Ahmet Çapanoğlu

Ahmet Çapanoğlu

DOSTLUĞU BİR BARDAK ÇAYA SIĞDIRMIŞIZ DA, GÖNLE SIĞDIRAMAMIŞIZ…

DOSTLUĞU BİR BARDAK ÇAYA SIĞDIRMIŞIZ DA, GÖNLE SIĞDIRAMAMIŞIZ…

Biliyoruz ama göremiyoruz, Yaradan’ın yaratıp bize sunduğu güzellikleri. Gökkuşağının rengârenk oluşunu, ama siyaha esir olan duygularımızı bilmekte istemiyoruz, karanlıklarda kalışımızı, vurdumduymazlıklarımızı.

Milyarlarca yıl oldu, ne güneş bizi ısıtmaktan, ne ay, ne de yıldızlar aydınlatmaktan yoruldu. Farkına bile varmadık bu ilahi gücün, bu ilahi yardımın. Şükürsüzdük, her nimete olduğu gibi, bunlara da. Ya bir metre daha aşağıda olsaydı ne olacaktı halimiz, hiç tasavvur edemedik güneşin uzaklığını. Ay’a romantizm yükledik, geceyi istirahat yaparak ışığıyla rahatsız etmemek için güneşin yerine geldiğini düşünmeden.

Hep neşeyi düşündük, neşeyi yaşamak istedik. Neşe gidince isyan ettik, herkese, her şeye. Hüzünleri sevemedik nedense. Hüzünlerin, seveni sevdiğine yaklaştırmak, sevdiğini düşünmek olduğunu, sevenin sevdiğine tefekkürü olduğunu algılayıp yaşayamadık. Neşeyi de, hüznü de ağırlayamadık, verenin hatırına. Ne denge kurabildik ikisi arasında, ne kulca yaşayabildik kimden geldiğini düşünmeden. Aşk dedik, tenden kalbe, cemalden celale ulaşamadık ve kirlettik nefsimizin arzularıyla bedenlerde gizledik duygumuzu. Kirlettik kalbimizi de, anlayamadık ulaşılacak makamı. Gayemiz aşkı yaşamaktı ya, kirletip kaybedince yaşama gayemizden de uzaklaştık. “Kaybeden ne bulmuş, Sen’i kaybedince, bulan da; başka ne isterim Sen’i bulunca” diye yönelmemişiz, kaybolmuşuz nefsimizin arzularında.

Hep aramakla geçmiş ömrümüz. Sevdayı aramışız bir kuşun kanadında. Nefsimizle aramışız da, bulduğumuzu sandığımız yanılgılarımız olmuş. Hep dışarıda, görünende değilmiş aramak, onu da bilememişiz. Görüneni, gördürende aramamışız arayışımızı. Güzelliğe bağlanmışız, güzelliğin esiri olmuşuz da, güzelliği var edeni görmek istememiş, görünendeki esaretimizden kurtulup O’na yol alamamışız. Aramaya başlamışız ama bitiremeden yolda kalmışız. Arayışımız ve buluşumuz nefsimizin esaretinde kalmış. Ne mecnun olup çöllere düşmeyi, ne Yusuf olup kuyuya atılmayı, ne zindana kaçıp zindanı saray eylemeyi göze almışız ve adını aşk koymuşuz, meşk olan düşüncelerimizin.

Ağlamışız acılara dayanarak. Acılara, kayıplara, fani sevdalara. Duaya durmuşuz, huzurda ama ne kalbimizde bir his, ne gözümüzde bir damla yaş. “Ağlarsa kadın ağlar, erkekler ağlamaz, kadın ağlarsa da gözyaşları cehennemi söndürür” demişiz. Annemiz kadın değil diye düşünmüşüz, ağlatmışız. Mazluma eziyete şahit olup, ağlamasına göz yummuşuz. Elimizden bir şey gelmez demişiz ama onunla üzülüp, onunla ağlamaya bile tenezzül etmemişiz. Yetimi ötelemiş, saile azarı reva görmüşüz, ağlatmışız.

Ne ezilenin acısını yüreğimizde, ezilen yerimizde hissetmişiz, ne de ezene dur diyecek cesareti kendimizde bulmuşuz. Hep yılana sarılmışız, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşüncesiyle uyutularak. “Bugün bana dokunmayanın, bir başka gün bana dokunacağını” düşünmeden. Koparmışız bağlarımızı da, dağılmış duygularımızla nifaklara düştüğümüzün farkına varmadan. Hem bedenen, hem ruhen firak olmuşuz ümmetliğimizden, insanlığımızdan.

Dostluğu bir bardak çaya sığdırmışız da, gönle sığdıramamışız. Gönülde olmayınca dostluk, bardak soğuyunca o da soğumuş. Sonra riya başlamış, gıybet başlamış.

Sevdiğimizi anlık sevmişiz, yerdiğimizi silememişiz. Unutmuşuz Allah için sevip, Allah için buğz etmeyi. Tokadı öyle vurmuşuz ki, bir daha merhaba diyecek, bakacak yüz bırakmamacasına.

Biliyoruz ama görmezden geldik, sahte hayatlarımızı, nankörlüklerimizi. Nankör olduk nankör. En başta Yaradan’a nankör. Bezmi eleste verdiğimiz söze nankör. “Kulluğa geldim” derken kul olmamakla nankör. Kulluğun gereği olan emirlerin ilki olan “oku” emrini yerine getirmeyerek, okumayarak nankörleştik.

Kulun kula nankörlüğü de var tabi. Kul hakkını bilmeden, verenin verdiğini geri vermeden, hakkı korumadan, emaneti yerine getirmeyi düşünmeden nankörleşmişiz. Tamam, Hakk Teâlâ kendiyle olanı üzerine alıyor, belki bir tövbenle affedecek de, kullarla olan hukukuna garanti vermiyor, “gelme o hakla” diyor. Peki, o haklara karşı nankörlüklerin ne olacak. Yalanların, riyaların, çalmaların, kalp kırmaların, ağlattıkların, “ben edindim” diye kibirlendiklerin ve yaşarken öldürdüklerin, yaşama sevincini yitirttiklerin. Ve daha niceleri…

Şafak beklerken, ölümü beklemeyişimizdi bizi gaflete düşüren. Sabahı aydınlık zannederken, karanlıklarda yaşadığımızı, gerçek âlemin aydınlığını unutuşumuzdan haberimiz yok. Aydınlığa doğru ilerlerken, karanlıklarımızla beraber yol aldığımızdan haberimiz yok. Ya aydınlığa gideceğiz, ya da karanlığa devam, yaşadığımız gibi.

Ne garip değil mi? Yaşadığımız ve yaşattığımızı yaşayacağımızı biliyoruz ama hâlâ oyun sanıyoruz, hâlâ nefsimizin bize hoş gösterdiklerinin peşinde dolanıp duruoruz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ahmet Çapanoğlu Arşivi
SON YAZILAR