Yusuf Alpaslan Özdemir

Yusuf Alpaslan Özdemir

Bir serencam

Bir serencam

Yakup Kadri Karaosmanoğlu bizde daha çok ‘100 Temel Eser’ arasında sayılması hasebiyle ‘Yaban’ adlı romanıyla tanınır. 1889’da Kahire’de evleri kitap dolu varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğan Karaosmanoğlu’nun tahsil ve terbiyesine özellikle annesi önem vermiş; annesinin okuduğu kitaplar, özellikle Monte Cristo Yakup Kadri’de derin tesirler bırakmıştır.

Hasan Ali Yücel’in; “Zaman zaman kendisini zedeleyen, hırpalayan beden yıkımları ve acıları, bu narin vücut içinde, onun sinirlerini en korkunç sarsıntılara dayanır hale getirmiştir.” ve Kenan Akyüz’ün “Karaosmanoğlu’nda sağlam bir gözlem yeteneği vardır. Sağlam bir üsluba sahip olan yazar, karakterlerin başarılı bir şekilde çizildiği ve fikir bakımından yüklü olan roman ve hikayelerini bu kuruluktan kurtarabilmek için birer aşk eklemiştir. Fakat ikinci plânda kalan bu aşk olaylarından başka, roman ve hikayelerini cazipleştiren asıl mühim âmil, onun titiz bir üslûpçu oluşudur. Gerçekten onun üslûbu, Halid Ziya’dan sonra, son devir Türk romanında görebildiğimiz en sağlam üslûptur.” Şeklinde övgü dolu cümlelerle anlattıkları Yakup Kadri Karaosmanoğlu ‘nun yayınlanan ilk kitabı hikâye türündeki ‘Bir Serencam’dır. Dil, fikir ve konu bakımından Ahmed Midhat Efendi‘den etkilendiği her bakımdan hissedilen ve on iki hikâyenin yer aldığı kitapta aşk, kadın-erkek ilişkileri, ölüm, savaş, yalnızlık, toplum-birey çatışması gibi konular ağır bir dil ve süslü bir anlatım eşliğinde işlenmiştir.

‘Bir Serencam’; aynı adlı hikâye ile, Nil Nehri’nin kenarında yürüyüş yapan iki arkadaştan birinin diğerine gençlik yıllarındaki bir serencamı (başa gelen olayı) anlatmasıyla başlar.
20 yaşında babasını kaybetmiş, kendisine kalan mirasla İstanbul ile Mısır arasında ticaret yapmaya başlayan bu iki arkadaştan biri, genç bir paşayla yakınlık kurar, onu ziyaret için bindiği gemide paşaya odalık yapılacak genç bir kıza âşık olur. Başlarından çeşitli maceralar geçer.
İkinci hikâye olan Baskın’da ise İzmirli Hilmi Efendi vardır. Manisa’da yazı işleri müdürü olarak görev yapan Hilmi Bey bekârlığa iki aydır mektuplaştığı, karşı evde oturan Esra Hanım ile son vermek ister. Esra Hanımın evine gider ama ev, mahalle halkı tarafından basılır. Hilmi Efendi de korkudan camdan atlar ve ölür.
‘Şapka’ adlı hikâyede, başrolde bir şapka, şapka aracılığıyla değişen giyim kuşamımız ve Batılılaşma eleştirisi vardır. Fazıl Bey, nişanlısı Matmazel Claire Cortiso ve onun ailesiyle çıktığı alışverişte bir şapka dener. Denediği şapkayla bir İtalyan prensine benzetilince gururlanarak şapkayı satın alır. Müstakbel kayınpederinin bu şapkayı takmasının İzmir’de sorun çıkaracağını söylemesiyle ona meydan okur. Şapkayı takarak nişanlısıyla Göztepe’ye gitmeye karar verir. Bindikleri tramvayda üç kişi ilk olarak bakışlarıyla onları rahatsız eder, ardından yürüdükleri yolda Fazıl Bey’i döverek öldürürler. Ölmek o dönem ne kadar kolaymış demek geliyor içimizden değil mi?
Sonraki hikâye, ‘Bir Ölünün Mektupları’nda Prenses Beyza’nın, kendisine yirmi beş sene önce âşık olan ve aşkına karşılılık bulamayınca kendini asan bir gencin mektuplarını arkadaşlarına gururla okuması anlatılır. Kadın, kadındır, değişmiyor demek ki. Beğenileri, ilgileri ve ön plâna çıkma arzuları eskiden de şimdi de aynı yani.
‘Yalnız Kalmak Korkusu’nun Macit’i yıllar önce acı verici bir olay neticesinde İstanbul’dan ayrılarak gittiği Paris’te uzun süredir yaşadığı ağır bunalımdan, orada tanıştığı hayat kadını Ernestine sayesinde kurtulur. Tekrar aynı şeyleri yaşama, yalnız kalma korkusuyla onu meşgul etmektedir. Bakalım ne oluyor, cevabı ‘Bir Serencam’da.

Müderriszade Elhac Necdet Efendi’nin maceraları ise ‘Bir Tercümeihal’de anlatılır.Necdet Efendi’nin annesi onu doğururken ölmüş, babası da aynı gün yıllardır çalıştığı müftülükten azledilmiştir. Yaşadığı sancakta bu sebeple uğursuz kabul edilmiştir. Necdet Efendi’nin 48 yıl boyunca yaptığım her girişim başta iyi gitmesine rağmen aynı uğursuzluk sonucu felâketle biter. Belediye başkanlığı macerasında da aynı durum söz konusudur, ancak bu seferki uğusrzuzluğun Necdet Bey’e kestiği faturanın bedeli ölümdür.
Nebbaş’ta ise nereden geldiği belli olmayan Bakırsakal Deli Mehmet, bir parça ekmek, biraz para karşılığında Mümtaz Bey’in arabacısı Rüstem Ağa’ya yardım eder. Bir müddet sonra, onun Karacaahmet Mezarlığında uyuduğunu duyan Mümtaz Beyin eşi Sabiha Hanım tarafından kovulur. Deli Mehmet bir gün yine mezarlıkta uzanırken yeni gelen cenaze sahiplerini tanır. Ölen Sabiha Hanımdır. Mehmet, akşam olduğunda Sabiha Hanım’ın mezarını açar, kefen ve tahtalarını çalarak oradan uzaklaşır. Nereden geliyor böyle konular yazarımızın aklına, ilginç!..
Sarıoğlu Veli Bey’in 45 sene önce Şamlı Cemile ile yaşadığı aşkı ve yeğeni Ali’ye yaptığı kurları görünce sevgilisini nasıl öldürdüğünü konağındaki misafirlere anlatması Bir Kadın Meselesi’nde, kahramanımız Emin’in sevdiği kadına hisleri tükenince umutsuzluğa sürüklenmesi ve bu umutsuzluktan, bir gün yolda karşıladığı savaştan dönmüş, harap askerlere duyduğu şefkatle kurtulması anlatılır.

Yakup Kadri’nin Milli Mücadeleyi destekleyen bir yazar olduğunu söylemiştik. Dolayısıyla ferdi konular yanında bu zaviyeden hikâyeler de önemli bir yekün tutar ‘Bir Serencam’da. Bunlardan biri olan ‘Hasretten Hasrete’nin konusu ise kısaca şöyle; Namık, uzun bir savaşın ve esaretin ardından özlem duyduğu İstanbul’a, evine döner ancak ne İstanbul’u ne de dostlarını bıraktığı gibi bulmuştur. Bir gün çıktığı yürüyüşte sağ kolunu ve sağ bacağını kaybetmiş genç bir subaya ve onun kız kardeşine rastlar. Namık hem aşkı hem aradığı cevabı bir arada bulmuştur.
Kitap ferdi konulardaki iki hikâye ile sona erer. Bunlardan Hicap, üstü başı perişan vaziyette bir kadının kahveye girmesiyle başlar. Yanında çocuğu da olan kadın kocası Saraç Pehlivan Mehmet’i üç aydır her yerde aramaktadır. Halbuki gerçek bambaşkadır. Şöyle ki; birileri Ödemiş’teki evlerini basıp silah aramışlar, bulamayınca çocuğu dövmüşler ve kadına da tecavüz etmişlerdir. Pehlivan Mehmet de utancından evden kaçmıştır. ‘Kör Göz, Kör Gönül’de yine bir aşk hikâyesi bizi beklemektedir. Kör Züleyha, sesini duyduğu Hafız Şerif’e âşık olur ve bu durumu okuduğu şiirler, gazeller, söylediği ilahilerle herkese belli eder. Hafız Şerif ise onu hafife alır, önemsemez. Günlerden bir gün Şerif’e uzak bir vilayette imamlık verilir. Züleyha da onun peşinden gider. Sırf onunla aynı havayı solumak için Şerif’in görev aldığı cami kapısında dilenir.

Fedakârlık mı, akılsızlık mı ,gerçek aşk mı, buna siz karar verin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Alpaslan Özdemir Arşivi
SON YAZILAR