Erol Sunat
Lafa kalsa
Lafa kalsa her şey güzel, her şey tamam, her şey yerli yerinde. Lakin kazın ayağı öyle böyle değil, yangın çatıyı bacayı sardı ne yanana ne yandım diyene bir bardak su veren var…Bu gidişle, Marmara çırası gibi yandık yanacağız maazallah...
Bad-el harab-ül Basra, yani Basra harap olduktan sonra laf lafı mı açar?
Laf laftan mı kaçar?
Her şeyimiz lafa kaldı, lafta kaldı diye laflar deli divane oraya buraya mı uçar?
Lafla gökteki yıldızları vaat edenler düşünsün…
Hal ve ahvalimizdeki çözümsüzlük her geçen gün daha da derinleşiyor.
Ve bizler bu derinliklerde dibe tekrar mı vurduk, yoksa dipten hiç mi çıkamadık diye debelenip duruyoruz…
Ne diyorduk?
Lafa kalsa…
Hayat bize de güzel olsa…
Felek gel diye ıslık çalsa…
Lafa kalsa, efkâr yakamızı bıraksa, hafakanlar basmasa…
Lafa kalsa, talih yüzümüze baksa, kapılar kapanmasa, ardına kadar açılsa...
Bir dörtlükte bizden olsun laflara…
“Lafı attık havaya, başladı tur atmaya… / Biz ezelden meftunuz, yalana inanmaya…/ Girdik hemen koluna, lafı dahi kandırdık…/ Doğruyu çekiştirdik, sonra gömdük toprağa…”
*****
Ziya Paşa merhum, o meşhur beytinde şöyle açıklar lafı; “Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât / Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde”
Yani der ki; onlar ki dünyayı sözleriyle düzene sokmak isterler, oysa onların evlerine gidip bakın, kendi evlerinde bin türlü ihmal ve düzensizlik görürsünüz.
Mevlâna, “Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verilecek bir cevabım var. Lakin bir lafa bakarım laf mı diye. Bir de söyleyene bakarım adam mı diye?” öyle bir kelam etmiş ki, karşısında durana aşk olsun…
Yunus Emre’ye ise şöyle seslenmiş; “Sözü bilen kişinin, yüzünü ağ ede bir söz / Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz. / Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı. / Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz”
Kimimiz lafa karışır, kimimiz laf yarıştırır, kimimiz lafa takılır! Laf yığınları yorgan misali üzerimizde örtülü. Laftan yastık, laftan yorgan, laftan yatak…Az bile lafa bakarak…
Ne diyorlardı?
Laf dumandır uçar gider…
Uçarda nereye uçar? Bir yerde durup dinlenmez mi? Bir dala konmaz mı? Az biraz yorulmaz mı?
Duman bu…”Duman duman üstüne…” deyip türkü bile söyler…
*****
Bir araya gelinir de üç-beş lafın beli kırılmadan olur mu?
Lafı severiz…
Laflamayı severiz…
Laf atmayı,
Lafla sağa sola çatmayı,
Lafa laflar katmayı,
Lafa halay çektirmeyi ve çiftetelli oynatmayı iyi biliriz.
Ağzımızda bakla ıslanmaz mı?
Aman efendim…
Ne baklası ne ıslanması? Sakız baklası falan mı bu laf dediğiniz?
Kim demiş, kim görmüş, kim duymuş…
Ağzında bakla ıslanmayan vardır elbet…
Laf ola beri gele….
Yalana bak, bak hele…
*****
Laf deyince, Milattan öncesine damga vuran eski Yunandan Atinalı Demosthenes ve Romalı Senatör ve hatip Marcus Tullius Çiçero’yu anmadan olmaz.
Bizde ise rahmetli Osman Bölükbaşı’yı yad etmeden geçemeyiz.
Laf bu…
Dala takılabilir…
Çamura saplanabilir…
Yüz güldürebilir…
En olmayacak şeylerin sebebi olabilir…
Barışa yol açabilir…Savaş çıkarabilir…Mutluluğa vesile olabilir…Hüsrana yol açabilir…
İki damla gözyaşı olup sevinçten uçurabilir. Öyle bir elveda olur ki, dönüp baktırmaz geriye…
Kim ne derse desin, kim ne sanırsa sansın, kim laflarıyla kendini bağlasın, kendini aldatsın, laf ne bir yere gider, ne bir yere kaçar, ne bir yere saklanır. Öyle bir ihtimal bize göre olsa da lafa göre yoktur.
Hem nereye kaçacak ki?
Kaçacak, saklanacak bir yeri olsaydı, inanın çoktan kaçar giderdi.
Hakikatlerle buluşamadığı dönemlerden itibaren, o buluşma anını bekler laf…
*****
Laf bizim işimiz diyenlerin elinde ne var?
Laf…
Kolay ederiz…Yarın gel hallederiz…
Sonrası ne mi?
Ben öyle bir şey demedim…Sen yanlış anlamışsın…
Kolay dediysem, o kadar da değil yani…
Laf abi…
Boş bulunmuşuz say…Dil sürçmesi say…Nihayetinde laf işte…
Sen hiç mi yalan söylemedin?
Bir çuval laf, eğrisi var, doğrusu var, olur o kadar…
Çok laf yalansız olmaz demezler mi?
Lafın dozu dozajı kaçınca böyle oluyor…
Gücenme, darılma…
Laf bu, dil dolaşabilir, mevzu karışabilir, insanlık hali…
Sonrası, “Ne demiştin niçin caydın sözünden” diye bir şarkı…İçi de dışı da bizi yakıyor…
*****
Lafla gemiler yüzüyor. İnsanlar havalara uçuyor. Erişilmez ne varsa, bir lafa bakıyor…Bu laf da çok canlar yakıyor. Mesele, laf olsun, güzel olsun, isterse yalan olsun…Olsun olmasına da…
Boş lafa karnımız tok…Onca güzel laf işittik… Karın doyurmayan… İnsanların derdini sıkıntısını çözmeyen… Derdine derman olmayan…
O güzel laflar var ya…Dinleyeni avuttu…Söyleyene zaman kazandırdı…
İşin sonunu merak eden oldu mu? Ya da akıbetini?
Olmadı…
Bir kucak dolusu hayal kırıklığı kaldı geriye…
Ne mi değişti?
Hiçbir şey…
“Söyleyemem derdimi…” demiş ya şair…Söylese sanki dinleyecek birileri var…
Aç yine aç… Fakir yine fakir… İşsiz yine işsiz… Çaresiz yine aynı hal üzere…
Ne mi olacak halimiz?
Yarın bugünden, bugün dünden, dün kendisinden önce gelen günden daha iyi olacak benzeri lafa kalsa tekerlemelerinin arasında bol sabırlı laflarla bir altı ay daha bekleyeceğiz galiba…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.