Prof. Dr. Fikret Akınerdem

Prof. Dr. Fikret Akınerdem

ISFAHAN-1

ISFAHAN-1

İran’a gitmeden önce “İran’da en çok nereyi görmek istersiniz” diye sorulduğu zaman, Tahran’dan da çok Isfahan’ı görmek istediğimi hep belirtmişimdir. Benim bir âdetim, yurt içi, yurt dışı seyahatlere çıkamadan önce gideceğim yer hakkında çeşitli kaynaklardan etraflı bilgiler alırım, ona göre de tüm seyahatlerim verimli geçer. İsfahan için de aynısını yaptım şehrin gezilecek, görülecek yerlerini not aldım. Ziyaretimi bitirdikten sonra da bu şehri en az iki yazı dizisiyle tanıtmam gerektiğini düşündüm. Gerçekten de bu yazı dizimden de anlayacağınız gibi, bugünkü haliyle 2 milyon kadar olan nüfusuyla Isfahan’ı haftalarca yazmak, anlatmak ve resimlemek gerekir ve buna da değer bir şehir.

İsfahan, Arapça kaynaklarda Sibâhân, İsbahân ve bazı eski Farsça kaynaklarda Sipâhân olarak geçiyor.  Genel kabule göre kelimenin sözlük anlamı “atlı askerler”. Bulunduğu eyaletin başkenti ve İran'ın da önemli kavşak noktalarından biri olan bu şehir eskiden beri lezzetli meyveleriyle tanınıyor.

İran’ın üçüncü büyük şehri olan Isfahanın kuruluşu taş devrine dayanıyor. Med’ler döneminde en önemli şehir oluyor. MS 7. Yüzyılda Müslümanların eline geçiyor, 11. Yüzyılda Selçuklu İmparatoru Tuğrul Bey, torunu Melikşah ve Veziri Nizamülmülk’e döneminde başkent olan şehir daha da zenginleşiyor ve meşhur Cuma mescidi de bu dönemde yapılıyor.

Selçuklunun yıkılışı ile zayıflayan İsfahan Moğollar ve Timur dönemlerinde büyük yıkımlar geçirse de çok sayıda tarihi eser imar ediliyor. 16. Yüzyılda, özellikle de Pers İmparatorluğu Safaviler döneminde, tarihte ikinci kez başkent oluyor ve daha çok gelişiyor. Sonraları çeşitli sıkıntılar geçiren şehri Şah Rıza Pehlevi (1925-1941) döneminde yeniden onarılıyor ve kentte bir sanayi bölgesi oluşturuluyor. 

Bugün, geçmişteki o doyumsuz ihtişamını korumakta. Birçok güzel bulvar, köprü, cami, saray, minare ve bahçeleriyle İslami mimariyi yansıtmasından dolayı oldukça meşhurdur. “Isfahan, Nefsi Cihan” (İsfahan dünyanın yarısı) Asya, Anadolu, Mezopotamya, hepsine aynı anda hâkim. Birçok medeniyetin birçok sanat ve bilim dalında dünyanın sayılı merkezlerinden biri olmuş.

Yolculuğumuza Şiraz’dan başlıyor, Persepolis üzerinden Isfahan’a geçiyoruz. Güneyden kuzeye 500 km kadar yolu 6 saatte ancak alıyoruz. Güzergâhta halkının yaşantısını, köylerini, yol üstü satıcılarını tanıyoruz. Satıcılardan elma, kayısı, şeftali gibi meyveleri alıp tadıyoruz. Gerçekten albenisi güzel ve lezzetli meyveler ancak çok da ucuz değil. Ne yazık ki bu güzel ürünler ambargo nedeniyle dış pazarlara kapalı. Bir tarımcı olarak da bu duruma üzülmemek mümkün değil.  

Güneyden yaptığımız girişteki şehrin yeşilliği, bakımı ve temizliği dikkat çekiyor. Kısa bir turdan sonra şehri ikiye bölen ve Zağros dağlarından çıkan, Zayende Nehrine bakan bir otele yerleşiyoruz. Türkler dışında hemen başka bir yabancı turistin olmadığı oteller taşıdığı yıldız sayısına göre dünyada muadili otellerinden oldukça ucuz, bizimle de hemen aynı durumda sayılır. İsfahan'a ayrı bir hava veren ve hayatın onsuz olmayacağını hissettiren Zayende nehri Mısır'daki Nil'den küçük, Fransa'daki Sen nehrinden büyük ama ikisinden de çekici ve romantik denebilir.

Akşamüzeri şehirde kısa bir tur atıyoruz. İlk gördüğüm o meşhur Zayende Nehrinin kurumuş olması. Şoka giriyorum. Aynısını Şiraz’da da görmüştüm. Ambargoyla boğuşan İran aynı zamanda yıllardır kuraklığın pençesinde imiş. Tarihi köprüler üzerinde sıcakta oturan ve yürüyen halkın ne hissettiğini düşünüyor, Deli Dumrul’un geçenden de, geçmeyenden de aldığı akçenin kuru deresi aklıma geliyor.   

Ağaçlı güzel bulvarlar, Pers bahçeleri, köprü, saray, cami ve minareler gibi İslami mimariyi yansıtan eserler. İsfahan’a hiçbir İran şehrinin olmadığı kadar bir tablo görünümünde hava, biraz da romantizm katıyor. Burası aynı zamanda yaşayan bir müze. Burada çoğu zanaat ve geleneksel kültürler yok olmadan günümüze kadar gelmeyi başarmış. Açık-kapalı çarşılarda esnafların gümüş kakma, çini boyama, ipek halı dokumalarını canlı canlı görmek mümkün. Tarihi çarşısında gezinmek, nehir köprülerinden yürüyerek geçmek şehrin olmazsa olmazlarından.

İsfahan halıları ve dokumacılığı ile ünlü. Meşhur İran halılarının çoğu İsfahan’dan çıkma. İsfahan’da dokumacılığın bu kadar gelişmesi, Safeviler dönemine dayanıyormuş.

Gezime sabah erkenden başlıyorum. Tarihi köprüler ve çevresini gezdikten sonra şehri doğudan batıya doğru nehrin karşısına geçiyorum. Öğlen vakti yakım. Mollalar sokaklarda, Çarbağ yazan yolda yürüyorum. Caminin birinden ağıtlar ve dualar geliyor. O tarafa yöneliyorum, kalabalığın arasından camiye giriyorum. Kemerli avluda imam vaaz ediyor, hem de yüksek sesle ağlıyor, cemaatin yarısından fazlası da ağlıyor. Şia usulü bir ağıt.  Çekinerek de olsa içeri giriyorum. Erkekler bir tarafta, kadınlar diğer. İmam öyle içten vaaz ediyor ki tüm cemaat kendinden geçmiş. Dışarıda yemek-içecek ikram ediliyor. Giren ve çıkanların üzerlerine her iki yandan esans püskürtülüyor.

DEVAM EDECEK

t1.jpgt2.jpgt3.jpgt4.jpg

t5.jpgt6.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Prof. Dr. Fikret Akınerdem Arşivi
SON YAZILAR