Yusuf Alpaslan Özdemir

Yusuf Alpaslan Özdemir

Yılın edebiyat dersi çok yakında: Kendi insanına inanmayanın edebiyata sözü geçer mi?

Edebiyatı hayatının merkezine koyduğunu iddia eden bir kalemin, kendi ülkesine, insanına ve hatta insanın kendisine karşı nasıl böylesine keskin bir yabancılaşmaya savrulduğunu görmek… Bir yanda okuma tutkusunu kutsal bir ritüele dönüştüren, kitaplardan dev bir zihin haritası kuran entelektüel; diğer yandan yurdunu “yurt değil”, insanı “değersiz”, tarihi “koku” olarak gören bir karanlık. Bu tanıklık, bir aydının nasıl incindiğini değil, incindiği yerden nasıl büsbütün kopabildiğini gösteriyor. Edebiyatla aydınlanan bir aklın, kendisini büyüten toprağa bu denli nasıl körleşebildiğine dair çarpıcı bir muhasebe…

Okuru tek bir soruya çağırıyoruz: “Hakikatin ışığı, insanını ve yurdunu kaybetmiş bir kalbi gerçekten aydınlatabilir mi?”

Okudukça hem şaşıracak hem merak edeceksiniz: Bu sözler kime ait ve nasıl bu kadar ileri gidebilmiş, bu derece kararan bir kalem gerçekten ‘aydın’ sayılabilir mi, edebiyatı bu kadar sevdiğini söyleyen biri, insanı(nı) nasıl böyle unuttu?

Bu yazı, bir aydının aydınlığını ne zaman ve neden kaybettiğini anlamak için yazıldı.
Cevabı merak edeceksiniz, kimin bu kadar ileri gittiğini öğrenmekten kendinizi alamayacaksınız

Olumsuz haberlerin geniş kesimlere, duymayanlara dahi duyurma gibi olumsuz bir yanı vardır. Bunun kötü örnek teşkil edeceği, reklâm olacağı, tekrarlarına ortam hazırlayacağı gibi endişelerden bahsediyorum. Öte yandan yapanın yaptığının yanına kâr kalması da söz konusu olma tehlikesi her daim var. Hele de kadim ve köklü bir milleti, birlik beraberliğimizi topyekûn alâkadar eden bir mesele varsa ortada, durum daha da vahimdir! Benzer vakalar çeşitli zamanlarda tekerrür ediyorsa bağışıklık kazanma gerçeğine de kamuoyu hazır olmalıdır uyanık olmazsa… Bir de bunu yanlışı düzeltme, şaşanı doğruya çağırma ve ikna etme zaruretini hatırlayalım. 2023’te basılan kitap hakkında yazıp yazmama tereddüdü işte bu ahval ve şerait altında şekil aldı ve neticeyle şu an karşı karşıyasınız.

Biz sorumluluk gereği medeni ölçüler içinde her şeye rağmen sabrımızı ve efendiliğimizi muhafaza ettik; yapıcı üslûpla, tekrarlarının yaşanmaması, gerekli ikaz ve tepkinin oluşması namına yazmaya karar verdik. Aksi bir tavrın vicdanımızı rahat bırakmayacağını da tahmin edersiniz.

Karanlığın Edebiyatı: Toplumunu Yitiren Aydının Dramı

İlgili ve benzer metinlerin yazarlarının dünyaya ve özellikle de kendi ülkesine bakışı, bir aydının sorumluluk duygusundan çok, kırgınlık ve umutsuzluk karanlığına dönüşmüş durumda gibi bir hisse kapıldım ben ilk tahlilde. Oysaki aydın, hangi eleştiriyi yöneltirse yöneltsin, umudu çoğaltmak, insana yeni imkânlar açmak, toplumu kendi içindeki iyilik potansiyeline çağırmak için yapar, yıkıcı değil, yapıcı davranır; sorun bazlı değil çözüm odaklı düşünür ve hareket eder.

Bir aydın, eğer gerçek bir aydınsa, bu topraklara borçlu hissediyorsa, yani vatansever biriyse hakikatin peşinde yürür; amma velâkin bu yürüyüş, yaşadığı toplumu bütünüyle mahkûm eden, geçmişi “midesini bulandıran bir koku”, geleceği “sadece içinde ölünecek bir hayat”, yaşadığı ülkeyi “yurt denmeyecek bir yer” olarak gören bir karamsarlığa teslim olduğunda, eleştiri işlevini yitirir ve pusulası olmayan başı boş bir kırgınlığa dönüşür. Yazarın dünya tasavvuru tam da bu noktada aydın sorumluluğunun gerektirdiği dengeden uzaklaşıyor. Üstüne üstlük yazar düşüncelerinden değil pişman olmak, aksine gurur duyuyor; iyi ki böyleyim diyor göğsünü gere gere!

Aydınlık Nerede Biter?

Bir ülkede sorunlar olabilir, tarihte karanlık dönemler yaşanabilir, toplumun yanlışları ve eksikleri olabilir; lâkin bir toplumu, geçmişi, kültürü ve insanları toptan değersiz saymak aydın tavrı değildir. Aydın, eleştirdiği şeyin yok oluşunu istemez; bilâkis o şeyin dönüşümünü, iyileşmesini, kendi özüne daha temiz bir şekilde kavuşmasını ister. Aydın; umutsuzluk değil, yol açma mesleğidir. Halbuki yazar, ülkesini “bizim yurdumuz değil” diye tanımlarken, tarihini “kötü bir talih”, toplumunu “alçaklıklarla çevrili” bir bütün, insanlarını ise hayvan sevgisinin gerisine koyacak kadar değersiz görmektedir. Bu noktada kişinin edebiyat, şiir, aşk, dostluk, estetik, insanlık gibi en nazik alanlara dair söylediklerinde tutarlılık aramak güçleşiyor; çünkü insanına güveni olmayanın/kalmayanın insanlık üzerine; toplumuna merhameti olmayanın merhamet üzerine, kendi kültürüne aidiyet hissetmeyenin kültür üzerine söyledikleri ister istemez havada asılı kalmaya mahkûmdur.

İnsan ve Hayvan arasında Kayıp Vicdan

Eleştirel bakışın bir başka ayağı da kültürel özgüvendir. Bir aydın, başka ülke edebiyatlarını elbette okuyabilir, sevebilir, hatta kimi dönemlerde onların daha güçlü olduğunu düşünebilir; fakat kendi kültürüne, diline, edebiyatına karşı duyduğu güvensizliği gururla dillendirmesi, “en sevdiğim edebiyat falancadır, yanında falanca edebiyat var; ama Türk edebiyatı değil” demesi, Türkçe edebiyatı yalnızca bir parantez olarak görmesi, yazarda derin bir köksüzlük duygusuna işaret eder. Başka milletlerin edebiyatlarını kavramlaştırırken Alman, İngiliz Edebiyatı vs. demek, kendi edebiyatına gelince Türkçe edebiyat konumlanışı aktarılan cimlerdeki haddini aşma mesabesinde masum kalır.

Aydın, kendi toprağının verimliliğini görmezden gelerek başkalarının toprağını kutsayan bir bakışla yola çıkarsa, yürüdüğü güzergâh ister istemez kendi kökleriyle bağlarını zayıflatır. Bu tavır, bir tercih olmanın ötesinde, bir kültürel teslimiyet hâline dönüşebilir.

Kültür ve edebiyat, insanın içinde yaşadığı toplumla birlikte büyüyen canlı bir iradeye sahiptir; bu iradenin gelişebilmesi için öncelikle o topluma inanan, onu dönüştürmek için çaba sarf eden aydınlara ihtiyaç vardır. Ülkesini yalnızca felâketlerin kaynağı, insanını yalnızca kötülüklerin faili olarak gören birinin edebiyata dair söyledikleri, hangi derinlikte olursa olsun, kendi içinde eksik kalır. Çünkü edebiyat, insanı anlama cesaretidir; aydınsa insanına sırt dönmeyendir.

Bir aydın, insanlık fikrini savunabilir; fakat bunu insanı hayvanla eşitleyip insan hayatının değerini belirsizleştirerek yapamaz. İnsanın yavrusu ile bir hayvan arasında fark görmeyen, hatta “yangından çocuğumdan sonra hep köpeği kurtarırım” diyerek insan hayatının temel etik önceliklerini yerinden eden bir bakış, ahlaki zemini zayıflatan tehlikeli bir hâle dönüşür. Merhamet, sadece insanı değil, hayvanı da kapsar; ama kapsayıcılık, hiyerarşiyi silmek değildir. İnsan hayatını gelişigüzel bir denkliğe indirgemek, insanlık kavramının tarih boyunca biriktirdiği bütün ahlaki temelleri tartışmasız bir hafifliğe taşır. Aydın, ölçüsü en yüksek olandır; merhameti genişletir ama hakikatin tartısını bozmaz.

Bu açıdan bakıldığında, yazarın düşünceleri, bir aydının sorumluluk çerçevesinden çok, bir kırılmanın, bir güvensizliğin, bir karamsarlığın sesidir. Kendi toplumuna güvenmeyen, kendi edebiyatının imkanlarını küçümseyen, kendi insanını değersiz gören, kendi tarihine yalnızca bir yük gibi bakan birinin tavsiyeleri ister istemez Batı tandanslı bir entelektüel yönelişe dönüşüyor. Yanlış anlaşılmak istemem, haddizatında bu yönelişin kendisi yanlış değildir; fakat yanlış olan, Batı'yı bir ışık, kendi kültürünü ise sonsuz bir karanlık gibi gösteren dengesiz bakıştır. Aydın okur dünyasını genişletmelidir; ancak bunu kendi dünyasını küçülterek de yapmayı tercih etmemelidir.

Sonuçta aydın, eleştiren ama bağ kuran, sorgulayan ama inşa eden, yanlışları gösteren ama iyilik ihtimalini yok etmeyen kişidir. Toplumuna kızabilir, tarihten incinebilir, iktidarı eleştirebilir, kültürün eksiklerini gösterebilir; fakat bütün bu eleştirilerin ardında bir adalet duygusu, bir merhamet, bir dönüşüm arzusu, had bilme ve bir aidiyet bulunmalıdır. Aidiyet yalnızca gurur duymak değildir; aynı zamanda sorumluluk taşımaktırr. Kendi toplumundan ümidi kesmiş birinin, o topluma dair söylediği hiçbir şey ufuk açamaz. Aydın, kendi ülkesini sevgiyle değilse bile adaletle eleştirir; sevgiyi yok eden, adaleti çarpıtan, karanlığı absolutlaştıran bir dil ise yol göstermez.

Kültürüne Güvenmeyen Aydın, Kime Işık Tutar?

Aydınlık, karanlığı tanımaktan gelir; fakat dünyayı sadece karanlık görenden değil. Aydın olmak, eleştirel aklı umutla birleştirmektir. Bir ülkeyi, bir toplumu, bir insanı, bir kültürü gözden çıkarmak kolaydır; zor olan, onları dönüştürmeye çalışmanın sorumluluğunu taşımaktır. Gerçek aydınlık da işte burada başlar.

İlgili kitaptan aktaracağım cümleler konuşacak, yer alacak; çarpıtma, cımbızlama asla ve kat’a söz konusu olmayacak.

Umudum odur ki yazar gerçekleri görsün, ne yazdığını şöyle bir sentezlesin, durduğu yerin farkına varsın, çözüm noktasında getirisine götürüsüne odaklansın. Etraflıca düşünsün ve akletsin. Zikrettiği arızalı düşüncelerin ne işe ve kimin işe yarayacağını irdelesin.

Bu denli okuyan, düşünen, emek veren, yazma ve okuma aşkı ile maharetine sahip bu zat eminim ki at gözlüğünü, ideolojik körlüğünü atarak hakikati görecek, huzura erecektir.

ÇOK YAKINDA…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Alpaslan Özdemir Arşivi

Düşünce tarihleri

12 Kasım 2025 Çarşamba 15:16

Şehir ve belirsiz duvarları

13 Temmuz 2025 Pazar 15:19

Fânusun içinden okyânusa bakmak

23 Haziran 2025 Pazartesi 10:58

Gençleri yoldan çıkarmak (!)

26 Mayıs 2025 Pazartesi 10:51