Saim Sakaoğlu söyleşisi: GEÇMİŞTEN BUGÜNE KONYA’MIZIN ÖNEMLİ KÜLTÜR İNSANLARI

Saim Sakaoğlu söyleşisi: GEÇMİŞTEN BUGÜNE KONYA’MIZIN ÖNEMLİ KÜLTÜR İNSANLARI
Hocaların hocası Saim Sakaoğlu ile söyleşimizin altıncı ve son bölümünü sunuyoruz.

Bugün hocaların hocası Saim Sakaoğlu ile söyleşimizin altıncı ve son bölümünü sunuyoruz, çalışmalarına devam eden kıymetli hocamıza da sevdikleriyle birlikte sağlıklı, uzun bir ömür diliyoruz.

Günümüzde halkımız eskiden olduğu gibi masal, fıkra vb. halk edebiyatı ürünleri üretiyor, birbirine anlatıyor mu?

Halkımızın masal üretmesi söz konusu değildir. Ancak bazı okumuşlar daha çok çocuklar için masal yazıyorlar. Fıkra üretimine gelince… Vallahi bu konuda son derece yetenekli bir milletiz. Bir zamanlar Nasreddin Hoca adına bağlanarak anlatılan yeni üretim fıkralar şimdi yerini Temel fıkralarına bırakıverdi.

Hoca adına bağlı olarak anlatılan yüzlerce fıkranın pek azı onun gerçek kimliğiyle uyuşmaktadır. Onun adına bağlanarak anlatılan fıkralar onun gerçek kimliğini zedelemekten başka bir işe yaramamaktadır. Kadılık yapan, çeşitli konularda kendisine danışılan, camide vaaz veren bir kişi adına bağlanarak anlatılan fıkraların pek çoğu özel olarak üretilmiş ve Hoca’yı aşağılamayı hedefleyen fıkralardır. Ancak bu Hoca fıkralarının arasına ona yakışmayan fıkraların sokuşturulmasının tarihi de çok eskidir. Kütüphanelerimizde saklanan onlarca yazmada  bunun yüzlerce örneğini görebilirsiniz. Bunun sebepleri arasında Hoca’yı toplum içinde küçük düşürmek, onu güldürse bile sevimsiz bir kişi kılığına sokmaktır. Yüzlerce yıl önce yazılan bir kitap bunun örneklerinin başlıcasıdır. Deli Birader adıyla da tanınan Mehmet Gazali’nin Dafiü’l- gumum rafiü’l humum adlı eseri rezilliği sebebiyle daha sonraki kopyalarında âdeta temizliğe (!) tabi tutulmuştur.

Ayrıca anlatacağı fıkranın Hoca adına bağlanmasının daha ilgi çekici olacağını düşünen başta aydınlarımız olmak üzere pek çok kişi başka fıkra tiplerine bağlı fıkraları hemencecik Hoca adına bağlayıvermektedir. Bu ve benzer yamamaları bazı Hoca uzmanları tabii karşılamakta, anlatıcılığın gereği olarak kabul etmektedir. Ama Hoca’ya yamanan fıkraların yüz kızartıcı olanlarını da hayatın gereği olarak kabul etmektedirler. Adına anarak sayfalarımızı kirletmek istemeyeceğim bir Hoca fıkraları tüccarı bu sevimsiz olayları Konya sokaklarında da görülebilecek olaylar olarak sunarken kafasının içindeki pisliği de boşaltmaya çalışmaktadır. Hoca’ya yakışmayan her fıkra çalınmış mal gibi hırsızlık ürünüdür, biline.

Temel’e gelince… Bir zamanlar her hafta 250 fıkralık Temel kitabı hediye eden büyük bir gazetemizin yaptığı iş sadece satış sayısını artırmak amacına yönelikti. Bu belki okuyanların hoşuna gidiyordu ama Temel karakterini de yaralıyordu. Yaşayan Temel’e daha ne kadar ekleme fıkra bağlanır bilemiyorum. Ancak insanların gülme ihtiyacını karşılayan bu tipimizi de Hoca gibi yormayalım, yaralamayalım.

Hocam, eserlerinizden en ilgi çekenlerinden biri de 2003 yılında yayımlanan 101 Türk Efsanesi idi. Mesela  göz göze gelip birbirlerine yakın hisler besleyen  gelinle damadın taş kesildikleri bir efsane vardı.  Bu ve benzeri efsaneleri okuyup gerçek olup olmadıklarını  anlamak, izlerini görmek için bu efsanelerin yaşandığı yerlere gitmeyi düşünenleri de duymuştum. Bu kitabınızdan, kitaptaki efsanelerden kısaca söz eder misiniz?

Efsaneler yaşanılmadığı halde yaşanıldığına inanılan olaylardır. İnsanların bazı güzel duygularına cevap veren, onları rahatlatan olaylardır. Bu konuda rahatlatıcı bilgilere ulaşabilmek  için merhum hocamız Prof. D. Hikmet Tanyu’un taşlarla ilgili kitabına bir göz atmanız yetecektir.

      Efsane konusu üzerine eğildiğim günlerde toplayabildiğim bazı efsaneler ile ilgili olarak üç, hatta beş ayrı olayın bağlandığını görünce doğrusu şaşırmıştır. Mesela Meram-Dere arasındaki Kızlar Kayası bölgesiyle ilgili olarak anlatılan efsanelerin sayısı şimdilik beştir. Eğer hemşerilerimin üzülmeyeceğini bilsem ben en az iki üç örnek daha ekleyebilirim! Bir efsane uzmanı olarak başka yerlerde anlatılan ve taşların ruhuna uygun olan yeni olayları uydurmaktan daha kolay ne olabilir ki.

 

Prof. Dr. Muharrem Ergin, 'Dede Korkut Kitabı' adlı eserinin ön sözünde, 'Türk edebiyat tarihinin en büyük alimi Prof. Fuat Köprülü'nün derslerinde söylediği bir söz vardır: Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut'u öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar' demektedir. Prof. Fuat Köprülü'nün bu görüşüne katılıyor musunuz?

Dede Korkud Kitabı gerçekten tam bir hazinedir. Son zamanlarda bulunan yeni bir nüshası/varyantı/yazması epey ilgi uyandırdı ve kısa zamanda birkaç araştırıcı tarafından yayımlanıverdi. 12 Ekim tarihinde Azerbaycan’ın başşehri Baku’da düzenlenen özel toplantıya ben de davetli idim. Gün boyu bilginler arasındaki karşılıklı görüş alışverişleri belki şimdilik tam bir sonuca ulaşamamışsa bile gelecekteki çalışmalar için ortam hazırlamıştır. Bu toplantı ile ilgili olarak 2019 yıllığımda şu bilgileri  vermiştim, oradan alıp sizlere de sunuyorum

. “Kitabi – Dədə Qorqud” dastanına həsr olunmuş Sovet-Türk kollokviumunun 30 illiyinə və  Dastanın yeni tapılmış “Salur Qazanın yeddi başlı əjdəhanı öldürməsi” adlı boyunun müzakirəsinə həsr olunmuş dəyirmi masa Toplantısı, Baku 12 Ekim 2019. Toplantı; Yunus Emre Enstitüsü, Azerbaycan Diller Üniversiteti, Tyurkologiye Dergisi ve Beynelhalk Türk Medeniyeti ve İrsi Fondu tarafından düzenlenmiştir.

      Merhum Köprülü’nün böyle bir sözü olduğunu değişik kaynaklarda okuyoruz. Bu konuda hocam Prof. Dr. Muharrem Ergin’in kitabında şöyle bir notun olduğu kaydedilir ki biz meraklılarına konuyu kendilerinin araştırmalarını önereceğiz;

“Türk edebiyatı tarihinin en büyük alimi Prof. Fuat Köprülü'nün, derslerinde söylediği bir söz vardır; Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u, öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar. Dede Korkut Kitabının değerini ifade etmek için bundan daha güzel bir söz bulmak mümkün değildir.”

            Hemen şunu söylemeliyim ki Prof. Ergin Prof. Köprülü’nün öğrencisi olmamış ve onun derslerini dinlememiştir. Bu görüşü belki de eskilerden dinleyip dil getirmiştir.

Günümüzde öğrenciler bile eser hakkında pek az bilgiye sahipken bu rivayet diyebileceğiz sözleri pek iyi bilmektedirler. Önce, ‘Prof. Köprülü bu sözü nerede ve ne zaman söyledi?’ Acaba bu sözleri söylediğinde sınıfta bulunan öğrenciler kimlerdi? Bu sözün tarihi Vatikan nüshasının bulunmasından önce olmalıdır. Siyasi hayatından mahkeme  safhasına kadar olan dönemlerde onu sınıflarda göremiyoruz. Bu sözün hangi şaheserlerimizi bir çırpıda bir kenara koyduğunu da düşünmemiz gerekir. Hele bir düşününüz, ilk eserlerimiz olan anıtlar, dilimizi kurtaran Kaşgarlı’nın eseri, Has Hacib’in şaheseri, vb. nasıl değersizleştirilir. Evet, Dede Korkut Kitabı bir şaheserdir, bir büyük eserdir ama onu yüceltirken ona destek olan öbür eserlerimizi de küçümsemeyelim. Bu konudaki görüşümüz şöyledir: Evet, Dede Korkut Kitabı bir şaheserdir ama Türk Edebiyatında başka şah eserler de vardır. Onların hepsi bir araya gelince zengin bir Türk edebiyatı oluşacaktır.

Halk edebiyatı adına geçmişten günümüze, Konya’mızda ilk planda öne çıkan değerlerimiz, âşıklarımız, kültür adamlarımız kimlerdir?

Konu çok kapsamlı… Değerler deniliyor, âşıklar deniliyor, kültür adamlarımız deniliyor…Her halde değerlerimiz’den kastımız insanlarımız olmalıdır. Yazarlarımız, şairlerimiz, bilginlerimiz, vb. Bu konuda Sayın Av. Mehmet Ali Uz  tarafından hazırlanmış iki kitap vardrı;  öncelikle onlara bakılması, onların değerlendirilmesi gerekecektir. İşte o iki hazine:

      Konya Kültürüne Hizmet Edenler, Konya 2003.

     Konya Kültürüne Hizmet Edenler / Araştırmacı Yazarlar ve Kurumlar, Konya 2004.

Konya Büyükşehir Belediyesi’nce yayımlanan bu iki kitap hakkında ayrıntıya girmemize gerek yok. İlimizin önemli kitaplıklarında bulunan bu ciltlere kolayca ulaşılabilir. Burada kendilerine yer verilen kişilerin önce hayat hikâyeleri verilmiş, kitap ve makaleleri tanıtılmış, son olarak da her kişinin bir yazısına yer verilmiştir. Bu yönüyle eser aynı zamanda bir makaleler koleksiyonu havasını taşımaktadır. Ayrıca bu yazıların çoğunun  günümüzde kolayca ulaşamayacağımız  eski kaynaklardan alındığını da belirtmeliyiz.

      İlimize temelli gelişimden beri Konya üzerine pek çok çalışmam oldu. Bazen yazı sipariş edildi, bazen ben önce davrandım. Mesela Konya Ticaret Odası’nın aylık dergisiyle aynı adı taşıyan ve bir kitap hacmine ulaşan İpek Yolu dergisinin 2006 yılında yayımlanan IX. kitabında iki önemli maddem / yazım yer almaktadır:

      1. “Konya’da Âşık Edebiyatı”, 465-489.

     2. “Konya’da Halk Edebiyatı”, 415-452.

      Bu iki maddenin değiştirilmiş, gözden geçirilmiş ve genişletilmiş şekillerini Konya Ansiklopedisi’nde de görebiliriz. Bu iki maddeye  daha sonra bir kitabımda da, hem de örneklerini artırarak yer verilmiştir:

     Ansiklopedi Maddelerim: I / Konya Üzerine Maddeler, Konya 2016, s.14-29 ve 67-112.

      Bu son kitabımın bir özelliği de Konya ile ilgili pek çok maddeyi, Konya Ansiklopedisi’nin dışında bir araya getirmiş olmasıdır.

      Konya ile ilgili ilk yazımın  tarihi 1960’lı yılların başına rastlar. İşte o yazımın künyesi:

                        “Gelenekler: Konya Yemek Sofrasına Dair Notlar”, Türk Folklor Araştırmaları, 11 (230), Eylül 1968, 5055-5056.

                        Bu yazım öylesine ilgi gördü ki önce önemli yemek kitaplarına alındı, yemek toplantılarına davet edilmeme yol açtı, vb. Demek ki yayımlanalı 52 yıl olmuş. Oysa benim yazı hayatıma başlamamın tarihi 1957. Lise ve üniversite öğrercilik dönemlerim, lise edebiyat öğrertmenliğim ve Atatürk Üniversitesi’nde halk edebiyatı asistanı olarak yepyeni bir hayata başlamam. Hatırlatmak isterim ki bu alanımla ilgili ilk yazımın yer aldığı dergi, eskilerin çok iyi tanıyacağı Attar Oğlakçı’nın torunu  İhsan Hınçer’in yönettiği bir dergi idi. Daha önce yayımlanan makale ve bildirilerimin yer aldığı 27 klasörden oluşan bir arşivim var: Büyük Konya… Ancak benim böyle bir kitabı bastırmam mümkün olamayacağı gibi, bu yazıların bir bölümü ana kitabımızın bekleme aşamasında başka kitaplarımızın içine alınıverdiler. Kapı kapı dolaşıp, ‘Allah rızası ve Konalıların hatırı için…’ diye başlayan bir cümleden sonra avuç açacak halim yok ya… Nasıl olsa bir gün bizim kitaplara da sıra gelecek(!). Bana bu tarihi ay ve yıl olarak sormayın, sadece gününü söyleyebilirim: Çarşamba.

 

Şu an neler yapıyorsunuz, hangi konular üzerinde çalışıyorsunuz hocam?

   Bu sorunuza cevap verebilmek için kendimi şöyle bir toparlamalıyım. ‘Önce bunları aklıma geliş sırasına göre sıralamalı, sonra da kes-yapıştır yöntemine göre yeniden sıraya koymalıyım’ diyeceğim ama o daha zor olacak. Onun için sadece önemli olanlarını sıralayıvereyim, yeter.

Akademik sayfalara Konya konulu kısa yazılar hazırlıyorum.

Her yıl en az iki meslektaşımla ilgili armağan kitaplarına makale yazıyorum. Bu yıl, genç yaşta kaybettiğimiz öğrencim Yrd. Doç. Dr. Himmet Biray ile halen Sivas’ta yaşayan Yrd. Doç. Dr. Doğan Kaya (e) için iki yazı.

Ankara’daki iki aylı Kültür Çağlayanı’na en az iki yazı.

Yine Ankara’da yayımlanan Kültür Ekseni ve Bilimsel Eksen dergilerine birer olmazsa bile birine bir yazı.

Henüz adını belirlemediğim dış ülkelere yaptığım yolculukların izlenimleri (sona yaklaşıldı)

Yarısını geçtiğim bazı kitaplarım… Sadece küçük ip uçları: Gül, Okay, Maddeler, vb.

Hepsi bitecek mi? Hayır, bitmesi gerekenler var, yola devam diyenler de var.

Zamanı nereden mi buluyorum? 13 Marttan itibaren evimde sürekli çalışıyorum. Olur da polis kardeşlerim görüverirler diye sitenin kapısından bile dışarı adımımı atmıyorum.

Bu arada hatırlatıvereyim, yukarıdaki listeden dört maddeyi siliverdim.

 

Hocam bu güzel sohbet için size çok teşekkür ediyorum, eklemek ya da söylemek istediğiniz başka şeyler var mı? 

Olmaz olur mu? 41 yıl hocalık yapan, ortaokul öğrenciliğinden beri okuyan, lise öğrenciliğinden beri yazan seksen birlik bir hocanın söyleyecekleri elbette bunlar olamayacaktı. Ama  o güzel sözümüzle bitirelim: (Burayı tam üç defa yazdım, her defasında vaz geçtim. Sizler benim ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsunuz efendim.) Sevgili Yusuf, ben de sana gönül dolusu sevgileri ve Kültür Atlası için de tebriklerimi bir kır çiçekleri demeti niyetiyle sunuyorum.

NOT: Bu röportajlara son şeklini verirken Saim hocamızla ilgili güzel bir söyleşi daha ulaştı elime. Türkiye Yazarlar Birliği’nin Kültür ve Sanat Yıllığı/2020 adlı kıymetli almanağında Mehmet Ali Köseoğlu’nun Saim Sakaoğlu ile 20 sayfalık röportajını da okuyucularımıza tavsiye ediyorum.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum