Erol Sunat

Erol Sunat

Hep bu son olsun dedik!

Hep bu son olsun dedik!

Biz var ya biz, neler dedik, neler söylemedik ki…Ne sözler verdik ne yeminler ne tövbeler ettik! Ne o sözlerde durduk ne o yeminlerde!

Ettiğimiz yeminler, tutmadığımız tövbeler çarptı bizi! Yine de anlayanımız, kendine gelenimiz olmadı!

Hep bu son olsun dedik!

Oldu mu?

Keşke olsaydı!

Doktor vurmak, Hekim vurmak ne demek?

Saldırmak, darp etmek, hastane ve sağlık ocağı basmak ne demek?

Can kurtaran doktorların canını almak ne demek?

Canına kastetmek ne demek?

Bu son olsun demek yetmiyor! Çok üzgünüz demekte…

Kurban Bayramı öncesi Konya Şehir Hastanesinde görev yapan Kardiyoloji Uzmanı Uzman Doktor Ekrem Karakaya uğradığı bir saldırı sonunda hayatını kaybetti.

Bu son olsun dediğimiz olaylara bir doktorumuzu daha kurban verdik!

Mekanı cennet olsun!

Ne vardı temennilerimiz arasında? Yine hangi söz döküldü dudaklarımızdan?

Bu son olsun! Son olsun dedikçe, son olmuyor bir türlü! Son olsun dediğimiz ne varsa, sonlanmıyor!

Son bulmuyor!

Çareler, tedbirler, yaptırımlar bir türlü yan yana gelmiyor, getirilmiyor!

Ta ki, bir başka üzücü olay oluncaya yaşanıncaya kadar!

Bu nasıl son olsun demekse…Bu soruların cevabını verecek olanlar dahi, son olsun demeye devam ettikten sonra, nasıl son olacak? Nasıl son bulacak olanlar?

*****

Doktorlar, sağlık çalışanları korumasız, savunmasız! Saldırganlar elini kolunu sallaya sallaya sağlık kuruluşlarına girebiliyor, görevlilerin yakasına yapışıyor, darp ediyor, doğrultuyor silahını, gözünü kıpmadan basıyor tetiğe kim hedefindeyse katlediyor!

Kim verdi o hakkı onlara?

Sonra ne mi diyoruz?

Koruyamadık!

Cenazesinde dediğimiz ne?

Bu son olsun!

Toplum çok gergin! Artık, yağmurdan nem kapıyor!

Geçirdiğimiz travma ise tek kelimeyle korkunç!

Toplumu teskin edecek, toplumsal barışı ve huzuru sağlayabilecek argümanları geç kalmadan, hayata geçirmemiz gerekiyor!

Hepimize yazıklar olsun ki, tahriklere kapıldık, dolduruşlara geldik, olmayacak her şeye inandık!

Hısımdık hasım olduk!

Dosttuk düşman olduk!

Arkadaştık küstük, barışmaz olduk!

Komşuyduk, selam almaz, vermez olduk!

Kardeştik, aralara dikenler, kara çalılar, yalanlar, yılanlar, çıyanlar girdi. Şimdi işin içinden ne yapsak çıkamıyoruz!

*****

Virüs varyantlarıyla birlikte hayatlarımızı paramparça etti. Aldı yanına enflasyonu, aldı yanına hayat pahalılığını canımıza okudu! Dibe vurduk, iflas ettik, canımızdan bezdik! Anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan geldi!

Sonra seller, yangınlar, depremler dokundu! Yerle bir olduk, ayağa kalkamadık, doğrulamadık!

Kör ışıklı dehlizlerden, tünellerden çıkıncaya kadar akla karayı seçtik.

Ne mi oldu?

Hiçbir zaman aklımız başımıza gelmedi! Pişman olduğumuzu beyan eden sözlerimizi unuttuk!

Kimimiz kızdı, ambulans tekmeledi, görevlileri tartakladı, kimimiz gitti, doğrulttu silahını sağlıkçılara, doktorlara!

Kimimiz ayrıldığı, boşadığı karısını cadde ortasında bıçakladı, kurşunladı!

Kimimiz evimin direği dediği kadınların baba ocağını bastı!

Önüne gelene kurşun yağdırdı. Ölen öldü, kalan kaldı, saldırgan ya kendine sıktı kurşunu ya da kaçtı kaçabildiği kadar, sonra yakalandı, pişmanım dedi amma, o pişmanlık gidenleri geri getirmedi!

Kimimizin elinden öldürmeye kalktığımız o kadınları mahalle sakinleri, cadde üzeri esnaflar ve vatandaşlar aldı, kurtardı.

Bunun adı cinnet! Yaşadığımız olayların adı belli, uzunca bir süredir toplumsal bir cinnet geçiriyoruz! Ve bu cinneti tedavi için, olacakların önüne geçebilmek için, yaptığımız hiçbir şey yok!

*****

Kim teskin edecek bizi?

Büyüklerimiz!

Başka!

Din adamlarımız!

Başka!

Toplumun kanaat önderleri!

Başka!

Toplumsal barışı savunduğunu ve istediğini söyleyen sorumluluk sahibi olan herkes!

Tamamda, iyide, neredeler?

İşte bu sorunun cevabı olmadığı için, bulunamadığı için, toplum olarak şirazeden çıkmışız, kantarın topuzunu kaçırmışız, bizi acele bir toplayacak, toparlayacak lazım!

Moralimiz sıfır, madden sıfırı tüketmişiz, gönül koymalar, hayal kırıklıkları bir hayli fazla…

Gönlümüzü alacak bir çift söz bile yok ortada!

Kavga, sataşma, atışma, aralara fit sokma, dedikodu, laf taşıma gırla…

Gülmeyi, gülümsemeyi, hatta selam vermeyi bile unutmuşuz!

Sonra ne mi diyoruz?

Bu son olsun!

Olsun olmasına da, son olsun derken bile, bu pilav daha çok su kaldırır diyenlerimiz pek çok!

*****

Toplum neden mi moralsiz, neden mi kırılgan, neden mi yorgun, neden mi halsiz-mecalsiz? Görünen köy kılavuz istemez demiş atalar! Topluma el uzatacak, onu dinleyecek, gönlünü alacak, teskin edecek adımların atılması lazım.

Kavga ikliminden çıkıp hoşgörü iklimine geçmek, nefret dilinden vazgeçip, tatlı dile güler yüze acilen geri dönmek gerekiyor.

Zaman, taşın altına ellerimizi koyma zamanı! O kadar çok ötelendi ki bu iş, öteleme kendini dağlara taşlara vurdu, paraladı, parçaladı feryat etti ne gören oldu, ne duyan!

Hep bu son olsun dedik!

Oldu mu?

Keşke olsaydı!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Mayıs

01 Mayıs 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR