Erol Sunat

Erol Sunat

GÜLE GÜLE EY ŞEHR-İ RAMAZAN!

GÜLE GÜLE EY ŞEHR-İ RAMAZAN!

Hayatımızın en ilginç, en garip, en mahzun Ramazan ayını geride bırakmak üzereyiz. Camilerden uzakta, teravih namazlarından uzakta ve onlara hasret bir Ramazan ayı geçti.

Hoş geldin ey Şehr-i Ramazan demiştik.

Uğurlar olsun amma bir daha birbirimize bu kadar hasret gitmeyelim, bu kadar hasret kalmayalım temennileriyle de onu uğurluyoruz.

Ramazan değişik bir özlemle geçti gitti.

Evlerimizde kaldığımız bu uzun günlerde, birçok meseleyi derinlemesine düşündük. Dostlarımızla telefonlarla görüşüp, birbirimizden haber aldık.

İki sokak ötede olan dostlarımızla arkadaşlarımızla ancak iki ay sonrası ayaküstü görüşebildik.

Bu ramazan kendimizi mi sorguladık, yoksa,  kendi kendinizi sorgulayın denildi de, düşündük kaldık mı?

Hayat evlerimize sığarken, oruç, namaz, niyaz, dua ve Ramazan ayı da evlerimize sığdı.

Eskiler bu konuyu gönüllerin, kalplerin sığdığı yere diye başlayan cümlelerle anlatırlardı.

Ramazan ayında düşünmeye, kendimizi dinlemeye çok vaktimiz oldu.

Böyle bir dönem bugüne kadar hiç yaşanmadı, hatta hiç duyulmadı. 

Neredeyse bin yılda bir insanlığın yüz yüze geldiği ve gördüğü bir süreci yaşadık.

Her türlü imkana sahip olduğu sanılan bir dünya olarak,

Tel tel dökülen halimiz, gurur, kibir, ego gibi duygularımızdan veremediğimiz tavizler,

Meydan okumalar, umursamamalar on binlerce insanın hayatına mal oldu!

Halen bu durumdan ders çıkarmak gibi bir niyetimiz yok!

Ramazan ayının sona ermesiyle birlikte,

Nerede kalmıştık demeye hazırlanan hırslarımız,

Kinlerimiz, sataşmalarımız, münakaşalarımız,

Bayram sonrasına randevu vermiş bekliyor.

Hatta kendini zor zapt eder bir halde!

Ramazan ayı içerisinde ara ara bayram sonrasına kaldığı, bırakıldığı her halinden belli olan çıkışlar, laf çarpmalar biraz daha hız kazandı.

Koronanın alıp götürdüğü canlar, Korona ile canı pahasına mücadele eden, mücadele ederken hayatını kaybeden doktorlarımız ve sağlık personelimiz kimseye ders olmadı.

Ramazanı uğurlarken, neler çektiğimizi, neler yaşadığımızı, ne badirelerden geçtiğimizi bir anda unutuverdik!

 

“ SEVELİM SEVİLELİM DÜNYA KİMSEYE KALMAZ!”

Yunus Emre, “ Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz!” diye sekiz yıl öncesinden seslenmiş. Ne dünya olarak, ne kendi ülkemiz olarak, sevmeyi öğrenemedik!

Sev diyenleri kimse dinlemedi ama, sevme diyenlerin arkasından koşup gidenlerin sayısına erişilecek gibi değil!

Korona, sevgisiz-saygısız, acımasız, merhametsiz dünyamızdan üç yüz binden fazla insanı bu hayattan kopardı.   

Onların da, sevenleri vardı, sevdikleri vardı.

Onlar da, seviyorlardı, seviliyorlardı.

Ne oldu?

Aklı başına geldi mi dünyanın?

Bu manzaradan çıkarılan bir ders oldu mu?

Ne dünya bir ders çıkardı bu faciadan, ne de biz!

“ Yaratılanı hoş gör, Yaradan’dan ötürü” diyen Yunus’u ölüm döşeklerinde mi, hatırlamak istiyoruz?

Bayramdan sonra, çok daha fazla birliğe,

Beraberliğe, birbirimize kenetlenmeye ihtiyacımızın olacağı günlere başlayacağız.

Biz kimseye yararı olmayan,

Sözüm ona günü, zevahiri,  güya vaziyeti kurtarmaktan başka hiçbir işe yaramayan,

Sen-ben kavgalarından, sizden-bizden ayrıştırmalarından ağır yaralar almadık mı?

Bu yanlışlardan bıkmadık mı?

Mübarek aylardan, günlerden, bayramlardan neden hiç ders çıkaramadık?

 

SEVGİYİ VE HOŞGÖRÜYÜ UNUTANLARIN YANINDA, ÇEVRESİNDE NE İŞİMİZ VAR BİZİM?

Sevginin zerresi olmayan yüzlere iyi bakın, kinden, nefretten, inattan, ısrardan başka bir yol bilmeyen, o katı kalplere bir bakın, o yüzlerde ne bir pırıltı, ne de bir ışıltı göreceksiniz!

Sevgiyi ve hoşgörüyü unutan insanların peşinde, ardında, yanında, çevresinde ne işimiz var bizim?

Biz hiç olmamız gereken yerlerde olduğumuz ve bulunduğumuz içindir ki…

Sevgiyi unuttuk!

Sevgiyi küstürdük!

Kendi kendimizi sevgisizliğe mahkum ettik!

Dünyamız gülmesini unuttu!

Gülmeyi, ağlamak, sızlanlak sanıyor!

Bütün kıtalarda savaş var, kıtlık var, yokluk var!

Sevgisizlik var!

Merhamet yok!

Acımak yok!

Şefkat yok!

Sevgi Kaf dağının ardında yaşayan ulaşılamayan bir Kaf dağı efsanesi gibi!

Sevgisizlerin elinde, kavgaların, savaşların, kan ve vahşetin, gözyaşlarının içerisinde sevgiyi nereden bulacaksınız?

Korona,  mazlum dünyamızı ne kadar düşünmeye sevk etti bilmiyoruz.

Halen inadım inat diyenler var!

Kinden, inatlaşmadan, kavgadan beslenen, bu yolu hayatının gayesi olarak kabullenmiş liderler ve ülkeler var!

Mübarek ramazan ayı keşke biz kendimize getirebilseydi!

Keşke, içinde bulunduğumuz ve kendimizi gariplik hissettiğimiz, duygulandığımız, bu mahzunluktan bir ders alabilseydik, bazı dersler çıkarabilseydik!

 

RAMAZAN AYININ VUSLATIDIR BAYRAM!

Bayram barışmaktır, bayram barışmaya vesiledir. Bayram sevgisizliğin sevgiye kapı aralaması, kapı açmasıdır. Ramazan ayının müjdesi, nişanesi, vuslatı bayramdır, bayramdadır.

Bayramın aşkına,

Bayramın hatırına,

Bayramın güzelliğine,

İnatlardan, kinlerden, husumetlerden, nefretlerden vazgeçme zamanıdır.

Korona bize çok şey aldı götürdü, sevgi gibi, hatırlamak gibi, hatırlanmak gibi, hoş görmek gibi bir çok hasletimizi de bize hatırlattı.

Ekonomiden siyasete, dostluktan, arkadaşlıktan komşuluğa kadar gün bayramlaşma günüdür.

Barışma günüdür.

Küslüklerin ve dargınlıkların bitirilme, sona erdirilme günüdür.

Kimseye kalmayan, kimseye yar olmayan, kimsenin elinde tutamadığı, buradan hiçbir şey götüremediği bu dünyayı güllük gülistanlık yapmak elimizde.

Hayatın bayram olması, her günün bayrama dönüşmesi elimizde!

Gelin bayramlaşalım, gelin bayram edelim, gelin her günümüz bayram olsun!

Bayramınız mübarek olsun!

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Sazan

17 Nisan 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR