Prof. Dr. Fikret Akınerdem

Prof. Dr. Fikret Akınerdem

Bir dava adamı, Yaşar Kaplan

Bir dava adamı, Yaşar Kaplan

Dava adamı başlığı ile yazıma başladım. “Dava adamı, bir ülküye bağlı ve o ülkü için çalışmaktan yılmayan, zorluklara katlanan kişiler” olarak bilinir, Türk sağ siyasette azim ve çalışkanlığı ile kendisini bir ideale, davaya adamış, görüş ve fikirleri için mücadele verenler için genellikle olumlu anlamda kullanılan ifadedir. Bunun ne demek olduğunu bilen ve anlayan pek kalmadı diyebilirim.

Dava adamlığı bir insana en çok yakışan sıfatlardan biridir. Dava adamı, çile adamıdır. 27 Mayısları, 12 Martları, 12 Eylül leri (daha da neler) görmüş ve acılarını çekmiş insanlardı. Dava adamının makamı, parası, unvanı olmaz. Yağcılık yapmaz. Görev istemez, verilirse yapacağını aklı keserse kabul eder. Her zamanda ve zeminde doğruyu söyler. Onlar Mehmet Akif, Necip Fazıllar; Alpaslan Türkeş, Necmettin Erbakanlar, Sezai Karakoçlar, Muhsin Yazıcıoğlu, Nuri Pakdiller idi. Bunun son türlerini son günlerde artan bir hızla kaybediyoruz. Bunlardan biri de Sevgili Kardeşim, Abim Yaşar Kaplan’dı.

Üniversite hayatım 1973 senesinde Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde başladı. O zamanlarda da yurt veya ev bulmak bekâr olanlar için pek kolay değildi. Daha önceden Ankara da iş hayatına atılmış akrabalarımın yardımıyla Abidinpaşa Mahallesinde bir ev tutmuştuk. 5 senelik eğitim süremin son 2 senesinde ev değiştirerek, aynı semtte, Kayseri’den arkadaşlarla aynı evi paylaşmaya başlamıştım. İşte o dönemde Rahmetli Yaşar Kaplan ile tanışma fırsatım oldu.

Öğrenci evleri olarak aynı ideolojide olan 3 evimiz vardı. Birisi Abidinpaşa, diğerleri Çankaya ve İç cebeci-İncesu da idi. Her evde 4-5 kişi kalır, birbirini misafir eder, bir evde 8-10 kişinin kaldığı zamanlar olurdu. Öyle, yemek çeşidi, yatak ve oda konforu yoktu; telefon, televizyon, çeşitli bilgisayar oyunları nedir bilmezdik. En büyük eğlencemiz Radyo dinlemek idi. TV’miz olmadığı için özellikle Muhammed Ali’nin açlarını seyretmek üzere kahvelerde sabahladığımız günler olurdu.

Ortamda yoğun bir terör vardı. Sağcı gençler olarak MTTB, Akıncılar ve Ülkü Ocaklarından beslenirdik. Teknik desteklerimizi ESAV ve ESAM da alırdık. Daha da ötesi bekâr evlerinde okuduğumuz kitaplar üzerine tartışmalar yapar, bilgi-görgü ve kültürümüz geliştirirdik. Tartıştığımız sol görüşte birinin fikirlerini çürütmek için kendi ideolojimizle yazılan kitapları sabaha kadar âdete ezberler, sonradan tartışmayı kazanmanın huzurunu ve biraz da gururunu yaşardık.

Böyle bir hayatı elbette her arkadaşımız aynı yoğunlukta yaşamazdı. Bu yoğunluğu yaşayanlardan biri de Yaşar Kaplan’dı. O bambaşka ve özel biriydi. Ciddi duruşlu, ağırbaşlı, sakin ancak deruni düşünen, zekâsı ve entelektüel birikimleri ile kolay fark edilen ve kendini çabucak öne çıkaran biri idi. Bir konuyu ele alışı ve detaylı yorumları ile bizi de motive eder, ufkumuzu açar, ruhumuzu beslerdi.

Yaşar Abi, benden birkaç yaş büyük olan Kayserili arkadaşlarımın Kayseri İHL den sınıf arkadaşı olduğu için Abidinpaşa’daki evimize sıkça gelirdi. Ev arkadaşlarımın tamamı İHL mezunu, sadece ben Lise mezunu idim. O zamanlarda benim de neden İHL mezunu olmadığımı sorguladığımı bilirim.

Yaşar abi ile benim yakınlığım sadece fikir bazında değil, aynı zamanda dostluğa, derin ve samimi bir abi-kardeşliğe varan değerde idi. Ben çok sorular sorar, aceleci olduğum için de cevabını hemen almak isterdim. Karşılığında gülerek “öyle yağma yok, Fikret ‘çiğim” diyerek beni teskin ederdi. Az güler çok konuşurdu. Yazıları ve konuşmaları ağdalı ve yeni Türkçe kelimelerle dolu idi. Ben de en çok bunu tenkit eder, karşılığını da alırdım.

Bir defasında Abidinpaşa’daki evimizde tartışmaların gecikmesi ile “abi, gece yola çıkmayın, ne olur, ne olmaz, burada kalalım” dedim. O da kabul etti. Ancak o gece topluca tahtakurusu saldırısına uğradık. Uyumamız mümkün değil. Arkadaşlardan bazıları evde kaldı, gece yarısından sonra onun kaldığı evine beraber gittiğimi sonraki karşılaşmalarımızda hatırlar, gülümserdik.

Sonrasında çok defa karşılaştık. Her karşılaşmamızda kendisine iltifat ederdim. O da bundan sıkılsa da gülerek “kardeşim Fikret beni övse de kendisi inanmaz” karşılığı ile bana takılırdı. Dava adamıydı, çileler çekti ama yılmadı. Son 20 yılını Almanya’da geçirdi. Üzgünüm ancak bu özel ve azimli insanı tanımanın, bir zamanı paylaşmanın hazzı da bana yetiyor. Mevla rahmet eylesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Fikret Akınerdem Arşivi
SON YAZILAR