Erol Sunat
Vaktiniz müsait mi?
Keşke o vakitler her daim müsait olsaydı da “Vaktiniz müsait mi?” gibi sorulara gerek kalmasaydı…Ne demek efendim denseydi, müsait olmak ne demek, siz böyle derseniz kalbimizi kırarsınız…
Lakin vakit denen şey kişiden kişiye değişkenlik gösteriyor.
Pek çoğunun hiç vakti yok, pek azı için vakit insanları dinlemek ve anlamak için harikulade bir sebep…Vakti kendi tekeline aldığını düşünenler için ise, vakit oldukça kıymetli bir maden hükmünde…
Vaktiniz müsait mi? Ne diyor muhatabınız?
Değil amma…Madem gelmişsin, hadi söyle ne söyleyeceksen…
Cevap yarım yamalak, öylesine…Ya da telefona kendi çıkmıyor, onun yerine bakanlar, inanın vakti yok, bir toplantıdalar, siz telefonunuzu bırakın biz sizi arayalım.
Ne oldu o dünün anlayış abidesi diye anlatılan insanlarına?
İnsanlar aynı insanlar…
Ne değişti? Ne değişti de kapandı kapılar örüldü duvarlar? O vakte ne oldu? O bir türlü müsait olamayan vakti kim icat etti? Kim bu vakte yazık etti? Vakit neden yaslı, neden hüzünlü, neden gözleri dolu-dolu? Ve neden müsait olamıyor? Engel olan, elini kolunu tutan kim?
*****
Neymiş efendim?
Müsait değillermiş…Vakitleri yokmuş…
Vuruyorlar meseleyi edebiyatın mecaz faslına…
Ben diyorlar zaman fukarasıyım.
O kadar doluyum ki, sana ayıracak tek bir dakika vaktim yok…
Ne mi diyorlar böylelerine?
Yalanın batsın yalancı babından bir şeyler…
Vakitleri müsait değilmiş…
Hiç mi?
Hiçmiş…Bu hiçler, soranın, arayanın nazarında çoktan bitmiş…
*****
Dinleme özürlü, vakit ayırma özürlü, gönül alma özürlü olduk çıktık…Bazıları da vakit dedin ya diyor, iki dakikan var, de ne diyeceksen…Kendilerine ait olmayan bir vakitten vakit lütfediyorlar…
Beyefendinin ve hanımefendinin vakitleri ne kadar kıymetliyse artık…
Vakit, vakit değil…Altın, safir, yakut, elmas mübarek…
Hani vakit saat meselesi derler ya…Vakit elbette kıymetli…Lakin sahibi biz değiliz…
Vakte bile el koymaktan, benim vaktimden çalıyorsun, benim vaktimi boşa harcıyorsun demekten kendimizi alamıyoruz.
Mazhar Fuat Özkan üçlüsü, “Sen neymişsin be abi” diyorlardı ya bir zamanlar, aynen öyle…
Öyle olunca da vaktimiz yok…
Şimdi efendim, biz öğretmenlerin vakitle, saatle, mesaiyle pek arası yoktu. Hele ki bizim öğretmenlerimizin. Değilse nasıl bağırlarına basarlardı dünyanın bütün çiçeklerini…
Hipokrat yemini etmiş Doktorlarımızın hastalarına vakti her zaman olmadı mı?
Vaktim yok diyenlerin, vaktin müsait mi diye sormadı bile diyenlerin, sözüm ona zaman fukaralarının üfürükten teyyare yaklaşımları vakte hakarettir.
*****
Vakit, nakittir sözünü nasıl okursunuz?
“Zaman para gibi değerlidir, boşa geçirilmemesi gerekir…”
Lakin, nakit, vaktin çökmüş boğazına, nakitte benim, vakitte iddiasında…
“Paran varsa adamsın, yoksa neye yararsın” diye yazdığım satırların üzerinden neredeyse yirmi yıl geçti…
Vakit, nakitle ölçülmeye ve değer kazanmaya başladı. Her anını paraya dönüştürenler türedi…
Vakit-nakit iş birliğinin aktörleri dolar ve euro…
Vakit, fırsat vakti…
İşin içinde fırsat varsa, fırsatçı fırsatı ölür de kimselerle paylaşmaz…Vakit, nakit olur, vakit fırsat olur, vakit ekmeklere yağ sürme zamanı olur, vakit, su akarken testisini ağzına kadar doldurmak, testileri dolu olmak şartıyla yan yana dizmek olur. Adına testi vakti bile denir.
Mademki dolu testi su almaz, o zamanda gelsin boş testiler denir vakitlice…
Vakit demiştik değil mi?
Hoş vakit var, boş vakit var…Sen iste ben sana o vakti yaratırım diyen goygoycular her yerdeler. Vaktim müsait değil diyen burnundan kıl aldırmayanlarda…
Onca hengamenin arasına sıkışan vakit, kime döksün derdini? Hangi taşlara vursun başını…
*****
Ne mi yapsak? Vakit mi öldürsek, vakitten mi çalsak? Vakit neye benzer, vakit diye neye derler mevzularına mı dalsak?
Vaktimizi neye ayıracağımızı şaşırdık…Uykuya ayırsak, uyku tutmuyor…Dolaşmaya ayırsak, bacaklar yürümüyor…Markete, çarşıya pazara ayırsak, para pul yetmiyor…Arabaya binmeye ayırsak benzin mazot kara-kara düşündürüyor…
Emekliliğin tadını çıkarmak diyorlar ya hani…Emeklilik ve tat iki zıt kutup, yan yana geldiklerinde çıngar çıkıyor. Çıngar vakti değil diyene karışma işimize diyorlar.
Tadın; tadı tuzu yok, ah çekeni; hafakanlar basmış felek çarpmış, keyif; mütemadiyen keyifsiz …
Emekli pabucu yarım, cep delik cepken delik…Çay kahve içilecek bir mekâna oturamıyor. Oturduğunda çay-simit ne tutar diye kırk kere düşünüyor.
Elin emeklisi, o vakit, bu vakit demiyor, cebinde nakit, memleketimizdeki sahillerde her vakit…
Ya biz? Sahi biz nasıl bir emekliyiz?
Dereye, göle denize hasret, uzaklardan bakanlardanız her birimiz…
*****
Vakit dolmadı…Vakit o vakit değil…Vakit çok geç…Bütün bunlar ve benzeri ifadeler, bizim kelimelerimiz…Bir başkası için söylediğimiz vakit dolma hadisesinin, tersine dönebileceğini hesap edemiyoruz.
“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç / Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç” diye başlayan şarkının içinde geçen vakit de vakitlerden bir vakit…
Dünya karışık…Savaş burnumuzun dibinde…Barış Kaf dağının ardında…Hoş görü vakti diyebileceğimiz cümle vakitleri kaçırdık, bile isteye ıskaladık…Kolu kanadı kırıklara, bağrı yanıklara, gözyaşları dinmeyenlere, feryadı arşı tutanlara, gönlü alınmayanlara aldırdığımız yok…
Bazılarımız dur hele diyor, az sabır, az daha bekle…
“Elbet gönüllerde sabah olacak…” şarkısına yasladık sırtımızı…
Birlik vakti dediler, dostluk, kardeşlik vakti dediler. Lakin, o anları göremeden, erişemeden, gelir diye, görürüm inşallah diye-diye bekleşirken çekti gitti insanlar. Vakit hep namüsaitti. Asık yüzlü, tok sözlüydü.
Hâlâ, daha vakti değil diyenlerin ya vakitten haberleri yok ya da vakit manasını ve anlamını yitireli çok oldu.
Güneş battı, ortalık karardı, akşam oldu, akşam…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.