Erol Sunat

Erol Sunat

Arz-ı Hal!

Arz-ı Hal!

Bir zamanlar devlet adamları, fikir adamları, şairler, ozanlar yaşadıkları dönemin sıkıntılarını, problemlerini halkın ağzından dinlediklerini,

Birebir, edep ve adap ölçüsünde,

Zekice, sunum tadında yazar,

Bulundukları ülkenin Hükümdarına,

Bulundukları şehri yönetenlere arz ederlerdi.

Bu anlattıkları arz-ı haller,

Ya bizzat muhatabına karşı okunur,

Ya okutulur,

Ya da okuması ve incelemesi için bırakılırdı.

Bu arz-ı hallerin önü kesilmez,

Ara yerlerde yok edilmez,

Kapılar arasında kaybolmaz,

Mutlaka gitmesi gereken makama ulaşırdı.

Ulaşmadı mı?

Engellendi mi?

O arz-ı hali yazanlar bir arz-ı hal daha yazarlardı, zehir zemberek…

Kim engelledi, kim mani oldu ise her birinin ipliğini pazara çıkararak.

Halk her kelimesini ezberlerdi, bu arz-ı hallerin…

O dönemde ulaşmasa da yerine, ibreti alem olsun diye, yüzyıllar sonra, yaşayanlara ulaşırdı, elden ele, dilden dile…

Ulaşırdı ki, aynı yanlışı, insanlar bir daha yapmasınlar, yaşayanlarda o yanlışlardan doğan sıkıntıları bir daha yaşamasınlar diye…

 

*****

Her devirde, kraldan fazla kralcılar,

Önce ben göreyim diyenler,

Ben görmeden,

Ben incelemeden hiçbir yazı,

Hiçbir name,

Hiçbir arz-ı hal daha yukarılara gidemez diyen,

Akıldaneler, allameler, çok bilmişler olmuştur.

Dünde vardılar, bugünde varlar, yarında olacaklar!

Böyle insanlar halkın sıkıntılarını duyurmamış, ortalığı güllük gülistanlık göstermiş, haklı olan seslerin meydanlarda kalmasına neden olmuştur.

Lakin, yağ-nameler aynı insanların elinden, uçarcasına o makamlara ulaşırdı.

Övgücüler, övgü kasideleri yazanlar, övgü destanları söyleyenler,

Halkın hiçbir şikayeti olmadığını anlatan arz-ı haller yazanlar,

El üstünde tutulmuş ve ihsanı şahanelere kavuşmuşlardı.

Yalancıların mumları varsın yatsıya kadar değil de, içine yılları alan yatsılara kadar yansın!

Her Allah’ın günü bal yiyen baldan usanır demişler.

Her gün yağ çekilende, gün gelir, yağdan da usanır, yağ çekilmekten de bıkar, yağ-namelerin içinde debelenip kalmaktan da…  

Bir bakmışsınız, hakikat geri gelmiş, yağcılar tasını tarağını toplayıp çekmiş gitmiş. Olur mu dersiniz? Neden olmasın ki?

 

*****

Yiğidi kılıç kesmez, bir acı söz öldürür denir ya hani…

Söz o devirlerde, oktanda, mızraktan da, kılıçtan da çok daha keskindi.

Yunus’un dilinde, söz ola kese savaşı, söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz olmuştur.

Söz taşı fırlatılmaya görsün.

Ummadığın taş baş yarar diyenlerde olmuştur.

Bir taş attım havaya, vardı düştü, düşmesi gerekenin önüne derlerdi.

Biz taş diyelim, siz söz anlayın!

Kimi vuracağı, hatta kaç kişiyi birden vuracağı belli olmaz.

Bu iş, bir taşla birden fazla kuş vurma heveslilerinin attığı taşlara benzemez!

Söz taşı, halkın derdidir, sıkıntısıdır, halidir, ahvalidir.

O taş önünüze düştüğünde,

Halkın haliyle hallenip, derdiyle dertlenmiyorsanız,

Hal taşı, dert taşı, şikayet taşı,

Sizi vuran taş oluyorsa,

Var mı o söz taşının bir suçu taksiri?

Var mı o arz-ı halin bir başka niyeti?

 

*****

Eskiler, söz atını meydana sürmek derlerdi. Söz atı meydana sürüldü mü, uğultular kesilir, ortalık sakinleşir, herkes söylenen o sözlerin ne anlama geldiğini anlamaya çalışırdı.

Söz atı meydana sürüldü de, o atın süvarisi, o meydanda konuşmaya başladı mı, meydan şehirde ise, bütün şehir,

Meydan memleket meydanı ise, bütün memleket ne söylendiğini,

Ne istendiğini duyardı.

Bu hal, arz-ı haller hedefine ulaşmadığında çok daha geçerli bir sebepti.

Meydanda halk toplanırdı,

Meydanda söyleneni halk işitirdi.

İşitilenler, dalga dalga yayılır,

Bentleri, engelleri, hendekleri, surları, kaleleri aşardı.

Halkın işittiğini bir şekilde Sultan işitir,

Şehrin yöneticisi işitir,

Hasılı duyması gerekene ulaşırdı, ulaştırılması gereken.

 

*****

Malazgirt’le Anadolu kapılarını Türk Milletine açan, Sultan Alparslan’ın oğlu, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah döneminde, dönemin ünlü veziri Nizam-ül-mülk devrinin olaylarını düşünce ve kanaatlerini, “Siyaset-name” adlı bir kitapta toplamış ve Sultan Melikşah’a arz eylemiş.

Bu kitap öylesine ilgi çekmiş ki,

O tarihten sonra, Sultanlara, Emirlere, beylere, yöneticilere siyaset-name tarzında yazılan, hazırlanan eserler, yerine göre şiirler, arz-ı haller, şikayetnameler, yazılıp takdim edilmiş.

Çok daha sonraları, şikayetnameler, yerini övgü-namelere bırakmış.

Günümüzde espriyle karışık yağ-name demişler…

Siyasetname benzeri arz-ı haller, şikayetnameler, ilgi görmemiş…

Kabul edilmemiş…Bir yerlerde beklemiş kalmış…

Hatta bu işi engellemeyi kendine görev edinenler olmuş!

Düşünülmüş ki, ne kadar çok kapı olursa, kapı konursa, kapılardan birinden birinde takılıp kalır denmiş, dedikleri gibi olmuş.

Olmuş amma, eski zamanlarda olduğu gibi, dilden dile dolaşmış.

Hangi kapıda kaldı, kim engelledi, kim rafa kaldırdı, kim muhatabı yerine karar verdi bilinir ve söylenir olmuş.

Yağ-nameler transit geçtiğinden olacak, ne siyasetnamelere, ne şikayet namelere, nede arz-ı hallere sıra gelemez olmuş!

Merakımızı mucip oldu!

Günümüzde, mesela şehrimizde, yöneticilerimize, büyüklerimize bu ve benzer siyaset-name, şikayetname ya da arz-ı hal yazıp veren var mı? Varsa, hiçbir yere takılmadan kaç tanesi ulaşabiliyor?

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Mayıs

01 Mayıs 2024 Çarşamba 00:02

Sazan

17 Nisan 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR