Erol Sunat

Erol Sunat

Sokağın hikayesi

Sokağın hikayesi

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde kendi halinde, kendi işinde gücünde, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan, kimselerle yarışmayan insanların yaşadığı bir şehir varmış.

İnsanlar o kadar kendi içlerine, kendi kabuklarına çekilmiş haldelermiş ki, aralarında ne komşuluk varmış, ne de dostluk ve arkadaşlık.

Biri ölse üç gün sonra duyulurmuş, biri hasta olsa şifahaneye kalkmadan kimse kapısını açmaz, bu insanda sağ mı yaşıyor mu, bir derdi tasası, sıkıntısı var mı diye kimsenin aklına gelmezmiş.

Sözüm ona herkes kendi yağında tuzunda kavrulur gidermiş. Esnaflar ve meslek erbapları arasında da bu manzarada farklı değilmiş.

Bu şehrin orta halli mahallelerinden birinde öyle bir sokak varmış ki, sokakta bulunan hanelerin çocukları arasında değil birlikte oyun oynamak, oynamaya kalkışanın oyununun bozan çocuklar yaşarmış.

Aradan yıllar geçmiş. Büyük bir kıtlık olmuş. Kıtlığın yanı sıra bilinmeyen bir hastalık gelmiş şehre, hastalık ne yaşlı tanıyormuş ne de genç, pençesine aldığını daha şifahaneye gitmeden ölüme yolluyormuş.

Hanelerden birinde hane halkından küçük bir çocuk haricinde herkes hasta olmuş. Serilmiş kalmışlar.

Çocuk dokuz-on yaşlarındaymış. Bakmış ki, herkes yorgan-döşek yatıyor. Kimsenin kımıldayacak, ayağa kalkacak hali yok, fırlamış dışarı, hemen yan komşunun kapsını başlamış çalmaya…

Kapıyı bir kadın açmış. Kimsin sen çocuk demiş. Çocuk ağlaya ağlaya demiş ki, anam-babam kardeşlerim hepsi hasta, dedem öldü, odanın birinde. Bize yardım edin teyze. Kadın var git yoluna çocuk demiş, bizim derdimiz başımızdan aşkın. Kapıyı kapatmış çocuğun yüzüne…

Çocuk sokaktaki bütün kapıları çalmış. Ben demiş çocuk halimle ne yapayım. Ölümüz var nasıl kaldırayım. Anama-babama nasıl yardım edeyim. Ağabeylerim, ablalarım ateşler içinde yatıyor, hiç mi acımanız yok, hiç mi insafınız yok! Hiç kimse evinden çıkmamış, ne kadar kapı varsa kapanmış çocuğun yüzüne. Ne yapsın çocuk? Koşa koşa Vali Paşanın Konağının önüne gelmiş. Kapıdaki muhafızlara ağlayarak durumunu anlatmaya başlamış. İşte tam o sırada omzuna bir el dokunmuş. Gel bakalım delikanlı demiş birde bana anlat derdini. Çocuk bir çırpıda anlatmış ne var ne yok her şeyi. Genç adam çocuğu almış atına, yanındaki adamlarla birlikte varmışlar çocuğun mahallesine, sokağına, hanesine.

Adamlardan bazıları, çocuğun dedesinin cenazesini kaldırırken, evdekileri de şifahaneye yetiştirmişler.

Bütün bunlar olup biterken mahalleli yaşananları pencerelerinden seyretmekle yetinmişler. Bir Allah’ın kulu dışarıya çıkıp da ne oluyor, ne bitiyor diye adımını dışarıya dahi atmamış.

Sokakta ki insanlar, biz Hekime de, şifahaneye de minnet etmeyiz gibi acayip, mantıksız, saçma-sapan bir gurur içerisindeymişler.

Şehrin yarısı hastalıktan ölmüş gitmiş. Yine de şifahaneye gelenlerin sayısı oldukça azmış. Çocuk ve ailesi sağlıklarına kavuştuktan sonra evlerine geri dönmek için sokaklarına geldiklerinde, birde bakmışlar ki sokak bir hayli kalabalık. Böyle bir kalabalık o güne kadar hiç görülmüş şey değilmiş.

Muhafızlar, hanelerdeki insanların tamamını sokağa çıkarmışlar. Neredeyse birbirlerinin yüzünü unutmuş insanlar ve çocuklar sokağın ortasında ne olacak diye bekleşiyorlarmış. İşte tam bu esnada, çocuk ve ailesi sokağın başında görünmüşler.

Muhafızların başı, ben söyleyinceye kadar hiç kimse evine girmeyecek demiş, gireni sorgusuz sualsiz zindana atarım. Vali Paşam gelecek, herkes sokağın ortasına toplansın!

Hiç kimse yerinden kıpırdamamış. Her aile kapılarının önünde bekleşiyorlarmış.

Muhafızlar, hepsini sokağın ortasına toplamışlar. İnsanlar bir araya gelince, şaşkınlıkları daha da artmış ilk defa uzunca biz zamandır birbirlerini yakından görüyorlarmış.

Onlar o şaşkınlıklarını üzerlerinden atamadan, Vali Paşa çıkmış gelmiş sokağa. Çocuk birde bakmış ki, kendine yardım eden adam, Vali Paşanın ta kendisi değil mi?

Vali Paşa; Ey Ahali demiş, şehrimiz çok büyük bir badirelerden geçti. Lakin siz nasıl bir ahalisiniz ki, ne paylaşmayı, ne bölüşmeyi, ne de yardımlaşmayı bilirsiniz! Yazıklar olsun kalıplarınıza! Yazıklar olsun insanlığınıza! Yazıklar olsun komşuluğunuza!

Bu sokak en fazla cenaze kaldırdığımız sokak. Bu sokak kıtlığın ve hastalığın pençesinde en fazla kıvranan ve acı çeken sokak. Kilerleri ağzına kadar dolu olanlar, bir komşusuna yardım etmeyi düşünmedi. Hastalık kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyenleri de aldı götürdü, kapısı çalınmayan, açılmayanları da. Ancak, bu sokak hiçbirinden ibret almadı. Hiçbir olay, hiçbir ölümden ders almadı, kendine bir ders çıkarmadı. Yalnızca, küçük bir çocuk, Vali Konağının kapısına gelinceye kadar!

Ne var bu sokakta, üzerinize ölü toprağı mı serildi? Biriniz anlatın nedir bu durum. Ortalığı derin bir sessizlik kaplamış. Kimse tek bir kelam etmeyince, Vali Paşa sen söyle sen söyle diye sormuş, yine bir cevap alamamış.

Muhafız Başı, madem öyle demiş, cevap veren olmazsa cevap verene kadar bulunduğunuz yerde beklersiniz. Sokağın sakinleri aynı zamanda oldukça inatçıymışlar da. Üç gün o şekilde aç taksir beklemişler. Yine de kimsenin ağzını bıçak açmıyormuş.

Vali Paşa, üç günün sonunda yine çıkmış gelmiş. Demiş ki, o küçük çocuk ve ailesi haricinde diğer haneleri bu şehirden gönderiyorum. Hem de hemen. Hiç kimse evine girmeyecek, evinden bir şey almayacak. Sizi bekleyen bir kervan var. Bu anlayışsız, sevgisiz, mağrur, kendini beğenmiş, gurur ve kibrini yenemeyen sokağın insanlarını bu şehirden gönderiyorum.

Bakalım o çok güvendiğiniz, sığındığınız gurur ve kibriniz bundan böyle ne yapacak?

O hanelerden birinde yaşayan yaşlı biri dur Vali Paşam demiş, konuşacağım. Bu gördüklerin konuşmamayı marifet sayarlar. Hiçbiri bu şehirden dışarıya adımını atmadı, bu şehrin surları dışında nasıl bir hayat var bilmezler. Bilmezler ki o kervana katıldıklarında, karaya vurmuş balığa dönecekler. Bu anlattıklarıma için için kızanlar ise aramadığın kadar. Sen, bende dahil kimseyi dinleme. Bu sokaktakileri hiç bilmedikleri bir diyara gönder, üç gün burada susup kaldılar ya, üç günde oralarda bırak bak bakalım neler oluyor.

Vali Paşa zaten yapacağım da öyle bir şey demiş. Sokaktakileri alan kervan, birkaç aylık bir yolculuktan sonra uzak bir diyarın bir şehrine indirmiş sokak ahalisini.

Şehrin Valisi, onları şehrin kenar mahallelerinden birinin bir sokağına yerleştirmiş. Sokakta yaşayan ahaliden ne kimse hoş geldin demiş, ne aç mısınız, tok musunuz diye kapılarını çalan olmuş, nede onları gördüklerinde bir selam veren, ne de hal-hatır soran varmış. Buldukları işlerde çalışmışlar, yarı aç-yarı tok bir hayat yaşamaya başlamışlar. Önce bu yabancı diyarda kaybolmamak için birbirleriyle konuşmaya, kaynaşmaya başlamışlar. Sonra da, el ele vermeye, bir olmaya birlikte hareket etmeye karar vermişler.

Aradan bir yıl kadar geçmiş. Şehrin Valisi, ilk kalkan kervanla buradan ayrılıyorsunuz demiş, neyiniz var, neyiniz yok olduğu gibi bırakın, nasıl geldiniz, o şekilde sizi gönderiyorum. İnşallah bazı şeyler sizler için değişmiştir. Yine birkaç aylık yolculuktan sonra, kendi şehirlerine, kendi sokaklarına gelmişler. Sokakları ve evleri olduğu gibi duruyormuş. Sokağın ortasında toplanmışlar. Sevinç gözyaşları dökmüşler. O yabancı diyarda, giden gençlerden birbirlerini sevenler olmuş, yuva kuranlar olmuş, birbirlerine sırdaş olmuşlar, haldaş olmuşlar, komşu olmuşlar, akrabadan ileri olmuşlar. Demişler ki, nerede ne yanlış yaptığımızı yabancı diyarda çok daha iyi anladık. Sokağımız gözümüzde tüttü. Her hatırladığımızda ağladık. Gerçekten sokağımızı özledik. Küçük çocuk ve ailesine öyle bir sarılmışlar ki, görülmeye değermiş.

Anlatırlar ki; O sokak, öyle bir sokak olmuş ki, bütün hanelerin kapıları ardına kadar açılmış. Kimin ne derdi var, o sokakta çözülür olmuş. O sokağa giren huzuru, sevgiyi, saygıyı, muhabbeti yakalamış orada. O sokakta gurbet nedir, hasret nedir, dost nedir, arkadaş nedir, insanlık nedir, komşuluk nedir, vefa nedir bilenler varmış çünkü. Bu duygular azıcık unutulmaya yüz tutsa, sokağın büyükleri, o uzak diyar yolculuğunu anlatırlarmış.

Şehir şehire, diyar diyara, mahalle mahalleye, sokak sokağa, çocuk çocuğa, ahali ahaliye, ihtiyar ihtiyara, hasta hastaya, hastalık hastalığa benzer…

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Sazan

17 Nisan 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR