Yalan dünyanın işleri
Osmanlı’nın son zamanlarında, eşkıyadan Atçalı Kel Mehmet, basmış Aydın Vilayet Konağını, vurmuş Valiyi, oturmuş Valilik makamına. Bir de mühür kazdırmış.
“Valiyi Vilayet, Hademeyi Devlet, Atçalı Kel Mehmet”
Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz amma, Atçalı, Aydına Vali olmuş bir süre…
Gözümüz hep yükseklerde…
Ayaklarımız yerden kesilmeye hazır…
Hak bizim mi?
Bir başkasının hakkına mı giriyoruz?
Yaptığımız doğru mu?
Bu türden soruların yanımızdaki kıymeti harbiyesi sıfır…
Herkes anasının karnında mı öğreniyor bu işleri gibi eşsiz savunmalara sahibiz.
*****
Bir zamanlar, Vekil Müdürler diye bir dönem vardı. Vekil asilin bütün yetkilerine sahiptir dendi, yıllarca vekaleten yürütüldü birçok il ve ilçe müdürlükleri…
Bazı illerde ve ilçelerde tek bir asil Müdür olmadığı yıllar yaşandı…
Vekilin alması ve değiştirilmesi kolaydı. Vekil olmaya amade, siyasilerin kapılarını aşındıran, kapılarında yatan dünya kadar insan vardı.
Onlarda onların arasından her dediklerini yapacak kimler varsa seçtiler vekil Müdür olarak oturttular koltuğa…
Siyasiler postu o makamlara serdiler. Herkes muradına erdi. O makamların ne ağırlığı kaldı ne yaptırımı…
Siyasilere akraba, yakın ve tavsiyeler sonucu yapılan atamalar ve görevlendirmeler üç gün beylik beyliktir diyenlere bütün kapıları ardına kadar açtı.
Yönetmelikte benim, kanunda benim diyen İl ve İlçe yöneticileri dediklerini yapmayanları sürdüler, gönderdiler, görevinden aldılar. Liyakat döneminin, işinin ehli olma döneminin, tecrübe döneminin temelleri seksenli yılların ortalarında başladı sarsılmaya...
*****
Yalan dünyada, yalan olmayan ne var? Kime kalmış ki bize kalacak, kimin olmuş ki, bizim olacak?
Yalandan kim ölmüş cümlesine olan hayranlığımız sır değil. Hiç mi yalan söylemedin diye başlayan cümleler, yalan dünyanın yalancı sarmaşıkları gibi…
İçinde yalan geçen şarkılar, türküler, yalanı konu eden şiirler vazgeçilmezimiz.
Yalan dünya da ne var ne yok, bize gelsin, şans talih bize gülsün, bizim dediğimiz olsun. Karşımızda engel olmasın, engel çıkmasın gibi bir yaklaşım.
Mal yalan, mülk yalan, mevki yalan, makam yalan, unvan yalan. Yalandan işlerin elinde debelenip durmaya ölüp gidiyoruz.
Daha diye gözümüz doymuyor…
Gözünü toprak doyursun diyene gönül koyan koyana…
Bana bunu demeyecekti…Beni kıskanıyor…Beni zaten çekemiyorlar…
Onlar böyle dedikçe de, lafların ardı arkası kesilmedi…
Sonradan görme dediler…Nasıl zengin olduğunu cümle alem biliyor dediler. Üç kuruşun sahibi oldu diye, kimseyi tanımaz, bilmez oldu dediler…Aşağı dallara da konmuyor artık dediler…Aslını unuttu, aslını dediler…Dediler de dediler…
Ben nerde ne yanlış yaptım demeyenler ne mi yaptılar?
Kızdılar…Dava açtılar…Bana hakaret etti diye şikâyette bulundular…Kişilik haklarımı ihlal etti diye köpürdüler…
Neden mi?
Çünkü, dur diyenle kavgalılar…Yapma diyenle tartışmaları bitmedi…Etme diyenle dertleri, meseleleri uzadıkça uzadı. Kabak tadı verdi…
*****
Mevlâna yüzyıllar ötesinden sesleniyor, “Keser gibi olma; hep bana, hep bana. Rende gibi olma; hep sana, hep sana. Testere gibi ol; hem sana, hem bana.”
Bu sözü anan da yok, söyleyende, söylensin isteyen neredeyse hiç yok…Çünkü, kimsenin işine gelmiyor.
Biz keser gibiyiz, atalar nalıncı keseri gibi kendine yontmak demişler. Her ne olursa olsun kendimize yontmak gibi bir egonun, egoistliğin ve aç gözlülüğün bizi esir almasından şikayetçi değiliz. Bencil diyene cephe alıyoruz.
Kul hakkına girdiğimizi bal gibide biliyoruz. Yarın Hakkın divanında ben ne derim ne diyeceğim ne yapacağım sorularını kendine soranlarımız var, sormaya zahmet etmeyenlerimiz var…
Kul hakkı muhasebesi yapılabilecek günlerin içinde olmamız dahi bizi kendimize getiremiyorsa…Vah bize…yazık bize…
Vicdanı tepe-tepe gömdüm…Merhametin belini kırdım…Hoşgörüyle yollarımı yıllar önce ayırdım diyenlerimiz var. Böyle biri, kimseyle bir şey paylaşamaz da bölüşemez de...
*****
Hani Yunus demiş ya…
“Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi. Mal da yalan mülk de yalan. Var biraz da sen oyalan.”
Ne söz tesir ediyor bize ne nasihat ne de yaşananlar.
Benim olmalı, benim olacak, kafama yıllar öncesinden koydum. Sonunda elime geçirdim diyenler dolaşıyor aramızda…
Ne oldu o eline geçirdiğin her neyse?
Sanki sana yâr olacağı garanti mi?
Ne vebal uykumuzu kaçırıyor ne ah edenin ahı…
Zorla almak gibi, hedefe giden yolda her şey meşru, her şey mubah, her şey hak gibi saçma sapan kalkanlarla gözümüzü kırpmadan gücümüz neye yettiyse onu ele geçirme derdindeyiz.
Bugüne kadar kimin elinde ne kaldı? Kim ne kazandı? Ne götürdü giderken?
*****
Şemsi Tebrizi diyor ki, “Başkasının rızkını sana vermezler, öyle ise vücudunu niçin üzmede, öldürmedesin”
Gözümüz hep nerde?
Başkasının malında, mülkünde, mevki ve makamında…
Hırsımız aklımızın önünde…
Benzer şeyleri satıyoruz, benim dükkâna neden kimse gelmiyor da komşu dükkân dolup taşıyor diye haset eden kim?
Biz…
Yalan dünya, tuzak diye, kuyu kazmak diye, hile diye, fitne diye, entrika diye bir kucak dolusu argümanı yığmış insanların önüne…
Hangisi işini görüyorsa, hangisi lazımsa al kullan. İster birini…İster birkaçını…İster hepsini birden…
Kimi hepsini birden kucaklamış, kimi ben Allah’tan korkarım demiş…
Netice de yalan dünyanın işleri…
Ne demişler?
İnsan ne zaman haddini aştı, hayra olmayan işi ayağına dolaştı…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.