Türk müziğinde, “Meşk Eğitimi”
Meşk, ustadan - çırağa aktarılan hafızaya dayalı, alıştırarak talim ettirme eğitimidir. İlk olarak hat sanatında başlayan meşk eğitimi, 16. Yüzyıl ortalarından itibaren Türk Müziği eğitim – öğretiminde uygulanmaya başlamış ve günümüze kadar titizlikle hayatını sürdürmüştür. Diğer dünya müziklerinde olmayan bu eğitim sistemi sadece Türk Müziğinin öğrenilmesinde tatbik edilir. Hafızaya alınan bilgiler, eğitimin kuşaktan kuşağa aktarılması sorumluluğuyla tekrar ettirilerek, gelene eklenmek suretiyle (gelen-ek) müziğimizin zengin form ve eserlerinin bugünlere taşınmasına olanak sağlamıştır.
Kıymetli Müzikolog Prof. Dr. Cem Behar, meşk eğitimini kaleme aldığı “Aşk olmayınca meşk olmaz” isimli kitabında; meşk eğitiminin son derece basit bir müzik öğretim sistemi olduğundan bahseder. Geçilecek eserin güftesi basılı bir kağıt üzerinde ya da güfte mecmuasından yararlanılmıyorsa güfte talebeye yazdırılır. Eserin usulü bellidir. Usulü hatırlatma gereği olması halinde esere başlamadan önce usul birkaç kez vurulur. Talebe usul vururken sağ eliyle sağ dizine, sol eliyle sol dizine vurarak usulü vurur. Sonra eser usul vurulmak kaydıyla hoca tarafından öğrenciye tekrar ettirilir. Bu durum öğrenci eseri tam anlamıyla öğreninceye, tereddütler ortadan kalkıncaya kadar devam eder. Nihai amaç meşk edilen eserin talebenin hafızasına nakşedilmesidir. Eserlerin öğrenilmesi formların yapısına göre değişiklik gösterirken bazı eserlerin bir günde, bir haftada, bir ayda hatta bazı eserlerin altı ay gibi bir zamanda öğrenildiği düşünüldüğünde aşk olmadan meşk yapılamayacağını da öğrenmiş oluruz.
Peki neden meşk? Özellikle tüm dünyada hâkim olan nota sistemiyle öğretmek daha kolay olmaz mıydı diyebiliriz. Ancak hedefi insan, insanı duyarak anlamak olan müziğimizde duygu katmanlarının somutlaştırılması işaretlerle (notalarla) sabitlenebilecek bir durum değildir.
Müziğimiz, üslup ve tavır müziğidir. Üslup Bir Medeniyetin inancı, örf ve adetleriyle şekillenen ve zaman içerisinde toplumun her kesimi tarafından benimsenerek klasikleştirdiği hayat biçiminin müziğimizin formlarında tatbik edilmesidir. Tavır ise, üslubun dile gelmiş, hayata tatbik edilmiş icralarından oluşur. Bu anlamda Türk Müziği toplumun aynasıdır.
Müziğimizde seslerin ismine nota değil perde diyoruz. Her ne kadar eserlerde perdeler notalarla gösterilse de duyguların kimlik ve karakter (Örneğin Hicaz duygu seyri, Uşşak duygu seyri vd.) kazandığı her makamda, her eserde farklı tınılarda ortaya çıkar, çünkü sesler kendine özgü alanlara sahiptir ve bu alanlarda duygu revişine göre biraz pestleşir ya da tizleşir. Nüans dediğimiz şey tam da burada kendini gösterir. Adına usta denilen musikişinaslarımız bütün bu incelikleri öğrencisine aktarır. Çünkü ilim kutsaldır ve yarınlara taşınabilmesi için sadece emanet edilir. Emanetler ehline verildiğinden, ‘’meşk silsilesi’’ kuşaktan kuşağa bu yolla hayatını sürdürür.
Öyleyse 450 yıldır devam eden meşk eğitimi, sadece müziğin değil, kültürün de aktarımıdır. Bilgi edinmek isteyenin, bilge bir kişi önünde saygı ile eğilmesi gerektiğini öğretir. Tıpkı ilmin kaynağından öğrendiği bilgileri meleklere aktaran Hz. Adem misali, her ademin, ademini bulup önünde diz kırıp, saygı ile eğilerek yeteneğini bilgi ile donatmasını öğütler. Ustadan - çırağa teslim edilen bilginin kendinden değil, ilmin kaynağından aktarıldığını öğretir. Talim edilerek hafızaya alınan her bilgi, bilmenin ve bilgiye sahip olmanın tadını almamızı sağlar.
Her ne kadar işaretlerle belirtilmek suretiyle kitap haline getirilemeyen eserlerin birçoğu günümüze kadar hayat bulamamış ise de, seslendirildiği dönemleri anlayabilecek kadar eserin günümüze emanet edildiğini bilmek mutluluk verici. Sonuç olarak eğitip öğretirken geçmişle de bağlantımızı sağlayan ‘’Meşk’’ ata tohumu gibidir. Meşk, bilginin bozulmadan kuşaktan kuşağa hareket eden seyridir. Ne mutlu meşkin seyrinde olanlara.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.