Akif Kuruçay

Akif Kuruçay

Emniyet ve Liyakat

Emniyet ve Liyakat

Bedeli göze alınmış bir açık sözlülük... İlk Çağ filozoflarından Sokrates, bize, koca bir Grek pantheonunun karşısına net ve kararlı bir tavırla dikilmekle hakikate dair konuşmanın ne demek olabileceğini; layık görüldüğü cezayla da hakikatçiliğin nasıl sonlanabileceğini gösteriyor. Onun put yıkıcı tavrı,  tarihin kaydedebildiği ilk muvahhid olarak algılanmasının önünü açtı. Kur’an’da muvahhidlere dair anlatılan birtakım kıssalarda, adı geçen filozofun akıbetiyle benzerlik içeren detaylara denk gelmek mümkündür.

Doğruları söyleyebilmek için özel bir zamanın gelmesi,  hususi bir mekânın kurgulanması gerektiğini vehmeden düşüncelerin çok dışında hareket eder hakikat gönüllüsü. Statükoya uymaz, önceden belirlenmiş ve hakkında değiştirilemez olduğu algısı yaratılmış şartlara kulak asmaz. Bir dağın eteğinde topladığı kavmine sorduğu şu soru: Dağın arkasında Kureyş’i yok etmeye gelmiş bir ordunun geldiğini söylesem, inanır mısınız? Yanıtı soruyu aşıyor ve bence tüm siyeri kaplıyor: Evet, inanırız. Bunu sağlayan saf liyakattir. Düşmanın en korkunç silahlarla çepeçevre kuşattığı bir evden bu liyakate duyulan kesin iman ile çıkılır. Ancak “Emin” olanla ahbaplık, canı kılıçtan korur. 

***

İmparatorluğun en uzun ve zor yüzyılında sıkça kullanılan bir tabir vardı: kaht-ı rical. Yani liyakatli adam kıtlığı... Çilesi padişahları şair etmiş. III. Mustafa mesela, “yıkılıpdur bu cihân sanma ki bizde düzele, devlet-i çarh-ı denî verdi kamu mübtezele” derken ta o zamandan ümitsizce acıklı sonu görüyor gibidir. İlhami mahlasıyla yazdığı şiirlerden birinde “devletin tâlii bozuk ver ona yâ rab şifâ” diyen III. Selim’in babası kadar karamsar olmadığını söyleyebilmek mümkün olabilseydi keşke. Dalkavukluktan, müdahin tiplerden iğrenen yenilikçi padişahın etrafı ne yazık ki yeteneksiz, fikir üretemeyen yahut fikirlerini açık sözlülükle ifade edemeyen devlet adamlarıyla çevrilmişti. Nalı tutan çivi misali, çivi noksan olunca ne at koşuyor ne atın üzerindeki süvari zafer sancağını sallandırabiliyor.

“Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” diyenlerden “Padişahım çok yaşa”cılara evrilen vükela zümresindeki niteliksizliği anlatmak için de nefis bir nükte anlatılır. Rivayet odur ki son devrin en önemli sadrazamlarından Yusuf Kamil Paşa, bir gün konağında verdiği ziyafete  devletin önde gelenlerini davet etmiş. Yemeğin sonunda sofraya getirilen çileğe uzanan paşa, aldığı meyveyi kazara tuz kâsesinin içine düşürmüş; fakat ziyan olmasın diye öylece ağzına atıvermiş çileği. Tabii ağzında berbat bir tat yayılmış, ancak bozuntuya vermemiş. Ardından “Böyle güzel oluyormuş yahu” deyince herbiri ikbal derdindeki sofra efradı paşanın bu muzip tuzağına çilekleri tuza bandırıp ağızlarına atmak ve üstüne paşanın zevkine övgüler düzmek suretiyle düşüvermişler.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Akif Kuruçay Arşivi
SON YAZILAR