Hayatın kalabalığı içinde çoğu zaman durup düşünmeye fırsat bulamayız. Ne için yaşar insan? Sabah alarmına sinir olarak kalkar, aynı yollardan geçer, aynı masaya oturur, aynı sıkıntıları biriktiririz. Gün biter, ertesi gün başlar. Ama bir yerlerde içimizden bir ses, bu döngünün ötesinde bir anlam arar durur.
Kimine göre insan, mutlu olmak için yaşar. Ne var ki mutluluk, sürekli elimizden kayıp giden bir su gibidir. Bir an avucumuz doludur, bir an sonra parmaklarımızın arasından akıp gider. Mutluluğu hedefe dönüştürdükçe, ona daha çok yabancılaşırız. Çünkü mutluluk bir sonuç değil, yaşarken fark edilmesi gereken küçük anların toplamıdır.
Kimi ise hedefler için yaşar. Daha iyi bir iş, daha büyük bir ev, daha parlak bir gelecek… Elbette hayallerimiz olsun, ama unutmamak gerekir ki hedefler, hayatı taşımak için kullanılan çerçeveler olmalı hayatın ta kendisi değil. Sürekli varmaya odaklanınca yolun içindeki güzellikleri kaçırırız.
Bence insan, anlam bulmak için yaşar. Bir çocuğun başını okşarken, birine faydamız dokunurken, bir dostla oturup kahkaha atarken… Yüreğimiz bir başka türlü atar. “İşte” deriz, “yaşamak bu.” Anlam bazen büyük ideallerde değil, küçük iyiliklerde saklıdır. Ve elbette sevmek için yaşar insan. Sevilmek için de… Bir kalbe dokunmak, bir gönülde iz bırakmak, hayatın karanlık yerlerine biraz ışık bırakmak… Belki de tüm büyük soruların cevabı bu kadar basittir.
Sonuçta her birimiz farklı hikâyelerin kahramanlarıyız. Ama ortak bir gerçeğimiz var, İnsan, kendini çoğalttığı yerde yaşar. Sevgide, paylaşımda, üretmede, iyilikte… Belki de asıl mesele, yaşamak için büyük bir gerekçe bulmak değil yaşadığımız her günü, küçük bir gerekçeyle değerli kılmaktır. Çünkü insan, neden yaşadığını ararken, aslında nasıl yaşadığını keşfeder.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.