Sadık Büyüksakarya
Savruk düşünüyoruz
Dünya insanlığı ayarı ve dengesi olmayan düşünce kalıplarını fena halde benimsemiş vaziyette.
Dalgalı duygu durumları da işin içine dahil olunca söz ve eylem cümbüşü kaçınılmaz oluyor.
Kötü giden her durumu ilanihaye devam edecek zannediyoruz. Ve buna göre pozisyon alıyoruz.
Oysa bir çiçekle bahar gelmez.
Bir rüzgârla da kıyamet kopmaz.
İtidal ile düşünmeye ve söylemeye alışmamız lazım.
Anonim olarak kabul edilmiş bakış açılarını çeşitli merhalelerden geçirip enine boyuna süzmemiz icap ediyor.
Paketlenmiş zihin postürlerine dur demeliyiz yani.
Kıyas etmeyi ve edilmeyi kabul etmemeliyiz.
Bize verilmeyeni bize lazım olmayan bilerek ve bir başkasına tebessüm ederek iç ve dış dünyamızı kıvamında ve olması gereken ölçüde yumuşatmış oluruz böylelikle.
Onda olan benim olsaydı benim olmasını istediğim belki de bana yakışmayacaktı diyerek eyvallah demeyi adet edinmemiz gerekir.
Ötekinin zihin dünyasına bağdaş kurarak bu savrukluğu bertaraf edebiliriz belki de?
Bir başkasının dünyasından ve çift olan gözünden etrafımıza hatta ve hatta uğraşımıza dikkat kesilirsek öyle zannediyorum sendeleme şiddetimiz muhkemliğini gün ben gün yitirecektir.
Zira hayat direnç gösterdiğimiz ölçüde ve alanda bizi kırmaya pek teşne.
Hangi mevzuda cebir kullanıyorsak o mevzu sivrilip bize batmasını ve bize düşman kesilmesini ziyadesiyle iyi biliyor.
Zorlama diyor.
Bırak öyle kalsın.
Yaşamın ekleme ve çıkarmalara karşı göğüs gererek sana emanet edileni incitme.
Yorma, örseleme ve ötekileştirme.
Kafes olarak addedileni özgürlüğe ve huzura uzanan bir el olarak belletmenin gayreti içerisinde olmayı salık vermeliyiz ahbap meclislerine.
Hüzn-ü zan beslemeyi sıradanlaştırmadan ve hak ettiği ihtimamı göstererek başucu üfürüğü görmeliyiz.
Yoruldukça kulağımıza kar suyu kaçırsın ve sızlatsın kalbe giden yol güzargâhını.
Muhtevası da vicdan olsun.
Kafası karışan bir bir yaptıklarına ve attığı adımlara baksın.
Bismihî…
SUSKUNLUĞUN ÖTEKİ YÜZÜ
Susmak bazen bir ‘bitti’nin provasını yapmak gibidir.
Konuşsa, ağzından çıkan her kelam hovarda bahşişi muamelesi görecek ve büklüm olan suskun dağların kuytusuna savrulacaktır.
Geçmiş gibi yani.
Nasıl ki geçmiş, şimdiyi inşa eden ve aslında geçmemiş bir zamanı ifade ediyorsa susmakta benzer lüzum üzerine değer görüyor.
Ve görmeye de devam edecek.
Çünkü suskunlar çoğalıyor.
Çünkü gerçek ölümle hayali ölüm arasındaki fark bulanıklaşıyor.
Çünkü kelam tanımsız bir hâl alıyor.
Çünkü ortak erdemler zemini yitik.
Çünkü her birliktelik tanıma muhtaçken herkes yetim ve öksüz.
Çünküler çoğaldıkça ‘bitti’lerin provası arttıkça artacak.
Ve provadan asıl sahneye geçiş bir hayli zaman alacak.
Bir sonrası için kafalarda dönüp duran soru işareti diriliğini ve dinginliğini boşluğa bırakacak.
Seyirci sıkılıp heyecanını yitirecek.
Başlamadan biten bir sahne daha…
ANLAŞILMADAN BENİMSENMEK TANINMADAN DIŞLANMAK
Üstadın ifadeleri her döneme damgasını vuruyor.
Bunu şimdilerde çok daha iyi anlıyorum.
Yazmış olduğu kitaplar ve kitaplarından damıtılmış ifadeler yaşadığı döneme münhasır zannederdim. Fakat gördüm ki raf ömrü ve son kullanma tarihi yok.
Herkes hissi kadar hissedar oluyor.
Manevi zekâsı güçlü olan, kelimelerle oyalanmayan, hali ve enerjiyi okuyan mevzu bahis titreşimi alabiliyor.
Gerisi angarya.
Selâmetle…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.