Ahmet Köylü
Bir Müslüman, Başka Bir Müslümana Çıkmaz Sokak Olmayacak
Bir Müslüman, Başka Bir Müslümana Çıkmaz Sokak Olmayacak
Uzun zamandır kalemim sustu.
Belki de suskunluğum, sözün kıymetini kaybettiği bu çağın sessizliğine bir sığınaktı. Çünkü artık kimse hakikati duymak istemiyor..

Kulağımız, cüzdanların hışırtısına, kartların tınısına, markaların yankısına alıştı.
İnsanlar artık insanlara değil, markalara imreniyor.
Bir lokma ekmeğin bereketi değil, bir tabak yemeğin “sunumu” konuşuluyor.
Kalbin yüceliği değil, kesenin genişliği ölçü olmuş.
Eskiden “parayı elinin kiri” sayan bir milletin çocuklarıydık biz.
Şimdi o kirle yüzünü yıkayan, onurunu paraya tahvil eden bir toplum olduk.
Elitizm dedikleri şey, bir zümrenin değil; aslında hepimizin içine sinmiş gizli bir hastalık.
Kimi zengin olduğu için kibirli, kimi fakir olduğu için ezik…
Oysa insanın değeri cebinde değil, gönlündedir.
Ama kim anlatacak bunu, kim dinleyecek?..
Bir kahvehanede, bir cami avlusunda hâlâ o sade, vakur insanları görebilirsiniz.
Yüzünde çizgiler, gözünde sabır, dilinde “elhamdülillah”...
Onlar paraya tapmayanların, gösterişe kanmayanların son neferleridir.
Ellerinde nasır, gönüllerinde nur vardır.
Ne var ki modern çağın “elitleri” o elleri sıkmaya bile çekinir.
Çünkü elleriyle değil, telefonlarıyla tanışırlar artık.
Mevlânâ der ki:
“Mal, deniz suyu gibidir; içtikçe susuzluğu artırır. Ancak geminin altında olursa gemiyi taşır, içinde olursa batırır.”
Bugün insanlar gemiyi değil, denizi içmeye kalktı.
O yüzden batıyoruz.
Kalplerimiz boğuluyor, ruhlarımız nefessiz kalıyor.
İbrahim bin Edhem, saltanatı terk ettiğinde sormuşlar: “Neden tacı tahtı bıraktın?”
O da şöyle demiş:
“Bir gece sarayda uyuyordum; duvarda bir gölge gördüm. ‘Kimsin?’ dedim. Dedi ki: ‘Ben bu hanın sahibiyim.’ Anladım ki saray benim değil, ben sarayın misafiriyim.”
Bugünün insanı ise misafirliğini unuttu.
Kendini sahip sandı, mülküyle övündü, maneviyatını kaybetti.
Halbuki asıl zenginlik, kalbi dünya ile doldurmamakta gizlidir.
Dervişin kesesi değil, gönlü doludur.
O doluluk; ne banka kasasında ne de tapu kütüğünde bulunur.
Sosyal medyada bir akım var: “Lüks hayat.”
Altına yazıyorlar: “Emek olmadan da olur, yeter ki görünüşünüz zengin olsun.”
İşte tam burada kopuyor bağlarımız.
Gösteriş, gönül terbiyesinin önüne geçiyor.
İnsanlar artık yardım etmeyi değil, yardım ederken görünmeyi seviyor.
İyiliğin içi boşaldı, çünkü alkışla ölçülür oldu.
Bir sofrada artık bereket aranmaz, fotojeniklik aranır.
Bir davette tevazu değil, etiket konuşur.
Sade yaşamak utanılacak bir hâle geldi;
halbuki sade olan, Hak’ka en yakın olandır.
Bizim medeniyetimiz “kanaat” kelimesini unuttu.
Oysa kanaat, kalbin zenginliğidir.
İnsanlar artık ahlakına, insanlığına, edebine değil;
kasasına, kesesine, arabasına, oturduğu eve göre değer veriyor.
Kimin ne kadar insan olduğu değil, hangi markayı giydiği konuşuluyor.
Bazıları sadece konuma, statüye, makama göre selam veriyor;
bazıları da bunlar eksikse, selamı dahi esirgiyor.
Hep düşünmüşümdür:
Bu mu medeniyet, bu mu terakki?
Bir selamın bile fiyat biçildiği yerde hangi insanlıktan söz edilebilir?..
Elitizm, bir grup insanın üstten bakması değil;
her insanın içindeki “üstten bakma” dürtüsünün dışa vurumudur.
Birileri lüks arabasıyla, birileri bilgisiyle, birileri inancıyla üstünlük taslar.
Oysa hakikat ehli bilir ki:
“Üstünlük, takvadadır; kibirde değil.”
Her Varlığın Bir Darlığı Olur
Unutmayalım:
Her varlığın bir darlığı vardır.
Nice servet sahipleri vardır ki, bir yudum huzuru satın alamaz.
Nice gönül ehli vardır ki, bir parça ekmeğiyle sultan gibi yaşar.
Varlık bir imtihandır; darlık da öyle.
Fakat en tehlikelisi, kalbin darlığıdır.
Çünkü kalbi daralan, hem dünyasını hem ahiretini kaybeder.
---
Kadı İzzet Molla der ki:
“Mülk-i cihan fanidir ey dil, bu devran kalmaz,
Kalmadı Süleyman’a mülk ü taht u tâc u nâm.”
Ey gönül, bu dünyanın mülkü fanidir; bu devran kimseye kalmaz.
Süleyman’a bile taht, tac ve şöhret baki olmadı.
Bu beyit, dünya metaına aşırı değer vermenin boşluğunu kadim bir hikmetle özetler.
Çünkü hiçbir servet, insanın fâniliğini örtemez.
---
Nâbî’nin Hikmetinden:
“Bir zerre fazl u kemâl ehline sermâye yeter,
Deryâ-yı mal u menâl cümleye yâr olmaz.”
Bir zerre fazilet, kâmil insan için yeterli sermayedir;
Ama mal-mülk denizi bile herkese dost olmaz.
Nâbî burada, ilmin, edebin ve kanaatin — paradan daha kalıcı bir zenginlik olduğunu — hatırlatır.
---
İzzet Ali Paşa’nın İnce Hatırlatma
“Mal çokluğu sanma fazl u izzet ey gönül,
Hakk’a varan yol, gönül fakrından geçer.”
Ey gönül, mal çokluğunu fazilet sanma;
Hak’ka ulaşmanın yolu, kalp fakrından — yani dünya sevgisinden arınmaktan — geçer.
Hiçbir Müslüman, bir Müslümana çıkmaz sokak olmasın.
Yolumuz gönülden gönüle açılsın.
Zengin, fakirin duasında; fakir, zenginin infakında buluşsun.
Her varlığın bir darlığı olabilir ama her darlığın bir çıkışı, bir kardeş eli olmalı.
Yoksa bu dünya, en zengin hâliyle bile en fakir yer olur.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.