Ahmet Köylü

Ahmet Köylü

TikTok ritminden Itrî’nin tekbirine: Bir kültür hesaplaşması

TikTok ritminden Itrî’nin tekbirine: Bir kültür hesaplaşması

Sanat ve kültür üzerine yıllardır kafa yoran, bu toprakların estetik birikimine yürekten inanan biri olarak, bugünkü yazımda içimi yakan bir hakikati dile getirmek istiyorum. Zira sanatın ruhu kaybolursa, sadece estetik değil, bir milletin maneviyatı da zedelenir. Bu satırlar, yozlaşan anlayışlara karşı kalpten yükselen bir feryattır.

Kültür, bir milletin hafızasıdır; sanat ise o hafızanın estetik dili… Bugün, maalesef bu dili unuttuğumuzu hissediyorum. Ruhsuz bir gösteri çağında yaşıyoruz. Sanat, artık hakikatin izini sürmek yerine alkışın peşine düşmüş durumda. Mevlânâ’nın semâsından, Itrî’nin tekbirinden koparılan bir millet, TikTok ritmine mahkûm ediliyor.

Sanatın asli gayesi, insanı yüceltmek ve ona tefekkür kapıları aralamaktır. Fakat günümüzde sanat, ne hikmet ne hakikat peşinde… Daha çok gündem olma, daha fazla izlenme, daha çok ‘beğeni’ alma çabasında. Oysa geçmişte bir hattat, tek bir harf için yıllarını verir; bir bestekâr, içinden gelen tekbir sesini ancak secdede duyabilirdi.

Bugün sanat, estetize edilmiş bir boşluk gibi geliyor bana. Görüntü var, mana yok. Ses var, nefes yok. Kalabalık var, ruh yok. Modern sanatın büyük bölümü, sadece bir provokasyonun estetikle paketlenmiş hâli. Ama ben biliyorum ki, sanat yalnızca gözle değil, gönülle de görülmelidir.

Ecdadın inşa ettiği camiler, sadece ibadethane değil; aynı zamanda sanatın, estetiğin ve tefekkürün merkezleriydi. Bugünse alışveriş merkezlerine hapsedilmiş sergiler, ekranlara sığdırılmış gösterilerle sanat, kalpten koparılmış durumda.

Bizim yeniden kültür inşasına başlamamız lâzım. Dizilerle değil, değerlerle. Eğlenceyle değil, estetikle. Medeniyet dediğimiz o yüce çınar; musikiyle, mimariyle, edebiyatla, ahlâkla yeşermişti. Şimdi ise plastik heykellerle, dijital maskelerle o çınarı yapay köklere mahkûm etmeye çalışıyoruz.

Bugün kültür politikaları, salt ekonomik getiriler veya turistik faydalar ekseninde şekilleniyor. Oysa sanat, milletin ruhunu besleyen bir damar; kültür ise o ruhun taşıyıcısıdır. Bunlar sığ pazarlama stratejileriyle değil; inançla, sadakatle ve estetikle korunur.

Bu bağlamda eğitim kurumlarımızda geleneksel sanatlara, edebiyata ve müziğe daha fazla alan açılmalı; genç nesiller estetik bir terbiye ile yetiştirilmelidir. Sanatı yalnızca bir süsleme değil; bir şahsiyet inşası olarak görüyorum.

Sanatla büyüyen bir çocuk, kaba saba olmaz. Sözü incelir, bakışı derinleşir. İşte tam da bu yüzden, estetik eğitimi bir lüks değil, bir zorunluluk olarak ele almalıyız.

Sanat, medeniyetlerin ruhunu yansıtan aynadır. Her dönemin sanat anlayışı, o çağın ruh halini ve değer dünyasını gözler önüne serer. Bizim medeniyetimizde sanat, sadece güzel olanı değil; hikmetli olanı, anlamlı olanı da temsil eder. Bir ebru levhada tevazu, bir hat yazısında sükûnet, bir ney sesinde Allah’a niyaz gizlidir.

Ne var ki, çağımızda sanat bu anlam katmanlarını kaybetmiş durumda. Görsel olarak çarpıcı olan her şey 'sanat' zannediliyor. Oysa estetik, sadece göze hitap etmek değildir; asıl olan kalbe dokunmak ve düşünceyi derinleştirmektir.

Diriliş, gelenekle bağ kurmadan olmaz. Kökü mazide olan bir atî inşa etmeden geleceği kuramayız. Geleneksel sanatlarımız olan tezhip, minyatür, hat, musiki gibi alanlara sadece birer müze objesi gözüyle bakmak, onları dondurmak demektir. Bu sanatların yaşaması gerektiğine yürekten inanıyorum.

Bir milletin müreffeh olması yalnızca ekonomik gelişmeyle ölçülmez. Asıl refah; fikirde, sanatta ve ahlâkta başlar. Bu üç sacayağını sağlam kurmadıkça ne inşa ettiğimiz şehirler huzur verir, ne de yükselttiğimiz binalar kalıcılık sağlar.

Yazının başında sorduğum soruyu yeniden hatırlatmak isterim: Sanatın ruhu nerede? Belki de cevabı çok uzakta aramaya gerek yok. O ruh, bir hattatın sabrında, bir musikişinasın nefesinde, bir şairin mısrasında hâlâ yaşıyor. Mesele, onu görmek, hissetmek ve o ruha tekrar yön verebilmekte.

Gençlik, musiki ve güzel sanatlar alanında da geçmişin büyük ustalarını tanımalı. Dede Efendileri, Hafız Saadettin Kaynakları, Hafız Samîleri, Bekir Sıdkı Sezginleri bilmeli. Sadece musikide değil, hat sanatında da Kazasker Mustafa İzzet Efendi'yi, Hâmid Aytaç’ı, Necmeddin Okyay’ı, Hüseyin Öksüz’ü tanımalı. Bu isimler, sadece bir sanat icra etmemiş; aynı zamanda bir medeniyetin estetik vicdanı olmuşlardır. Onların eserleriyle buluşan gençlik, köksüz kalmaz. Çünkü sanat da sanatkâr da bir millete ruh üfler.

ahmet-koylu.jpeg

Bilinmez kıymeti rûşen-dilânın vakt-i feyzinde
Güneş tâ batmadıkça zulmet-i leyl âşikâr olmaz

Aydınların verimli çağlarında değeri bilinmez. Güneş batmadıkça gece karanlığı ortaya çıkmaz.

Keçecizâde İzzet Molla

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Köylü Arşivi
SON YAZILAR