Yusuf Alpaslan Özdemir

Yusuf Alpaslan Özdemir

“Büyülü gerçekçilik”in kraliçesi

“Büyülü gerçekçilik”in kraliçesi

Corona virüs nedeniyle en son 2019'da düzenlenen TÜYAP Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı 2 senenin ardından 39. kez kapılarını açtı, okurlarla hasret giderdi.

Bu yılki sloganı “Kitap şehre geri dönüyor” olarak belirlenen ve “Kitabın Büyülü Dünyası” temasıyla gerçekleştirilecek fuarın Onur Yazarı büyülü gerçekçilik akımının edebiyatımızdaki temsilcilerinden Nazlı Eray. Fuar öncesi ve sırasında gazeteler birbiri ardına kitap ekleriyle rehberlik ettiler, ediyorlar kitap ve etkinlik seçimi hususunda. Bizde de ‘Kültür Atlası’ sayfamızda özlü ve özet bilgiler bulabilir, yayınevlerinin dumanı üstünde yayınlarından ve 2023’te yayın programlarına aldıkları kitaplardan haberdar olabilirsiniz.

POSTMODERNİZMİN KALBİ

Büyülü Gerçekçilik, gerçekçiliği ön plana alan ancak realist akımlarda olmaması gereken sihir, büyü, mantık dışılık veya olağanüstü durumlara da yer veren tekniktir. Kısaca “büyülü gerçekçilik” için gerçekle fantastiğin karışımı da diyebiliriz. Büyülü gerçekçilikte, “benzetme, mecaz, mübalağa, tekrarlar, sembolizm, ironi ve paradoks” gibi pek çok söz sanatının kullanıldığını da görmekteyiz.

‘Büyülü Gerçekçilik’ kavramını ilk kez Alman tarihçi ve sanatçı Franz Roh‘un zikrettiği iddia edilir ama bu konuda çeşitli isimler de dolaşmakta. En çok Alman ressamlar ve Latin Amerikalı yazarlarla özdeşleşmiş kavram. Diğer yandan bu akım sadece edebiyatta değil, pek çok sanat dalında kullanılagelmiştir. Postmodernizmin kalbinde yer aldığını da hatırlatayım bu arada.

Bizdeki duruma gelince… 1980 sonrası Türk edebiyatında etkisini iyiden iyiye gösteren Postmodernizm, aynı zamanda büyülü gerçekçiliğe de kapılarını aralamıştır. Türk edebiyatında büyülü gerçekçilik, Latife Tekin ile de anılan bir akımdır; Sevgili Arsız Ölüm, Tekin’in yayımlanan ilk kitabı olması yanında büyülü gerçekçilik akımının ölçütleri ile bizde yazılmış ilk kitaptır da aynı zamanda.

Büyülü gerçekçiliğin romanlardaki izlerini sürmekle hikâyedeki tesirlerini de müşahade etmiş oluruz; bir taşta iki kuş! Her büyülü gerçeklikle yoğrulmuş romanı aynı torbaya dolduramayız; ortak belli niteliklerden bahsedebiliriz ama: İlki gerçekçi kurgu. Tüm büyülü gerçekçilik romanları bu dünyada, okuyucunun aşina olduğu bir ortamda gerçekleşir.

Konuşan nesnelerden ölü karakterlere ve telepatiye kadar, her büyülü gerçekçilik hikâyesi dünyamızda gerçekleşmeyen fantastik unsurlara sahiptir; lâkin, romanda normal vakalar olarak sunulurlar.

Büyülü gerçekçilik yazarları, büyüyü mümkün olduğunca normalleştirmek ve günlük yaşamın bir parçası olduğu fikrini güçlendirmek içi, hikâyelerindeki büyüyü açıklamadan bırakırlar.

Yazarlar genellikle toplumun, özellikle de siyasetin ve seçkinlerin örtük bir eleştirisini sunmak için büyülü gerçekçiliği kullanırlar. Bu tür, dünyanın Latin Amerika gibi Batı ülkeleri tarafından ekonomik olarak ezilen ve sömürülen bölgelerinde popülerlik kazanmıştır.

Büyülü gerçekçiliğin hakim olduğu kurgu metinler diğer anlatılar gibi tipik giriş, gelişme ve sonuç akışını takip etmez. Bu, okuyucunun kurgunun ne zaman ilerleyeceğini veya çatışmanın ne zaman gerçekleşeceğini bilmediği için daha yoğun bir okuma deneyimi sağlar.

‘Neleri okumalıyız?’ın cevabına gelecek olursam birkaç ismi örnek olarak verebilirim: Macondo adında bir ayna şehrini hayal eden ve daha sonra onu kendi algılarına göre yaratan bir Patrik hakkında çok kuşaklı bir hikâye olan ve Gabriel García Márquez’in kaleminden çıkan Yüzyıllık Yalnızlık, Paranormal güçleri olan ve ruh dünyasıyla bağlantısı olan bir kadını anlatan Ruhlar Evi (Isabel Allende), ağzı bozuk bir hayaletin musallat olduğu eski bir köle hakkındaki Toni Morrison imzalı Sevilen, Duyguları yemeklerine katık eden ve yemeğini yiyen insanlarda beklenmedik etkilere neden olan bir kadını anlatan ve Laura Esquivel’in yazdığı Acı Çikolata, Haruki Murakami’nin büyülü kaleminden çıkan Zemberekkuşu’nun Güncesi, Neil Gaiman’ın bir cenaze için memleketine döndükten sonra geçmişini hatırlayan bir adam hakkındaki romanı Yolun Sonundaki Okyanus akla ilk geliveren kitaplar.

BÜYÜLÜ GERÇEKLİĞİN KRALİÇESİ

Edebiyatımızda büyülü gerçekçiliğin en önemli ve etkili yazarlarından biri olan Nazlı Eray ile ilgili bilgilendirme yazıları ve söyleşiler dört yanımızı sarmış durumda. Hangi gazeteyi, yahut kitap ekini açarsanız karşınıza Nazlı Eray çıkıyor. Yanlış anlaşılmasın, buna itiraz ettiğim anlamı çıkması lütfen. Eray gerçekten okunması gereken, okurunu farklı hülyalarda gezdiren bir kalem. İlerleyen yaşına rağmen okuyor, yazıyor, konuşuyor; kısacası edebiyatla iç içe yaşıyor.

Çeşitli kaynaklara şöyle bir göz gezdirdiğinizde ortaya özet olarak şöyle bir Nazlı Eray portresi çıkıyor; “Fantastik ve büyülü gerçekçiliğin ülkemizde kraliçesi olarak nitelendirilen Nazlı Eray, eserleri, okurlarına tatlı bir rüya gibi gelir. Okur, Nazlı Eray’ın anlattıklarını dinler. Rüyalarda olağanüstü fantastik unsurlar belirir ancak tamamen hayale bağlanmaz. Gerçeklikten ve insan mantığından uzaklaşılmaz. Bilinç her daim devrededir. Eray’ın eserleri, gece görülen rüyalar gibidir. Rüya dışında bilinç etkindir fakat insan bir rüya anındayken bilinç geride kalır. Rüyada korktuğumuzda veya heyecanlandığımızda bizi uyarmak ve bu durumdan kurtarmak adına bilinç devreye girer. Nazlı Eray’ın eserleri de bu rüya gibidir yeri geldiğinde ise bilinç devreye girmektedir. Dolaysıyla “İmparator Çay Bahçesi”, “Ayışığı Sofrası”, “Ölüm Limuzini” gibi eserlerinde bu rüya ve gerçeklik durumunu görmekteyiz.
Nazlı Eray’ın, kendi özgün kaynağından beslenerek oluşturduğu bu dünya eğlence, merak ve heyecandan ziyade okuru gerçekliğin kendisinden bir an olsun ayıran, hatta okur için kaçış durağı olan bir dünya olduğunu söyleyebiliriz. Bu kaçış durağı başlı başına bir hayal değil; her an ve her daim gerçeğe dönebilecek, bilincin yitirilmediği bir rüyadır. Eray, kalemiyle bir çeşit büyü yaparak okuruna keyifli ve heyecanlı rüyalar göstermektedir. Eray’ın kendi yaşadığı coğrafyanın kazançlarından etkilenerek bahsettiği bu dünyanın değiştiğini de söyleyebiliriz. Bu düşüncemizde “Ölüm Limuzini” adlı eseri bize kaynaklık eder. Nazlı Eray’da değişim gösteren bu anlayış, onun kendi hayal gücü sınırlarının genişlediğini bize göstermektedir. Eray’ın büyüsü, Anadolu coğrafyasından çıkarak başka coğrafyadaki okurları da etkileme girişimine başlar.
Türk edebiyatı ile fantastik anlayış arasında bir köprü olarak nitelendireceğimiz güzide yazarların arasından şimdilik en önde gelen ve köprünün en güçlü temel yapı taşı olan yazar Nazlı Eray’dır diyebiliriz” ve imkânı olanlar için İstanbul’da, fuarda okurlarını bekliyor

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Alpaslan Özdemir Arşivi
SON YAZILAR