Hayatımın en güzel günleriymiş, bilemedim.
Çünkü hep bir son bekledim. Her şeyin bozulacağı, eksileceği, dağılacağı bir son… Ne zaman gülsem, ağlamaya hazırlık yaptım. Ne zaman bir şey başlasa, bitişini düşündüm.
O SABAH DA ÖYLEYDİ.
Ankara’nın gri sabahlarından biri. Sonbahar yaprakları sokağın kıyısında birikmiş, insanlar işe gidiyor, kafamda uğuldayan düşüncelerle yürüyordum. Aynı caddeden, aynı adımlarla, aynı kaldırımdan geçerken bir sokak müzisyenine rastladım. Her gün orada olmayan bir adam. Elinde eski bir keman, solgun bir atkı sarmış boynuna, gözlerinde yılgın ama derin bir bakış. Kemanıyla “Neşeli Günler” filminden bir melodiyi çalıyordu. O an, durdum. Durmam gerektiğini ilk kez düşünmeden hissettim.
Birkaç saniye... Belki bir dakika.
Sonra cüzdanımdan bir bozukluk çıkarıp uzattım.
O anda göz göze geldik.
“Güzel günlerin farkında olmak için illâ bir kayıp mı gerekir?” dedi.
Şaşırdım.
O gün kimseye bir şey anlatmadım. Ama içimden geçen o cümle yankılanıp durdu:
Hayatımın en güzel günleriymiş, bilemedim.
O anı düşündükçe, daha önce ne çok şeyin farkına varmadığımı hatırlıyorum. Babamın sofrada sessizce elma soyması… Annemin gece ışığı kapatmadan önce saçımı okşaması… Üniversite bahçesinde arkadaşlarımla anlamsızca kahkahalar attığımız o uzun haziran günleri…
Hepsi sıradan görünüyordu.
“Çünkü insan mutluyken meşguldür; farkında olmamakla meşgul.”
Ancak geçmiş, usulca gelip kalbine dokununca anlarsın:
Her şey bir daha olmayacak.
Aylar geçti. Sonra bir gün o kemancıya rastlamayı umarak yine aynı caddeye gittim.
Yoktu.
Sanki hiç olmamıştı.
Ama o gün, o adam, o keman…
Benim için her şeyin değiştiği bir işaretti.
Bundan sonra hiçbir günü "geçici" saymadım.
Hiçbir kahkahayı küçük görmedim.
Ve hiçbir anı, "nasıl olsa tekrar yaşarım" diye ertelemedim.
Çünkü anladım:
Güzel günler hep orada durur, ama insanın gözü başka yerdeyse, göremez.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.