Mustafa Atikebaş

Mustafa Atikebaş

ŞAİR TELAŞI

ŞAİR TELAŞI

Şiiri gündemde tutma telaşı kendi içinde bir takım tutarsızlıklar içeriyor. Şair; parkta oturmuş halde etrafı izlerken, çocuk gülüşmelerini, ağacın-sapasağlam gövdesine rağmen- rüzgârın tesiriyle yaptığı raksı, bilmem kaçıncı kere çalan polis sirenini herhangi biri gibi algılamadığı için, başka bir ifade ile bütün bu olanları muhayyilesinde zikzaklar çizerek bambaşka bir adeseden ve yeniden yaratabildiği için onun telaş etmesine lüzum yoktur. Gündelik olandan uzaklaşma eğilimi şairin yazgısıdır. Hatta denilebilir ki, şair, varlığını bu geri çekilişe borçludur. Adım adım uzaklaşır olaylardan ve uzaklaştığı ölçüde şiirin yörüngesine girer. 
Şiir hayatın içinde değil, üstündedir. Bu yargının seçkinci bir anlayışın ifadesi olduğu sanılmamalı. Şiiri hayatla bir tutmak, onu harcıâlem hale getirmek demek. Hayat, doğal akışı içinde her türden sıradanlığı ve olağanüstülüğü, güzellikle çirkinliği, iyilikle kötülüğü beraberinde taşır. Zaten bu haliyle severiz hayatı. Hâlbuki şiir yalnızca güzel olduğunda şiirdir. Şiirin kolları hayat kadar geniş değildir. Söylemek istediğim, hayatla şiirin aynı düzlemde olmadığıdır. Elbette şiir hayatla alışveriş eder ama asla ona borçlanmamalıdır.
Bugünün iletişim imkânları şaire, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş biçimde kütleyle doğrudan temasa geçebilme olanağı sağladı. Ne var bunda, nesi kötü bunun denilebilir. Bu durum, dünyanın güneşe olan mesafesinin bir an için değiştiği varsayımının doğuracağı sonuçlara benzetilebilir.  Uzaklaşmak veya yakınlaşmak… Her halde sonu hüsran. Şair ile okuyucu arasındaki mesafe aynı zamanda her iki tarafın niteliğini koruyabilmesini sağlayan bir set oluşturur. Okuyucu mektuplarına cevap yazan şairin mesafe ayarı şaşmıyor idi. Sosyal medya ortamlarında mesafenin korunması çoğu zaman mümkün olmuyor. Bu türden bir iletişimin yol açtığı akla ziyan manzaraları dile getirmek istemiyorum. Çünkü mezkûr alanın ziyaretçileri kuzu postuna bürünmüş kurt gibi olabiliyor. Gerçek okuyucular yavaş yavaş çekiliyor sahneden. 
Şiir her devirde mahzundur. Alıcısı hep az olmuştur. Kim bilir belki de böyle olması daha iyidir. Şair “herkesleşmemeli”dir. Uzunca bir süredir “şiir öldü mü?” sorusu soruluyor. Şiirimizin zaman zaman çıkmaza girdiği doğrudur. Modern şiir henüz üzerinde uzlaşılmış klasiklerini tam manasıyla sunmuş değil. Anlatmaya bağlı türlerin hem üretim hem tüketim açısından kayda değer bir gelişme gösterdiği aşikâr. “İkinci Yeni” yi eskitebilmiş, aşabilmiş bir birliktelik kuramadı henüz şairlerimiz. Toplumun politize oluşu şairlere yansıyor ister istemez. Bir taraftan yaşayan son büyük şairimiz İsmet Özel mi, Sezai Karakoç mu? Tartışması yapılırken diğer yanda modern şiiri ele aldığı kitabında bir şairimiz İsmet Özel’in adını bile anmayabiliyor. (İşin tuhaf tarafı, bütün bu tartışmalar yapıladursun, İsmet Özel, kendisini ilk Türk şairi olarak tanımlıyor.)
Şiir konuşmaz. Bağırabilir ama konuşmaz. Fısıldar ama konuşmaz. Konuşmak nesre ait bir imtiyaz. Şiir, sezgi yoluyla çeker bizi içine. Zamanında M. Akif şiiri nesre yaklaştırdı diye eleştirilmişti. Doğru, fakat unutmayalım, Akif, veznin ve kafiyenin yardımıyla pek çok meseleyi çözebilirdi; çözdü de. Serbest vezinli şiirin her an ritmi kaybetme tehlikesi mevcut. 50’li yıllara kadar şairlerimiz şiire ritim katabilecek kelimelerimizi hala kullanıyorlardı. Sonraki şairlerin kelime kadrosu her geçen gün daraldı. Şiirde ritmin önemini Yahya Kemal ısrarla vurgulamıştır. “Mısraın ayaklarını yerden kesecek” bir ritimdi bu. Şiirin müzik ile bağını benzer şekilde Ahmet Haşim de dile getirmiştir. 0, şiiri “söz ile musiki arasında, fakat sözden ziyade musikiye yakın bir sanat” olarak tanımlıyordu. Günümüz şiiri fazla konuştuğu için belki, gitgide müziğini ve ritmini kaybetmiş görünüyor. 
Edebiyatta “etkilenme” kaçınılmaz ve aynı zamanda gereklidir de. Lakin söz konusu şiir olunca fazladan bir dikkat gerekir. Latin Amerika’dan tutun da İran şiirine kadar pek çok yabancı edebiyattan etkileniyor genç şairlerimiz. Burada, yine Tanpınar’ın, şiirin sanatların en millisi olduğu yönündeki fikrini hatırlatmak isterim. Çeviri yoluyla gelen şiirlere nüfuz edemeyişimiz bundandır. Türk şiiri, pek az edebiyata nasip olacak şekilde büyük bir geleneğe sahip. Bazı edebiyat dergilerinde, şiirimizin büyüklerine karşı burun kıvıranların nasıl bir hazineden mahrum kaldıklarını onlara hatırlatmak isterim. Taklit, özgün bir dil kurabilmenin ilk basamağıdır. Genç şairlerimiz, eski şiirimizi de yeni şiirimizi de en üst düzeyde temsil edebilmiş ustalarına alıcı gözle bir daha baksınlar.
Şiir ölmez. Kendi ırmağında akar gider. “Çağın gereği” diyerek yapıp ettiklerimiz hep ayaklarımıza dolanıyor. “Eskimeyen” şiirimizin güzidelerine dönme vakti geldi. Genç şairim, sesini bul, kendini bul, şiiri bul. Ya da şairin çağrısıyla:
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Mustafa Atikebaş Arşivi
SON YAZILAR