diyerek, dönüp kendi şehirlerine geri dönmüşler. Delikanlının ünü Payitahta genç Sultana kadar ulaşmış. Sultan onu dinlediğinde, sen demiş bundan böyle bu sarayda oturacaksın. İstediğimde bana çalacaksın, bana söyleyeceksin. diğer zamanlarda da Payitaht senin sazından ve sesinden mahrum kalmasın, onlara da çal, onlara da söyle…

Sultan yine bir gün çağırmış genç ozanı, çal bakalım demiş, çal da efkârımız dağılsın. Sultan, Sultanın hanımı, sultanın kız kardeşi, vezirler bayağı kalabalık bir topluluk karşısın da, Ozan öyle güzel, öyle yanık türküler çalmaya ve söylemeye başlamış ki, Sultanın dahi gözleri dolmuş.

Ozan herkesi selamladıktan sonra müsaade isteyip kaldığı odaya geçmiş. Geleli altı ay kadar olmuş amma, içinde sebebini bilemediği bir huzursuzluk varmış.   

Birkaç gün sonra yaşlı Usta çıkıp gelmiş yanına. Ozan demişler ustan gelmiş, bayağı da yaşlı amma, ustasıyım deyince aldık içeri.  Baş başa kaldıklarında ustası, evlat demiş, bazı şeyleri öğrenme vaktin geldi. Birincisi bu saray senin için çok tehlikeli. Seni araştıranlar eninde sonunda gerçeği öğrenecekler, maazallah seni sazının telleriyle bile boğup bir köşeye atabilirler, aynen babana yaptıkları gibi. İkincisi senin annen, sultanın babasının yani o devrin sultanının kız kardeşiydi. Babanla kaçtılar. Sultan hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı. Sen doğdun. Baban sen bir yaşlarına gelinceye kadar, hiçbir yere gitmedi. Durumları çok iyi değildi. Hiçte reddedemeyeceği bir teklif aldı. Teklifi verenler, çoluğun çocuğunla gel, hepinizin başımız üzerinden yeri var diye davet ettiler. Gitme dedim, ustam halimi görüyorsun dedi. Sultanın kız kardeşi benim için nelere katlanmadı ki, azıcık rahat etsin diye düştü yollara. Aslında bu bir tuzaktı. İşin içinde senin de öldürülmen vardı. Ancak bu işi üstlenen Harami başı belli kıyamamış sana. Şehirde babanın hiçbir akrabası korkularından seni yanlarına alamadılar. Bende seninle birlikte aldım yanıma en küçük kızlarımı ve iki kız yeğenimi bir gece kervanla çıktım yola, uzak diyarların birinde ücra bir yere yerleştim. Sana bir süt anne buldum.

Bugün niye geldim diyeceksen, yine hiç kimseye görünmeden bu gece gidiyoruz. Çünkü harami başı senin kim olduğunu öğrenmiş. Birkaç gün içinde, belki de yarın Payitahtta olur.

Gecenin zifiri karanlığında yaşlı usta ve genç ozan karanlığa karışıp kaybolmuşlar. Yaşlı ustanın dediği gibi, Harami başı ertesi gün ikindi vaktinden sonra çıkmış Sultanın huzuruna, Sultanım demiş, halanızın oğlu bu sarayda.  Ve olayı tafsilatıyla birlikte anlatmış. Muhafızlar hemen ozanın kaldığı odaya koşmuşlar. Bakmışlar ki oda da kimse yok. Muhafızlardan biri, Sultanım demiş, dün Ustasıyım diye çok yaşlı bir ihtiyar geldi. Elinde bir asa vardı. Zorlukla yürüyordu.

Harami başı bildim onu demiş. Halanızın kocasının ustası. Demek ki ozanı o yetiştirdi.  Sultan muhafızları göndermiş, nereye gittilerse, nereyi aradılarsa onları bulamamışlar.

Sultan her tarafa ferman çıkartmış. Ozan sanki yer yarılmış da yerin dibine girmiş. Gittiği yeri, katıldığı kervanı ne kimse bilmiş, nede görmüş.

Sonunda yaşlı usta ve ozan yıllarını geçirdikleri o uzak diyarın, ücra kasabasına varmışlar.  Ustası ölüm bana erişmeden yapacağım son bir şey daha kaldı demiş. Yıllarca kalmış oldukları evin kapısını çalmış.

Kapı açılınca Ozan bir bakmış ki, süt annesi, anam demiş sarılmış ellerine.

Yaşlı usta bu kadın demiş, süt annen değil. Senin öz be öz anandır. Sultanın kız kardeşidir.  Harami Başına onu öldür emri verilmemişti. Öldür emri babana ve sanaydı. Seni Muhafız başı kurtardı, ananı da ben. Ozan ana demiş, bir daha sarılmış, bir daha. Ana-oğul ağlaşmışlar.

O diyarın Sultanı, o meşhur saz ustasının geri döndüğünü duyunca, onu sarayına davet etmiş. Dinlemiş ve çok memnun kalmış.  Sarayının yanında küçük ve çok güzel bir konak varmış.  Ustan ve ananı da al burada yaşayın, bana yakın ol demiş.

Kader derler ya, bir süre sonra, Sultanın en küçük kızı, Ozana aşık olmuş. Ozan da kızı çok sevmiş. Ozan değişik düşünceler içindeyken, ölmek üzere olan ustası çağırmış. Evlat demiş, babanın yaptığı hatayı sen yapma, kızı alıp kaçma. Var Sultana her şeyi olduğu gibi anlat. Baktın olmaz mı dedi, al, anacığını yanına, muradını başka diyarlarda ara. Sultan’a da ananın ve babanın hikayesini mutlaka anlat. Bu sözler son sözleri olmuş yaşlı ustanın, Ozanın yanı başında ruhunu teslim etmiş, gitmiş o mangal yürekli koca usta. Ustasını toprağa verdikten bir ay kadar sonra, Sultan Ozanı dinlemeye çağırmış, misafirleri de varmış. Herkes mest olmuş. Ozan hakkında, güzel şeyler söylemişler.

Yalnız kaldıklarında Sultan sen demiş kimlerdensin, anlat şu hikayeni. Ozan ana ve babasının başına gelenleri bir bir anlatmış. Anasını süt annesi olarak bildiğini, öz anası olduğunu da yeni öğrendiğini de eklemiş. Sultan, demek ki demiş anan bir Sultanın kız kardeşi ha…Ozan demiş seni evlendirmek isterim. Vezirimin güzel bir kızı var. Duydum ki seni de beğenirmiş. Ne dersin? Ozan hakikati duymak ister misin Sultanım demiş. Ben Vezirin kızına değil, sizin en küçük kızınıza talibim. 

Olmaz derseniz, itirazım yoktur.  Sultan, baban gibi yapmayacaksın yani demiş! Evet Sultanım demiş Ozan, ustam bana böyle vasiyet etti. Bağrıma taş basıp, anamı da yanıma alıp izninizle gitmek dilerim. Sen benden kızımı nasıl istersin, bu ne cüret derseniz de, Allah’a bir can borcum var, siz bilirsiniz demiş. Sultan kararımı haftaya bildireceğim demiş, ancak bu süre zarfında buradan ayrılmayacaksın.

On gün sonra Sultan hem Ozanı, hem de anasını sarayına davet etmiş. Ana-oğul Sultanın huzuruna girdiklerinde ne görsünler. Kaçıp geldikleri diyarın Sultanı, Sultanın yanında değil mi?

O sultan, Ozanın anasının yanına yaklaşmış. Halam demiş ver elini öpeyim. Artık şu meselede bugün burada bitsin. Oğlun benim kardeşim sayılır. Meseleyi biliyorum. Sultanımızdan, kardeşime en küçük kızını istedim. Sultanımızın kızının da gönlü olunca, bana bu nikaha ve düğüne şahit olmak kaldı.

Diyar diyara, Sultan Sultana, Aşık aşığa, Ana anaya, baba babaya, evlatlar evlatlara, Usta ustaya, Harami haramiye, Muhafız başı muhafız başına benzer.

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR