Müslümanlarda yeni düşünsel çatışmalar
Benzerler Arasındaki Çatışmalar Hızlandı
Kur'ancılık Akımı / el- Kur’âniyyûn
Tuzak sorularla kızağa çekilmek mi?
Peygamberimizin sünneti Kur’an’ı açıklayan bir tefsirdir
Allah sevgisi Resulullah sevgisine bağlıdır
Resulüne itaat eden Allah'a itaat etmiş sayılır!
Resulüne itaat eden Allah'a itaat etmiş sayılır!
Hadislerin seçilmesi
Allah'a itaat edin ve resulüne de itaat edin!
Muhkem ve müteşabih nedir?
Kur'an Bize Yeter diyerek Kur'an'a çekilen gençler
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.”
Resulün (sav) devre dışı olduğu bir İslam hukuku olamaz!
Sünneti inkârın ertesi günü
Benzerler Arasındaki Çatışmalar Hızlandı
Müslümanlar arasındaki düşünsel bölünme Hz Ali ile Hz Muaviye arasındaki savaştan sonra başlamıştır.
Bundan sonra ilk çıkanlar hariciler olup bunlar Hz Ali'ye karşı olarak bir fırka oluşturdular. İkinci olarak da Hz Muaviye’ye karşı çıkanlar Şia adıyla bir fırka oluşturdu. Bu iki fırka da orta yoldan uzaklaşan aşırı ve yanlış inanışlara gittiler.
Daha sonra sıhhati tam olarak doğrulanamamış olan “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak…” sözü üzerine ufak tefek Kaderiye, Cehmiye, Mutezile gibi fırkalar ortaya çıktı ve neredeyse sayıları 73'ü bulmuştu.
Şükürler olsun ki bu fırkaların hepsinin tamamı genel Müslümanlara vurulduğunda yüzde 12'yi asla geçememiştir ve Şia haricinde bütün fırkalar neredeyse silinmiş ve kaybolmuştur.
Bunun sebebi de İslam dininin bütün kurallarının henüz peygamberimiz (sav) hayattayken hayata geçirilmiş olmasıdır. Ne fırkalar çıkarsa çıksın anayol bellidir: Kur’an ve Sünneti esas alan Sevâd-ı a’zam / Büyük Karaltı her zaman doğru yoldur. Kur’an ve sünnete aykırı yerel ve etnik katkılar içeren düşünceler İslam’ı bağlamaz.
19. yüzyıla gelindiğinde yeni fırkalar çıkmaya başlamıştır. Bunlar Selefilik ve Vehhabilik gibi fırkalardır ki Osmanlı toprakları parçalandıktan sonra Selefi - Vehhabiler bu yeni kurulan devletlerde cirit atmaya başlamışlar genel Müslümanların inancına, akaidine aykırı yöntemler aşılamaya çalışmışlardır.
Selefilik ve Vahhabilik akımından isimlerini vermeyelim ama gerek Türk gerek Arap gerek Boşnak her milletten çoğu aydın tanınmış Müslüman etkilenmiştir.
Öyle ki 20. yüzyıla girildiğinde tehcir - tekfir gibi Müslümanları dışlama ve küfre nispet etme gafletine düşen dehşet verici bir grup bile ortaya çıkmıştır. Müslüman çoğunluğu kendi fikirlerini desteklemedikleri için küfürle ve İslam'dan çıkmakla suçlayan sapkın akımlar her zaman olmuştur. Mesela 1971 yılında Müslüman kardeşler cemiyeti içinde iken sapkın fikirleri ile ortaya çıkan Şükrü Mustafa da bunlardan birisidir. Mısır hapishanesinde, İslamiyet'in farzlarını yapmayan ve haramları günahları işleyen her kişinin kâfir olduğu yolundaki fikirleriyle etrafını genişleten bu kişi 1978'de idam edilmiştir.
Onların da ateşi söndü, fitili tükendi derken 21. yüzyılın şu ilk çeyreğinde yeni yeni fırkalar ve mezhepler çıkmaya başlamış neredeyse diğer bütün unutulan kaybolan mezheplerin tartışma tarzlarını aratır hale gelmişlerdir.
Zamanımızdaki mezhepler ve fırkalar küfre nispet etmeyi bırak şirke nispet etmeyi öne almışlar ve Müslümanların büyük karaltı, sevad-ı azam denilen kısm-ı azamını şirke ve müşrikliğe kolayca nispet eder hale gelmişlerdir.
Kur'ancılık Akımı / el- Kur’âniyyûn
19. yüzyılda İngilizlerin Hindistan işgali ile başlayan bir akımdır.
Burada Ahmet Han Kur'an'a yaptığı çeşitli yorumlar ve tefsirlerle kesinlikle hadisleri reddeden, tek şer’i delil olarak Kur'an'ı kabul eden bir fikre girmiştir.
İngilizlerin İslam ülkeleri ve Müslümanlar üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmeleri için birçok oyunlar sergilediler, bu da onlardan birisidir.
Bu arada şunu da düşünmeden edemiyoruz: İngilizler veya bir başkası Allah'ın son hak dinine mensup olan Müslümanlar ve bu din hakkında bir şey, bir kurgu yapıyorlar da biz neden onlara hemen uyuyoruz veya aramızdan neden kendilerine çok sıkı bağlı ve kalabalık elemanlar bulabiliyorlar? Suç İngilizlerde mi? Bizim elimizde sağlam kaynağımız Kur'an ve sünnet yok mu?
Bir de sünneti terk etmek, yok saymak acaba Arap olmayan Müslüman gruplar ve etnik kökenler arasında biraz daha mı yaygın ve bu konuda milliyetçilik ve ırkçılık biraz etkili mi oluyor? Düşünüyoruz.
Genç Müslüman tuzak sorularla kızağa mı çekiliyor?
Tebliğinden günümüze kadar İslam'a bağlananlara karşı birçok tuzak kurulmuştur. Tuzakların tamamına yakını içimizden ayarlananlar tarafından yabancıların kışkırtmasıyla kurulan tuzaklardır.
Zamanımızdaki güçlenen İslam’ın, dünyada en hızlı yayılan dinimizin önünü kesmek için yapılan birçok tuzak vardır. Ama Allah’ın cc da vaadi var: “Allah tuzak kuranların en güçlüsüdür” (3/54, 8/30)
Gençler ve yeni İslam’a girecekler üzerinde etkili olanlar Kur’ancılık, mealcilik düşünceleridir ki “Kur'an bize yeter, meal okumakla her şey anlaşılır, Kur'an'da her şey var, çok açıktır, herkes anlayabilir” gibi çok cazip cümlelerle yola çıkarlar. Çok cazip oluşu bu kısa cümleleri yine Kur’an’dan ayetlerle kanıtlamalarıdır ki bu da ayrı bir kelime ve cümle oyunudur.
Özellikle “Kur'an bize yeter” diyenleri ve mealcilerin iyi niyetli olmalarını çok isteriz. Hatta bu cazip fikirlere sahip gençlerin ve Müslümanların ilk başlarda iyi niyetle bu durumu savunduklarından eminiz.
“Kur'an bize yeter ve meal okumakla her şeyi öğrenilir” gibi oldukça kolaycı yöntemler gençlere çok cazip gelmektedir. Aslında bu cazibenin ana merkezini protest / genel bilinenlere aykırı bir şey söylemekle dikkatleri üstüne çekme oluşturur.
Sure numarası, adı ve ayet numarası ile verilen ayet mealleri bu görüşü kanıtlamaya yeterli delillerdir, kendilerine göre. Aşağıda maddeler halinde serd edeceğim ayetlerle onların getirdiği delil ayetlerin çelişme ve çatışma gibi bir durumu da asla yoktur. Onun için dikkatlice okuyalım
Bu durumu şöyle açıklayalım: birincisi Kur’an ayetleri ve sureleri Mekke ve Medine’de olmak üzere iki yerde inmiştir. Zamana ve zemine ve muhatabın algısına göre farklı ayetler vardır. Ayrıca yürürlükten kaldıran ve kaldırılan demek olan nâsih – menhus, nesheden ve neshedilen ayetler de vardır. Yani bir önceki ayet bir sonraki tarafından hükümsüz hale getirilebiliyor ve bu husustaki ayet-i kerime şudur:
“Biz herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz. Allah’ın gücünün her şeye hakkıyla yettiğini bilmez misin?” (Bakara 106)
Üstelik İslam ve Kur’an kendisinden önceki bütün ilahi dinleri ve kitapların nâsihi – nesh edeni, Hükümsüz yapanıdır. Yani şunu rahatlıkla söyleyelim:
İslam, kendisinden önce gelen bütün ilahi ve semavi dinlerin içindeki beşeri katkıları ve hurafeleri temizleyen, onların aslına uygun olarak kalan hükümlerini ipka eden, zamana ve zemine göre insanlığın iki cihanda huzurunu amaçlayan yasa ve kurallarla donanmış, Allah cc tarafından vahyedilen bir dindir.
İslam’ın ilahi vahyile tebliğ edilen son ve tek din olduğu hususunda birçok ayet yer alır:
“Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur.” (Âl-i İmran 19)
“Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran 85)
“…Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Maide 3)
Bu ayetlerle Cenab-ı Hak CC Müslümanlara hitap ederken bu durumun sonucunu Hristiyan ve Yahudilere de hitap ederek şöyle açıklar:
“Ey ehl-i kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce (davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kitab'a) iman edin; Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir.” (Nisa 47)
“Ey ehl-i kitap! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada size elçimiz geldi. Gerçekleri size açıklıyor ki (kıyamette): «Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi» demiyesiniz. İşte size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyle kadirdir.” (Maide 19)
“Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. (Ey ümmetler!) Her birinize bir şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiğinde (yol ve şerîatlerde) sizi denemek için (böyle yaptı). Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri(n gerçek tarafını) O haber verecektir.” (Maide 48)
Kitabı indiren Rabbimizin müteşabih buyurduğu ayetleri vardır. Bu karışık ve benzeşen ayetler demektir. İşte iyi niyetle yaklaşmazsanız bu müteşabih ayetlerden çok delil toplarsınız. Oysa Allah cc, o ayetlerin peşine düşenler için “kalbi hasta ve kötü niyetli kişilerdir” buyuruyor.
“Sana kitabı indiren O'dur. Ondaki bir kısım ayetler Kitab'ın temelini oluşturan kesin anlamlı ayetlerdir. Diğerleri ise müteşabih (birden fazla anlama gelebilen) ayetlerdir. Kalplerinde bir eğrilik bulunanlar, bozgunculuk yapmak ve kendilerine göre yorumlamak amacıyla müteşabih olan ayetlerin üzerine düşerler. Onların yorumunu (tam ve doğru olarak) Allah'tan başka kimse bilemez. İlimde derinleşmiş olanlar ise "Bunlara iman ettik. Hepsi Rabbimizin katındandır" derler. Şu var ki, akıl sahiplerinin dışındakiler bunlardan ibret almazlar.” (Al-i İmran 7)
Henüz İslami bilince ulaşmamış ve bilgisi kısıtlı gençler önce ellerine meali alıyorlar, okumuş, çağdaş, dine susamış, İslam'ı özlemiş ve iyi bir Müslüman olmayı düşünen bu gençler Kur'an'ın mealini okumaya başlıyorlar.
Fatiha suresini okuyorlar ne güzel dualar ne güzel ricalar ne güzel ilticalar.
Bakara suresine geçildiğinde birçok surede tekrarlanan peygamber kıssalarıyla Yahudilerin ve Hristiyanların İslam'a yaklaşımlarıyla karşılaşıyorlar.
Aynı kıssaların tekrar tekrar farklı surelerde ele alınması ve Peygamberimizin adı 4 defa geçen Kur'an'da 120 defa Musa peygamberin, 40 defa İsa peygamberin adının geçmesi onları biraz şaşırtıyor.
Medine döneminde inen surelere geçildikçe burada ahkâm ayetleri gelmeye başlıyor. Kadının şahitlikte ve mirasta erkeğin yarısı olarak kaydedildiği onların şaşkınlığını kat kat artırıyor.
Buna benzer daha nice ayetler mealci kardeşlerimizin kafasını karıştırıyor ve bazıları “Eğer Kur'an buysa ben yokum” diyerek çekip gidiyor. “İslamiyet bilimle çatışıyor, sosyoloji ile çatışıyor, böyle bir şey olamaz, insan haklarıyla çatışıyor, kadın haklarıyla çatışıyor, böyle bir dine inanamam” diyor aklı sıra.
Çekip gitmiyor aslında ateist oluyor ve İslamiyet’i Kur'an ayetlerini kendince analiz etmeye başlıyor. Böylece tuzağa çekilen gençler ne yapacaklarını şaşırıyorlar.
Zaten Kur'an'a çekildikleri anda ilk öğrendikleri sünnet diye bir şeyin kesinlikle olamayacağı, ikinci bir kaynağa inanmanın şirk olduğu bu bağlamda hiçbir mezhebin olamayacağı telkinleri ile karşılaşıyorlar.
Bu görüşe çekilen genç Müslümanlar artık Kur’an’dan başka bir şeye inanmamaya başlıyorlar, Kur’an’ı beyan eden, hadisleriyle açıklayan Peygamberimizin (sav) sünnetini kabul etmiyorlar. Onunla kalsalar iyi, sünneti kabul edenleri maazallah kâfirlik, müşriklikle suçluyorlar.
Allah'ım ne günlere kaldık, şimdiye kadarki bölünme ve fırkalaşmalarda böyle bir şey sanırım görülmemiştir.
Kur'an bize yeter, cümlesinin cazibesine kapılan Müslüman kardeşlerimiz temel bir bilgileri olmayınca şaşırmakta haklılar.
Çünkü Kur'an'ı anlamak için tefsir usulü, hadisi anlamak için hadis usulü, fıkhı anlamak için fıkıh usulü, bütün bunları anlamak için kurallarıyla beraber fasih bir Arapça bilmek gerekiyor. Bunu söyleyince de ırkçılıkları tutar ve “Emevi dini, Arap Kültürü” gibi saldırılara başlarlar. Sadece Araplar için değil ki Allah’ın hak dini hangi dilde inseydi o dili iyi bilmemiz gerekecekti. Çünkü Allah’ın kullandığı kelimeleri yöre halklarının nasıl kullandığı ve ne anladıkları da çok önemlidir.
İslamiyet’i ve onun ana kaynakları olan Kur'an ve sünneti iyi anlamak için eski atalarımız medreselerde 20 yıl, 15 yıl diz çöküp rahle başında ilim öğrenirlermiş. Zamanımızda her şeyin hızlandığı gibi bu da üç beş yıla düşmüştür.
“Meal okumak yeterlidir” gibi yetersiz bir cümleye inanarak meale yönelen Müslüman kardeşlerimiz şunlara karşı uyarılmazlar:
Ayetlerin: Mekke'de mi Medine'de mi nazil olduklarına, sebeb-i nüzül / iniş nedeni, nâsih mi mensuh mu (yürürlükten kalkan ve kaldıran), umum mu husus mu (özel ya da genel bir durum mu), mufassal mı mücmel mi (detaylı mı kısa mı) hususlarına bakmadan okuduklarında çok şaşıracakları şey çıkacaktır.
Meal okuyan Müslüman kardeşimizin havsalasında ve hayal dünyasında yer etmeyen, aklının almayacağı ya da dünya görüşüyle özdeşleşmeyen konular geldikçe de kafası karışmaya devam eder:
Mesela: Cennet anlatılırken müminlere dört ayette hurilerle evlendirilecekleri vaat edilir, işte bunlardan birisi:
“İşte böyle. Bunun yanı sıra biz onları, iri gözlü hûrilerle evlendiririz.” (Dühan 54)
“Dolu kadehlerin yanında turunç memeli kızlar vardır” anlamında ayetler vardır.
“Gerçek şu ki, muttakiler için 'bir kurtuluş ve mutluluk' vardır. Nice bahçeler ve üzüm bağları. Göğüsleri henüz tomurcuklanmış yaşıt kızlar. Dopdolu kadehler.” (Nebe 31-34)
Hırsızın elinin kesilmesi gerektiği konusunda şöyle buyrulmaktadır:
“Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadının yaptıklarına karşılık bir ceza, Allah’tan bir ibret olarak ellerini kesin. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.” (Maide 38)
Yol kesicinin el ve ayaklarının çaprazlama kesilerek öldürülmesi gerektiği konusundaki ayet-i kerime:
“Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” (Maide )
Adam öldüren bir kişinin ölen kişinin velisi tarafından onaylanırsa mutlaka kısas uygulanması ve öldürülmesi gerektiğini anlatan ayetlerden birisi şudur:
“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin vârisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.” Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.” (Bakara 178, 179)
Kadının mirasta erkek kardeşinin yarısını alacağı hakkında ayet-i kerime:
“Allah, size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (Çocuklar sadece) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (Bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar, Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa 11)
Kadının şahitlikte yarı erkek oluşu konusundaki ayet-i kerimelerden:
“Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıkları vakit şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. (Genellikle) alış-veriş yaptığınızda şahit tutun. Ne yazan, ne de şahit zarara uğratılsın. Eğer bunu yaparsanız (zarar verirseniz) şüphe yok ki bu, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah'tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir.” (Bakara 282)
“Sarhoş iken namaza yaklaşmayınız” şeklinde başlayan bir ayet vardır.
“Ey İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, yolcu olan müstesna gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz yahut biriniz ayak yolundan gelmişseniz veya kadınlara yaklaşmışsanız ve bu durumlarda su bulamamışsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar.” (Nisa 43)
Cennette şaraptan nehirler vardır, mealinde ayetler vardır.
“Rabbine itaatsizlikten sakınanlara vaad edilen cennetin temsili şudur: İçinde doğal nitelikleri bozulmamış su ırmakları, tadı bozulmamış süt ırmakları, içenlere lezzet veren şarap ırmakları, süzülmüş bal ırmakları bulunan bir bahçedir. Onlar için ayrıca orada her meyveden mevcuttur, üstelik rablerinden bir de bağışlama lütfu. Şimdi bunlar, ateşte devamlı kalan, bağırsaklarını parçalayan kaynar su içirilen kimseler gibi olur mu hiç?” (Muhammed 15)
Yukarıdaki anlamakta zorlandığımız ayetlerin hepsi bu şekilde anlaşılır ancak sadece meal ile anlamanın imkânı yoktur.
Şimdi Kur’an-ı Kerim'de “sarhoşken namaza yaklaşmayın” ayetini gören Müslüman genç kardeşim “demek ki içki helalmiş” gibi bir düşünceye kapılmayacak mı? Yine “cennette şaraptan nehirler vardır” ayetini mealden okuyan Müslüman kardeşim ne düşünecektir? İşte bütün bunların cevabı peygamber efendimizin bu ayetleri tefsir eden yorumlayan sünnetinde ve Kur’an-ı Kerim'de açıklanmaktadır. Kur’an-ı Kerim'de içkinin yani alkollü içkilerin haram oluşunun üç aşamasını veren ayetler vardır.
Birinci aşamayla alakalı ayet şarapta yani alkollü içecek de faydaların da bulunduğu yolunda olup ki şudur:
“Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Bu ikisinde insanlar için büyük zarar ve bazı faydalar vardır; zararları da faydalarından büyüktür. Sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını. Allah sizin için âyetlerini işte böyle açıklıyor ki düşünesiniz.” (Bakara 219)
Buna rağmen bu ayette günahlarının faydasından çok olduğu açıkça buyrulmaktadır.
İkinci aşamayla alakalı ayet:
“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.” (Nisa 43)
Üçüncü aşamada alkollü içkileri haram eden ayet ise şudur ki burada kesin olarak şeytan işi ve pislik olduğu vurgulanmaktadır.
“Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.” (Maide 90)
Şimdi ilk aşamaları okuyan kardeşim son aşamayı görmediyse ne düşünür acaba? Bu nedenle evet, meal okuyalım ama aklımıza uymayan konularda hemen konuşmayalım ve uzmanlarına danışalım, böylesi daha uygun olmaz mı?
Ey Müslüman kardeşim!
İman, Allaha ve resulünün ondan naklettiği her şeye kesin olarak inanmaktır. Her duyduğuna ve güya dini eleştirilere kulak asarak imanını zedeleme! Hele hele ayet ve sahih hadislerle dalga geçenlere yüz verme! Onlara yüz verirsek astarını da isterler yani bizi imansız cascavlak ortada koyarlar ve sonra şu ayetteki duruma düşeriz:
“(Ateşe giren) inkârcılar şöyle derler: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar.”” (Fussilet 29)
Biz Müslümanlara düşen, yukarıdaki gibi imanımızı kaybederek bizi azdıranlara sitemden başka bir şey yapamamak değildir.
Bizlere düşen aşağıdaki ayette geçen hamdi ve şükrü yapanlardan olmak için çalışmaktır.
“Onlar şöyle derler: “Hamd, bize olan vaadini gerçekleştiren ve bizi cennetten dilediğimiz yere konmak üzere bu yurda varis kılan Allah’a mahsustur. Salih amel işleyenlerin mükâfatı ne güzelmiş!” (Zümer 74)
Cennet nimetleri dünya nimetlerinin daha da ötesindedir ve Allah’ın cc bir lütuf ve fazlının eseridir. Dünyada helal yolla cinsel tatmin nimetlerin en büyüklerindendir ve ahirette de elbette en büyük ilahi bir lütuftur. Biz kim oluyoruz da bu nimetleri dilimize eğlence tarzı dolamaya çalışıyoruz?
Buna benzer birçok ilk bakışta anlaşılması zor ayetlerle karşılaşan Müslüman kardeşlerimiz elbette şaşırırlar. Allah doğru yoldan şaşıracak kadar şaşırtmasın.
Bütün bu ayetlerin ve benzerlerinin mutlaka bir izahı vardır. Bir Müslüman bir açıklama getirilmese bile kayıtsız ve şartsız iman etmek zorundadır. Aksi halde şartlı bir iman asla makbul olmayabilir.
Mesela Kur’an’da geçtiği bilinen “kocanın karısını dövmesini” ele alalım
“Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamaktadırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. Başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. O da fayda etmezse onları dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.” (Nisa 34)
Darb köklü kelimeler Kur’an’da 58 yerde geçer: bunların 25’i örnek vermek, darb-ı mesel, 14’ü ikamet yerinden ayrılmak, 5’i değnekle suya - taşa vurmak, 5’i savaşta düşmanın boynunu vurmak, 1’i ayağı yere vurmak,1’i eşarbı yakayı kapatacak şekilde kullanmak, 1’i Sad 44. Ayette geçen hanımı dövme şekli.
Yukarıdaki Nisa suresi 34. Ayetteki “Onları dövün” cümlesindeki darb neden Kur’an’da 14 defa geçtiği halde ikameti değiştirmek değil de bir defa Sad 44’de geçen dövmek manasına alınıyor?
Buna göre Nisa 34’deki darb, dövmek değil de “onları yataklarında yalnız bırakın. O da fayda etmezse onları evden uzaklaştırın” şeklinde anlamlandırmak daha uygundur. Uzaklaştırmak odaları ayırmaktan sonra geliyor, bu da evi ayırmak veya baba evine bir süreliğine göndermek tarzında olabilir. Karı kocanın böylece birbirini anlamaya çalışması ve büyüklerin araya girmesi sağlanarak boşanmaya meydan verilmemiş olur.
Koca karısını dövmeye yemin ederse Allah cc bu yöndeki emri
“Eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir. Gerçekten biz Eyyub'u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah'a yönelirdi. (Sad 44)
Bu ayete iyi bakın Allah cc hanımları dövmeyi nasıl tarif ediyor? Eyüp peygamber karısını seksen sopa vurarak döveceği konusunda yemin ediyor. Fakat bir öfkeyle söylediği bu sözden pişman olup çaresini düşünürken Cenab-ı Hak ona nasıl dövmesi gerektiğini anlatıyor. “Seksen tane mesela kuru çavdar sapını demet yap ve hanımına onu vur, yeminin sorumluluğundan kurtul” buyuruyor.
İşte Rabbimizin bize emanet ettiği o nazenin bedeni dövme şekli, bu dövme değil sevmektir tam manasıyla. Kuru ot demetini vurmak bir değil yüz defa da tekrarlansa asla incitmez. Yani Cenab-ı Hak bize asla kadınları vurmayı emretmediği gibi böyle bir şeye yemin etsek bile bunu hile-i şer’iyye ile sıfırlıyor.
Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinin muhkem ve müteşabih olarak ikiye ayrıldığını kimse onlara söylemez.
Müteşabih ayetleri çok derin bilginlerin bile anlamakta zorlandığını ve Allah'a: “Ya rabbi sen ne dersen biz ona inandık” diyerek teslim olduklarını kimse onlara söylemez.
Ayetleri oluşturan kelimelerin farklı manaları vardır, Allah onların hangisini kast etmiştir, meal yazmaz, yazamaz. Ayetleri Mekke ya da Medine’de iniş durumuna ve iniş sebebine göre de farklılıklar arz eder.
Peygamber efendimizin sahih sünnetinin Kur’an-ı Kerim'i açıklamak için 23 yılda dile getirilen sözlerden ibaret olduğunu söylemezler.
Sayısı belli olmayan kalabalıkta kişilerin rivayet ettiği sahih hadisleri “rivayet” diye küçümserler ve onları inananlara olmadık hakaretleri yaparlar.
Peygamberimizin sünneti Kur’an’ı açıklayan bir tefsirdir.
Allah resulünü her şeyimizden daha çok sevmek zorundayız.
Aşağıdaki ayette görüldüğü gibi hiçbir şey Allah'ın elçisinden bize daha sevimli olmamalıdır:
“De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” (Tevbe 24)
Çünkü o Allah'ın vahyi olan Kur’an-ı Kerim'i bize Cebrail Aleyhisselam'ın kendisine verdiği şekilde aktarmış kendisi de neredeyse her ayet-i kerimeye bir açıklama getirmiştir.
Peygamber efendimiz Kur’an’a bir fazlalık ekleme gibi bir korkuyla önceleri sözlerinin yazılmasını yasaklamıştır. Hatta Kur’an-ı Kerimde bu hususta büyük bir uyarı bile vardır:
“Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, o (Kur'an), hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (Allah'tan alıp tebliğ ettiği) sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.
Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.
Şüphesiz Kur'an, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür. Şüphesiz biz, içinizden yalanlayanların olduğunu elbette biliyoruz. Şüphesiz Kur'an, kâfirler için mutlaka bir pişmanlık sebebidir. Kur'an, gerçek kesin bilgidir. O hâlde sen, yüce Rabbinin adıyla tespih et.” (Hâkka 38 – 52)
Kur'an-ı Kerim'de mufassal ve mücmel ayetler vardır. Mesela peygamber kıssaları mufassaldır çok ayrıntılıdır. Musa peygamberin kıssası 5 - 6 surede geçmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in muhkem ve ahkâm ayetleri mücmel ayetlerdir ve izaha muhtaçtır.
Bu hususta birçok ayeti kerimede Peygamberimize Mübin / Mübeyyin sıfatı yani açıklayıcı sıfatı verilmektedir çünkü o ayetleri bizim anlayacağımız bir biçimde açıklamıştır.
“Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin” de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak açıklayıcı bir tebliğdir.” (Nur 54)
Allah sevgisi Resulullah sevgisine bağlıdır
Aşağıdaki ayet-i kerimelerde çok net görülüyor ki: Allah'ı sevme iddiasında olanların mutlaka onun resulüne itaat etmesi, onu sevmesi gerekir.
“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Al-i İmran 31)
Bu durumda onun sahih sünnetini inkâr etmek bizler için sevmeyi terk etmekten de öte bir ihanet değil de nedir?
Bütün çeşitleri ile onun sahih sünneti olarak tespit edilen yaklaşık Kur'an ayetlerine yakın bir sayıda olan sahih hadislerini ikinci ana kaynağımız olarak kabul etmek zorundayız.
Çünkü Necm suresinin 3. ayeti "o kafadan konuşmaz" yüce nazmı gereğince onun sahih hadisleri, ayetleri yorumlayan, Kur’an-ı Kerim'i bize açıklayan ve günlük ibadetlerimizi bir disipline koyan sünnetleri bizim için baş tacıdır.
Mesela peygamberimiz (sav) ömrü boyunca beş vakit namazı bizzat kıldırarak imam olmuştur. Bunu bize, yalanda birleşmeleri imkânsız kalabalık bir topluluk bildirmiştir.
Resulüne itaat eden Allah'a itaat etmiş sayılır!
Bu manada Kur’an-ı kerimde beş ayrı ayet vardır. (4/13, 4/69, 4/80, Nur 52, Ahzab 71) Bunlardan birisi şudur:
“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa 80)
Biz bundan daha kuvvetli delil mi arıyoruz? Cenab-ı Hak açıkça elçisine ve elçilerine itaati kendisine itaate eşdeğer kılıyor.
Yaratıcımız son peygamberine itaati kendisine itaat etmekle aynı sayıyor ve o son peygamberi “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya 107)” ayetiyle tüm yaratılmışlara rahmet olarak tarif ediyor, bundan daha başka ne arıyoruz?
Resulüne ve peygambere itaat demek onun dünyadayken ümmetinin başındayken her dediğine itaat etmek, her işaret ettiğine koşmak ve her arzusunu yerine getirmek değil de nedir?
Şimdi Allah'ın kendisine itaatle aynı saydığı bir resule itaat etmeyip sünnetini inkâr etmek, onu delil saymamak, kanıt saymamak saygısızlıktan da öte itaatsizlik değil de nedir?
Masum oldukları hakkında hiçbir itirazın olmadığı peygamberlerin söylediklerini kabul etmemek hangi mantıkla anlatılır?
Ahir zaman peygamberi âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz Muhammed Mustafa'nın da (sav) hüküm koyucu ve koyduğu hükümlerin kesin itaat gerektirdiğini anlatan iki ayet-i kerime:
Birinci ayet, Nisa suresinin 65. Ayet-i kerimesinde şöyle buyurulur:
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”
Buradan anlamamız gereken: Hz Muhammed Aleyhisselam ümmetinin aralarındaki her türlü tartışmayı çözüm merciinin peygamberleri olduğu ve onun vereceği karara kesinlikle itiraz edilmeyip tam bir teslimiyetle bağlı kalınacağı manasıdır.
İkinci ayet-i kerime ise Ahzab suresi 36. ayetidir.
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”
Bu ayet-i kerimede de Allah ve resulünün bir konuda hüküm verdiğinde Müslüman kadın ve erkeklerin onu uygulamaktan başka bir seçeneği yoktur, manasındadır. Bu iki hüküm koyucunun bir konuda koydukları bir hüküm varsa Müslümanların yeni bir karar ihdas etme gibi bir seçeneği olamaz, denmektedir.
Burada hüküm koyan, kelime kökü itibariyle de esas Kadı, Hâkim, Allah ve onun elçisi Hz Muhammed aleyhisselam'dır. Ayetin sonunda peygamber Aleyhisselam'ın da bir konuda hüküm verdiğinde kesin itaat edilmesi gerektiği vurgulanır.
Peygamber Aleyhisselam'ın hükmü onun Kur’an’ı açıklayan sünnetidir, sünnetler ya sözlü olur ya gördüğü uygulamaya susmakla olur ya da bir şeyi yapış şekli olur.
Bu ayetin sonunda da birçok ayette geçtiği gibi Allah ve resulüne karşı gelmenin açık bir sapıklık olduğu vurgulanarak Allaha itaatin resulüne itaatle aynı olduğu teyit edilir.
Hadislerin Seçilmesi
Ümmet-i Muhammed'i (sav) 1200 yıldır boş mu duruyor sanıyor bunlar?
Rivayet edilen bütün hadisleri analize, kritiğe tabi tutup, şu doğrudur şu yanlıştır, şu ortadır, şu uygulanabilir gibi, müçtehitler, mezhep imamları ve İslam âlimleri harıl harıl çalışmamış mıdır?
On binlerce hadisin arasından mevzu yani uydurma olanları ayırmamışlar mıdır?
Bir hadisin veya sünnetin sahih yani sağlam olmasını bulmak için senetler yani Peygamberimize kadar ulaşmasını şart koşmamışlar mıdır, ulaşmayanlar için zayıf diyerek amel edilmesini engellememişler midir?
İslam âlimleri, Allah'ın ayetleri ile karıştırılır korkusuyla ilk yüzyıllarda yazılmayan hadisleri ele alırken içinden sağlam olanları seçerken çok titiz davranmamışlar mıdır?
Hangi hadisin, sünnetin sağlam, hangisinin zayıf, hangisinin uydurma olduğunu bulmak için tadil ve cerh yani itiraz ve doğruyu arama yöntemlerini, usul-ü hadisi bizlere öğretmemişler midir?
Sonuç olarak peygamberimizin (sav) “Bana Kur’an kadar daha kitap verildi” sözünden altı binden fazla sahih hadisinin tespitine bir mucize olarak işaret etmiştir.
Allah'a itaat edin ve resulüne de itaat edin!
Kur’an’ın 12 ayrı ayetinde “Allaha ve resulüne itaat edin” emri tekrarlanır. (3/32, 3/132, 4/59, 5/92, 8/1,20, 46, 47/33, 57/13, 64/12) İşte bunlardan birisi:
“Öyleyse Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve Allah’a karşı gelmekten sakının. Şayet yüz çevirirseniz bilmiş olun ki, elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.” (Maide 92)
Bu ayetler neyi ifade ediyor?
Hakkında “kafadan konuşmaz, nefsine uyarak bir emir vermez” buyurduğu peygamberine itaati kendisine itaatle eşdeğer sayan yaratıcımız bu ayetlerde de kendisinden sonra resulüne de mutlaka itaat edilmesi gerektiğini emrediyor.
Yukarıda da verdiğimiz ayet-i kerimede de geçtiği gibi onun emrine itaatsizliği başa gelecek büyük cezalara belalara sebep olabileceğini ifade ediyor.
Peki, Allah resulüne itaat ne demektir? Onun her dediğine boyun eğmek: semi’nâ ve eta’nâ demek değil midir? Duyduk ve itaat ettik demenin anlamı nedir?
Bu hususta Cenab-ı Hak Musa aleyhisselam'a eziyet eden Yahudiler gibi olmayın! Diyerek peygambere itaati bakın nasıl ifade ediyor?
“Ey iman edenler! Siz de Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu, dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah yanında şerefli idi.
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.
Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzab 69 – 72)
Bu ayetlerde kesin olarak anlatılıyor ki Allah resulünün dini konulardaki her emri ve arzusu bir sünnettir, her sözü bir senettir.
Cenab-ı Hakk'ın “o kafadan konuşmaz” ayetine uygun olarak İslamiyet, Kur'an ve din hakkında söylediği, irat ettiği hadislerde Allah'ın vahiy ve ilhamının eseri olduğu kesindir.
“Kur'an Bize Yeter” cümlesidir
Bu cümle öyle bir büyülüdür ki yetmez desen bir türlü, yeter desen bin türlüdür.
Kur'an Bize Yeter ve meal ile her şey anlaşılır sloganlarıyla önce dünyadaki Müslüman gençler Kur'an'a bir çekiliyor.
Onlara aklınızı kullanın, sorgulayın diye önayak oluyorlar. Oysa Allah’ın CC hiçbir emri, yasağı ve işi sorgulanamaz, sorgulanacak olan insanlardır:
“Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.” (Enbiya 23)
Kur'an Bize Yeter diyerek sünneti, Peygamberimizin uygulamalarını, mezhepleri ve şu ana kadar 15 asırdır yapılan çalışmaları reddeden bu görüşün ağına takılan gençler Kur'an okudukça kafaları karışıyor.
Çünkü Kur’an-ı Kerim'de belleklerindeki görgülere, bilgilere, teamüllere aykırı gelen ayetleri gördükçe inansam mı inanmasam mı? Diye ikiye ayrılıyorlar.
Kur’an-ı Kerim müteşabih ve muhkem olarak iki tür ayetten oluşmaktadır, müteşabih olanları kimsenin anlaması mümkün değildir, onların, en derin âlimler bile “Allah ne dediyse biz inanırız” diyerek peşine düşmezler.
Muhkem ve müteşabih nedir?
“O, sana Kitabı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.” (Al-i İmran 3)
“Müteşabih âyetler, manasını ve hakikatini sadece Allah’ın bildiği ayetlerdir. Bunların insan zihni tarafından tümüyle kavranmasına imkân yoktur. Allah’ın sıfatları, kıyametin ahvali, cennet, cehennem gibi hususlarla ilgili ayetler ile, sûrelerin başında yer alan “hurûf-u mukatta’a” bunlardandır. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın, bu âyetleri bütün yönleriyle anlaması mümkün değildir. Müteşabih âyetler dışındaki âyetler de muhkem âyetlerdir.” (DİB meali)
Şimdi hiçbir tevile, yoruma, tefsire gerek duymadan bu ayeti analiz edelim.
1 – Kur’an’ın ana hükümlerini anlatan ayetler muhkemdir, şek şüphe ve tartışma götürmez.
2 – Muhkem olmayanlar da müteşabihtir, benzeşmelidir, eşlidir, aynı kelime olsa da ayrı anlamlıdır, anlaşılması zordur, akıl mantık yürütmekle olmaz.
3 - Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih ayetlerinin ardına düşerler.
4 - Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir.
5 – İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.”
İşte meale ve Kur’an’a getirilen Müslüman gençler ya da yeni Müslüman olacak mühtediler müteşabih ayetlere gelince bocalamaya başlıyorlar. Cennet, cehennem ve oradaki ceza ve ödüller akıllarına sığmıyor. Neticede akıllarına göre yorumlamaya girişiyorlar ya da “olmaz böyle şey” diyerek yoldan çıkıyorlar. Tarihte bu tür yoldan çıkmalar çok görülmüştür. Hatta derin bilgiye sahip Müslümanlardan bile çıkanlar olmaktadır.
Oysa yapmamız gereken bu durumda: “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” demektir.
“Kur'an Bize Yeter” diyerek Kur'an'a çekilen gençler ve Müslümanlar ikiye ayrılıyor:
Birincisi belki iyi niyetle Kur'an Bize Yeter diyerek başka her şeyi reddediyorlar ama bu cümle altında beş vakit namazın kılınışı, haccın erkânı, İslam'ın imanın şartları bile sorgulanan bir durumu göz önüne alıyorlar.
Bu birinci kısımdaki yeni aydınlanmış taze Müslümanlar sünneti, hadisleri, mezhepleri inkâr ettikleri gibi onlara inananları da şirkle, küfürle, nifakla suçlayacak kadar aydınlardır (!).
Kur'an'a çekilen yeni yetme genç Müslümanlardan ikinci grup ise Kur'an'ı okuyunca anlayamadıkları ayetleri çelişki ve yanlış zannederek imanlarını kaybediyorlar ve ateizme, deizme yönelerek tamamen doğru imanı reddedecek raddeye geliyorlar.
Peki, bu, başkasını müşrik yapmaya, kâfir yapmaya ve kendisinden başka bütün yorumları, tefsirleri, anlayışları reddetmeye onları sevk eden nedir, bunda iyi niyet aranabilir mi?
Yüzlerce meal için “bütün mealler bu ayette yanılmıştır doğrusu şudur” demek doğru mu?
Hiçbir gerçekçi gerekçesi olmadan bütün müfessirlerin sözbirliği ile anlattıkları ayetlerdeki olayları, hadislerdeki yorumları reddetmenin, çarpıtmanın ve “onlar yanlış yoldadır sadece ben doğru yoldayım” demenin anlamı nedir?
“Benzerler arasındaki çatışmanın şiddetinden” bahsedilir ama artık bu çatışmayı da aşmış tamamen reddetmek sadece “ben” demek noktasına gelmiştir.
21. yüzyılda özellikle Kur'an üzerine yeni mezhepler çıkmıştır. Bu mezhepler “Kur'an bizim tek delilimizdir, tek rehberimizdir, peygambere sünnete lüzum yoktur, hiçbir rivayete gerek yoktur” savından hareket ederek Müslümanları Kur'an'a çekmeyi başarmaktadırlar.
Ancak İslam'ın delillerini, asr-ı saadeti, siyeri, İslam hukukunu, İslam fıkhını, Arapçayı, Arap edebiyatını bilmeyen gençler bu ayetlerin içinde boğulmaktadırlar.
Kur'an'a tek delil ve rehber kabul etmeyenleri yani Edille-i şer’iyye denen 4 delili özellikle sünneti ikinci ana kaynak olarak kabul edenleri hâşa ve kella şirkle müşriklikle itham etmekte hiçbir sakınca görmemektedirler.
Kur'an'ın dışındaki delilleri yani Allah resulünün sünnetini kabul etmeyince Kur'an'a dalan ve orada görünüşte birbirine benzer hatta akıl ve havsalasının almadığı konuları görünce ne yapacağını şaşırmaktadır.
Peygamber efendimiz Kur’an’ı açıklayandır bu nedenle ayet dışında onları izah eden sünneti meşrudur:
“O peygamberleri apaçık delillerle ve kutsal metinlerle gönderdik. İnsanlara indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve (ola ki üzerinde) düşünürler diye sana da uyarıcı kitabı indirdik.” (Nahl 44)
Kur’an’da hiçbir eksiklik yoktur ama bazı ayetleri mufassal / ayrıntılı, bazıları da mücmel / kısadır. İşte mücmel olanları Allah resulü bize sünnetiyle genişçe açıklamaktadır.
“Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.” (Enam 38)
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.”
“Allah’ın, (fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı mallar; Allah’a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir). Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” Haşr 7)
“O, nefis arzusu ile konuşmaz.”
“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı, o nefis arzusu ile konuşmaz. Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. (Necm 1-4)
“Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.”
“(Ey inananlar!) Peygamberin (sizi) çağırmasını aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. İçinizden birbirini siper ederek sıvışıp gidenleri Allah gerçekten bilir. Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” (Nur 63)
“İşte sana da, emrimizle, bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi, kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna. İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah’a döner.” (Şura 52)
Mikdam bin Madikerb hadisi:
Bana Kur’an’la beraber onun kadar daha ilim verildi. Yakında karnı tok sırtı pek bazıları çıkıp: Kur’an size / bize yeter, ondaki helali helal, haramı haram bilin kâfidir” der” Ebu Davut rivayeti ve Elbani tashih etti.
Cabir bin Abdullah’ın uzun hadisinde ise şöyle geçer:
Rasülüllah aramızdayken ayetler iner, o da yorumlar amel ederdi. Biz de onun ameli gibi amel ederdik. “İbadetlerinizi bana uyarak yapın, namazları bana bakarak, beni nasıl görürseniz öyle kılın.” Buyurdu. Rivayet: Müslim ve Buhari.
Raşit halifeler olarak adlandırılan 4 halifeden dördüncüsü olan Hz Ali RA ile Hz Muaviye arasında çıkan çatışmalar İslam'da ana gövdeden ayrılan ilk fırkaların çıkmasına neden olmuştur.
Bu olaydan sonra delege seçimleri ile gelen cumhuriyet tarzı 4 halife dönemi bitmiş artık hanedanlık dönemleri başlamıştır.
Ana gövdeden ayrılan fırkalar derken ana gövde İslamiyet’i Allah resulünün bildirdiği gibi ve Kur'an'a uygun olarak yaşayan Müslümanların her zaman yüzde doksanını temsil eden ve karşılayan sevad-ı Azam yani büyük karaltı da denen camiayı kastediyoruz.
Felsefe ve kelam sistemlerinin devreye girmesiyle yapılan tartışmalar neticesinde bugün müntesibi ve tabisi olmayan onlarca fırka çıksa da bu sevad-ı azam her zaman yine %90 nispetinde kalmayı başarmıştır.
21. yüzyılda ise bu fırkalar devrini tamamlamış yeni fırkalar ortaya çıkmıştır. Şimdiki çıkan fırkalar eskilerden daha şiddetli olarak birbirlerini suçlamaktadırlar.
Tekfir olayı 21. yüzyıl fırkaları arasında da hızla başlamış ve devam etmektedir.
Tekfirden de ziyade işrak ya da teşrik diyebileceğimiz şirke nispet etme yani muarızını, kendisi gibi düşünmeyen fırkaları kişileri şirke düşmekle suçlama gibi vahim bir durum da söz konusudur.
21. yüzyıl dini – siyasi akımları arasında aynı fikri ve düşünceyi temsil eden Kur'an Bize Yeter ve mealcilik akımı başı çekmektedir.
Aslında aynı görüşü temsil eden bu mealcilik ve Kur'an Bize Yeter akımına iyi niyetli mi acaba diye hep düşünmüşümdür. Ancak son yıllarda ve son günlerde yapılan görüşler, paylaşımlar ileri sürülen ve iddia edilen durumlar bu fikrimizi tamamen söndürmüştür.
Kur'an Bize Yeter, o kadar masum bir cümledir ki yetmez desen kâfir ve müşrik oluyorsun. Peşinen yeter diyoruz ancak onu açıklamakla görevli peygamberin (sav) yorum ve uygulamaları ile yeter ve bizim yaşayabileceğimiz bir Kur’an ve İslam vardır. Her şey ortadadır.
Zamanımızda tartışmaların şiddeti o kadar artmıştır ki kendisinin görüşü ve iddiası kesin olarak doğru aksini düşünmek ve iddia etmek ise kesin olarak yanlış gibi bir duruma düşülmüştür.
Sosyal medyada birçok guruba üye sahte hesaplar ve takma adlarla akla hayale gelmedik küfürler ve saldırılar yapılmaktadır. Bu sahte hesapların çoğu ateistlerdir. Adamlar Müslüman kılığına girerek ve Kur’an Bize Yeter masum cümlenin gölgesinde İslam’a büyük savaş açmışlardır.
Yakın zamana kadar söndüğünü sandığımız vehhabilik ve onun sürdürücüsü selefi akımın elinde her zaman bir silah olan şirk bugünlerde Kur'an Bize Yeter sloganı altında tekrar canlanmıştır. Bundan dolayı da zamanımıza veya görüşlerine veya bazı şeylere uyum sağlamadığına inandıkları ayetleri kafalarına göre yorumluyorlar ilhada düşüyorlar.
Oysa her ayet hakkında yüce Peygamberimiz açıklayıcı hadisler irat etmiştir çünkü o hem müjdeleyici hem uyarıcı hem açıklayıcı olarak bir âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberdir.
Resulün (sav) devre dışı olduğu bir İslam hukuku olamaz!
Aşağıdaki iki ayeti iyice inceleyelim. Allah cc kendisiyle beraber resulünün de helal - haram koyabileceğini açıkça beyan ediyor.
Kur’an’da geçen “çirkinlerin haram, temizlerin helal olduğu” mücmel kısa ayetlerini resulüllah (sav) tefsir ve yorumlarıyla açarak nice şeylerin helalliğini ve haramlığını beyan etmiştir. Ayrıca bu iki ayette ve daha benzer birçok ayet-i kerimede tek kurtuluş yolu olan İslam’a girmiş olmanın alametinin Allah cc ve resulüne uymak olduğunu beyan ederler.
“Onlar, ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyarlar. Peygamber onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten meneder; yine onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını kaldırır, üzerlerindeki zincirleri çözer. O peygambere inanan, onu koruyup destekleyen, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nura uyanlar, işte bunlardır kurtuluşa erenler.” (Araf 157)
“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar mücadele edin.” (Tevbe 29)
Ya rabbi bize doğruyu göster ve ona uymayı nasip et!
Yarabbi bize yanlışı göster ve ondan uzaklaşmayı nasip et!
Sünneti inkârın ertesi günü
Sünnet İslam’ın ikinci ana kaynağıdır.
Tarih boyunca Kur’an’a doğrudan dokunamayan kötü niyetli kişiler sünnete yani peygamberimizin (sav) hadislerine dokunmaya çalıştılar.
Bilindiği gibi peygamberimiz de (sav) sağlığında hadis yazılmasına karşı çıktı hatta bu karşı duruş Hz. Ömer tarafından da sergilendi. Bunun sebebi Kur’an’ın henüz iki kapak arasında bir kitaba dönüşmemiş olmasıydı ki bunun da amacı ayetlerle hadislerin karışmamasıydı.
Hz Osman r.a zamanında Kur’an tamamen toplanıp kitap haline getirildikten sonra hadis ravileri de topladıkları hadisleri açıklamaya ve bunları ümmete bildirmeye başladılar.
Ancak hadis uydurmak o kadar zor değildi. İsteyen ben de şunu duydum, isteyen ben de şunu gördüm ve isteyen de rasülüllah a.s. bana şunu tavsiye etti gibi hadisler ortaya atabilirdi. Nihayet bunu yapanlar da “Cehennemdeki yerini tespit edercesine” olmuştur.
Hadis rivayetiyle beraber hadis ilmi de âlimlerin masasındaydı. Hangi hadis sağlam, hangisi değil, hangisi zayıf bir bir bunları ele aldılar büyük bir titizlikle sahih hadisleri zayıflardan ayırdılar, uydurmalar hakkında kitaplar yazdılar.
Bütün bunlar yeni değil ki. Bin yıllık bir çalışmadır. Şimdi sen kalk hadis ayıklaması yeni gibi kahramanlık tasla, olur mu?
İslam âlimlerinin çalışması sonucu bundan bin yıl önce sahih ve sağlam hadislerin sayısı 6000 küsur olarak verilmiştir. Diyanetin son çalışması da bu rakamı doğrulamaktadır. İslam âlimleri bu hususta çok titiz davranmışlar ve İslam Hukukuna bir halel gelmemesi için sıhhat derecesini ulaşılması kolay olmayan bir yerde tutmuşlardır.
Yüce peygamberimizin 23 yıllık peygamberlik hayatını nasıl yok sayabiliriz? Kur’an’a yaptığı tefsirleri, sorulara verdiği cevapları, İslam adına yaptığı uygulamaları ve hayatı boyunca verdiği ahlaki numuneleri ve ibadetlerin ayrıntılarını anlatan davranış sözlerini nasıl yok sayabiliriz?
Bütün insanlığa gönderilen son peygamberin mücmel Kur’an ayetlerini açıklamak için diyeceği bir şey olmaz mı?
Yüce peygamberimizin Kur’an’a aykırı düşmeyen sağlam hadislerini inkâr etmek iyi niyet olabilir mi?
Aşağıdaki ayetler kime sesleniyor?
“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(Ali İmran 31)
Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniyle, itaat olunması için gönderdik… (Nisa 64)
… Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden menederse ondan geri durun… (Haşr 7)
Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik. (Nisa 80)
Müslümanlar uçlarda olamaz. Uçlarda olmak ya ifrat ya tefrit demektir. İfrat ve tefrit ise Müslümanlara “orta ümmet” sıfatını uygun gören yaratıcımız tarafından yasaklanmıştır.
“Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet[36] yaptık. Her ne kadar Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselerden başkasına ağır gelse de biz, yönelmekte olduğun ciheti ancak; Resûl’e tabi olanlarla, gerisingeriye dönecekleri ayırd edelim diye kıble yaptık. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.” (Bakara 143)
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.