Erol Sunat

Erol Sunat

ÇIRAK HİKAYESİ

ÇIRAK HİKAYESİ

Uzun uzun yıllar önce memleketin birinde, meslek dallarıyla ün salmış, insanların o meslekleri öğrenmek için gelmeye can attığı, kervanlara katılıp, hayallerindeki mesleği öğrenmek için, nice diyarlardan geldikleri ve meslek öğrendikleri bir şehir varmış.

Ustanın iyisi var, kötüsü var, anlayışlısı var, anlayışsızı var, sanatını öğreteni var, sanatını kendine saklayanı var denmiş!

Uzak diyarlardan bir delikanlı da,  bir meslek sahibi olmak için, şehirlerine ilk gelen kervana katılmış, aylar süren bir yolculuktan sonra, bu şehre gelmiş.

Kafasında belirlediği bir meslek yokmuş.

Bir sorayım, soruşturayım, hangisi aklıma yatarsa, varayım o ustanın yanına diye düşünmüş.

Şehrin bedestenini dolaşmış, meslek erbaplarının dükkanlarına göz atmış, bir yerde eli cebinde bir zemin yoklamış.

Aradan bir hafta kadar geçmiş.

Kaldığı hanın sahibi, delikanlı tam dışarıya çıkacakken;

Dur demiş, dur hele, belli ki, bu şehrin yabancısısın, iş mi ararsın, meslek öğrenmek mi muradın, de hele…

Delikanlı, ben demiş iyi bir meslek öğrenmek isterim yalnız bir türlü karar vermedim, kimseye de soramadım, öyle olunca da avare avare dolaşırım.

Senin memleketinde çarık diken var mı?

Var da, çok az demiş delikanlı, hem öyle ki kimseye ne öğretirler, ne de gösterirler!

Öylemi demiş Hancı, gel o zaman!

Delikanlıyı almış, usta bir Çarıkçının yanına götürmüş.

Ustam demiş, bu delikanlı uzak diyarlardan meslek öğrenmeye gelmiş, çırak kabul eder misin?

Usta, delikanlıyı şöyle bir süzmüş! 

Olmaz amma demiş, Hancı herkesin yanına düşüp de gelenlerden değildir. Madem arada Hancı var, madem Hancı kefil. Başla bakalım!

Ustanın yanında dört çırağı birde kalfası varmış.  Hiç biri ne hoş geldin demiş, ne hayırlı olsun, ne adın ne, memleketin neresi hiçbir şey sormamışlar.

Usta, yabancı demiş, şu testileri al, iki sokak ötede meydanda bir çeşme var. Doldur getir de, bir su içelim, içimiz yandı. Aman ha, testileri kırmayasın, haftalığından keserim iyi bil…

Delikanlı yol bilmez, iz bilmezmiş amma, sora sora Bağdat bulunur demişler…

Sormuş çeşmenin yerini, doldurmuş testileri getirmiş. Buyur ustam demiş, birde su ikram etmiş ustaya.

Usta, geç kaldın ya demiş, ilk gün önemli değil.  Şu kapının arkasındaki süpürgeyi gördün mü? Al o süpürgeyi,  toz etmeden dükkanın önünü iyice bir süpür, misafirlerim gelecek!

Delikanlı dükkanın önünü güzelce bir süpürmüş. Ardından kahveleri söylemiş. Akşama kadar meslek öğrenmek hariç ne varsa yapmış.

Herhalde bu işe böyle başlanıyor diye düşünmüş kendi kendine…

Üç-gün, beş gün derken, bir ay geçmiş. Eli çarıklara hiç değmemiş. Sürekli, yabancı şuraya git, yabancı şunu getir, şurayı sil, süpür, falanca ustayı çağır, şu parayı filana götür. Filandan şunları al getir deniyormuş.

Çıraklar çarık dikerken, yabancı getir-götür işlerinden başını alamıyormuş.

Aradan bir ay daha geçmiş. Yabancı genç, ustam demiş haddim olmayarak bir şey sormak isterim.

Tabi demiş usta, sor bakalım; Ben bu şehre meslek öğrenmeye geldim. Daha elime çarık dahi almadım. Ne zaman başlayacağım meslek öğrenmeye…

Usta bir kahkaha atmış! Öğreniyorsun ya yabancı demiş!

Şurada daha ne oldu ki, hele bir altı ay filan geçsin. Seni esaslı bir usta olarak göndereceğim memleketine…

Delikanlı, derdini Hancıya anlatmış. Ben demiş galiba bu ustadan bu mesleği öğrenemeyeceğim. Başka bir ustaya gitsem olmaz mı?

Olmaz demiş Hancı. Bu şehirde bir çırak, bir ustanın yanından ayrıldı mı, diğer ustaların hiçbiri o çırağı almaz yanına, yazık olur sana!

Bak sana ne diyeceğim? Hancı delikanlının kulağına bir şeyler fısıldamış.

Yabancı delikanlı, ertesi gün sabah namazından hemen sonra varmış dükkana, dükkanı bir güzel silmiş, süpürmüş, Usta aferin demiş, meslek öğrenemesen de, bu işleri iyi öğrendin. Diğer ustalar, bu çocuğu nereden buldun, hem efendi, hem edepli diyorlar senin için göğsüm kabardı. İçimden attı, şöyle bir yarım saat kadar dükkanın arka tarafında bir dinlen bakalım demiş. Dinlen ki iyi çalışasın!

Usta ise almış eline bir çarık dikmeye başlamış.

Delikanlı, ustanın onu kolay kolay göremeyeceği bir yere gizlenmiş ve izlemeye başlamış. Öyle bir aşkla ve şevkle izliyormuş ki, attığı her dikişi, çarığı tutuşunu, deriyi kesişini, hasılı hiçbir anı kaçırmadan izlemiş. Bu izleme aylarca sürmüş.

Usta, şehrin ve memleketin önemli insanlarına özel çarıklar, çizmeler diken bir usta olunca, yabancı delikanlı hiçbir anı kaçırmadan hem izlemiş, hem de kendi kendine alıştırmalar yapmış.

Bir bayram önü, ustaya bir hayli özel sipariş gelmiş. Gece yarılarına kadar çalışsa da üstesinden gelecek gibi değilmiş. Yine bir gece çalışırken, yorgunluktan uyumuş kalmış. Yabancı delikanlı, ne kadar yarım kalmış iş varsa hepsini dikmiş, hazırlamış, ustanın yanı başına yan yana dizmiş.

Sonra olan-biten ortaya çıkmasın diye, Hana varmış, yorgunluktan atmış kendini yatağına…

Sabah olduğunda, Hancı kalk delikanlı demiş, çabuk kalk, ustan seni çağırıyor, çırak arkadaşlarından birini göndermiş. İnşallah onu kızdıracak bir şey yapmamışsındır.

Yabancı koşarak dükkana gelmiş. Usta herkesi yan yana dizmiş.

Tek bir soru soracağım doğruyu söyleyeceksiniz demiş.

Bu çarıklardan, bu çizmelerden bazıları yarımdı,  hanginiz dikti bunları?

Kalfa; ben diktim ustam demiş! Kaç yıldır yanındayım. Sana o kadar da yardımım olmasın mı?

Çıraklardan en eski olanı;

Yalan ustam demiş, ben diktim. Benim kalfalığım geldi diye, kalfa beni kıskanır durur.  Çarık dikmek kim, o kim, ben diktim ben, bilirsin kabiliyetliyimdir!

Usta yok demiş, ben hepinizin ne yapıp ne yapamayacağınızı bilirim.

Bu iş sizin işiniz değil?

Bu çizmelere, bu çarıklara iyi bir ustanın eli değmiş! Bu dikişler usta işi, hatta benden de iyi…

Bu işe gönül vermeden böyle dikiş atamaz, böyle dikemezsiniz.  Rahmetli ustam, benim için böyle derdi. İşini sevmeyen, işinde bir adım ileri gidemez diye de eklerdi!

Kalfa, ustam demiş, o dikmedi, bu dikmedi, ne yani yabancı mı dikti bu çarıkları, çizmeleri?

Usta, hiçbir şey dememiş amma, gözü yabancıya takılmış kalmış. Gece uyur uykusunda bir ara hayal-meyal yabancıyı görmüş amma, gördüğünü düş gördüm sanmış.

Aradan biraz zaman geçmiş. Usta yine özel siparişler almış. Siparişi veren Beyler, üç güne bu işler bitmeli demişler. İşimiz acil.  Usta bakmış ki, değil bir hafta, on gün olsa yetecek gibi değil.

Yine de başlamış işe. Yorgunluktan iflahı kesilmiş. Eli iğneyi, çarığı tutamaz olmuş,  Derin bir uykuya dalmış.

Yabancı delikanlı gelmiş, oturmuş işlerin başına, eli o kadar pratik ve mahirmiş ki, çarığı, çizmeyi ne zaman dikti, ne zaman bitirdi bir gören olsa hayranlıktan ve şaşkınlıktan küçük dilini yutabilirmiş.

Yabancı delikanlı öylesine işe kendini kaptırmış ki, ustasının onu hiç sesini çıkarmadan seyrettiğini anlayamamış. İşleri bitirmiş. Uyuduğunu sandığı ustasının üzerine bir şeyler örtmüş, çıkmış gitmiş dükkandan. Sabah yine herkesi toplamış usta, hiçbir şey söylemeden gelmiş, yabancı delikanlının alnından öpmüş.

Şehir Şehire, Hancı Hancıya, Usta Ustaya, Kalfa Kalfaya, Çırak Çırağa benzer.

Bir kıssadır anlattığımız. Her kıssadan bir hisse alınması hoştur, güzeldir. Ne kimse alına, ne de gönül koyula

Sürçü lisan eylediysek affola…

İnşallah bir başka sefer daha güzel bir hikaye anlatırız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Sazan

17 Nisan 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR