Abdurrahman Hakan Pakiş
Hayata bakış açımız
Bismillah.
Elhamdülillah, vessalâtü vesselâmü alâ Resûlillah.
Hayat, insana verilmiş büyük bir emanettir. Kimimiz onu anlamaya, kimimiz kazanmaya, kimimiz de sadece yaşamaya çalışırız. Fakat her şeyin ötesinde hayat, nasıl baktığımıza göre şekil alan bir aynadır. Kim bu aynaya dünyayı merkeze alarak bakarsa sadece fani olanı görür; kim de ahireti merkeze alırsa hem dünyasını hem ahiretini güzelleştirir.
İnsan, çoğu zaman yaşadığı hayatın içinde kaybolur. Günlük telaşlar, iş, para, mevki, kariyer, akademik başarı derken hayatın asıl gayesi gölgede kalır. Hâlbuki Yüce Allah Kur’ân’da şöyle buyurur:
﴿وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ﴾.
“Ben cinleri ve insanları, bana kulluk etsinler, diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56).
Bu ayet, bize hayatın merkezinde ibadet/kulluk bilincinin olması gerektiğini hatırlatır. İbadet/Kulluk sadece namaz, oruç, zekât değildir; çalışmak, aileye bakmak, insanlara faydalı olmak da aslında birer ibadettir. Asıl olan, her ne yapıyorsak niyetin Allah rızası için olmasıdır!
GÖNÜL TOKLUĞU VE HAYATIN DEĞERİ
Fahr-i Cihân Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuştur:
“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil; gönül tokluğudur.” (Buhârî, Rikâk, 15).
Bu hadis, modern insanın yaşadığı temel bunalımı özetler. Günümüz dünyasında zenginlik, daha çok mala sahip olmakla ölçülür hale geldi. Oysa İslam’ın bakışında servet, insanın kalbinde taşıdığı huzurla ilgilidir. Kalbi tok olanın evi küçük olsa da gönlü saray gibidir. Ama kalbi açgözlülükle dolu olan, malikânelerde yaşasa da içi dardır.
Kapitalist düzenin bizi sürüklediği bir kölelik hali var: “insan artık ekonominin efendisi değil, kölesi haline geliyor.” Oysa İslam iktisadı, insanı ekonominin esaretinden kurtararak ahlakla yoğrulmuş bir denge kurmayı hedefler. Para, insanın hizmetinde olmalı; insan, paranın hizmetinde değil! Ayrıca Allah katında değer ölçüsü, mal-mülk değil; takvâ ve ihlâstır.
Kur’ân’da,
﴿اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا﴾
“Mal ve evlat, dünya hayatının süsüdür.” (Kehf, 18/46) buyrulur. Evet, mal da çocuk da güzeldir ve birer nimettir; ama her ikisi de sonuç itibariyle birer süstür. Süs ise, özün yerini almamalıdır. Aldığında insan asıl gayeyi kaybeder.
DÜNYA VE AHİRET DENGESİ
Hikmet ehli bir zatın dediği gibi:
“Dünya, kişinin gölgesidir; ahiret ise güneş. Güneşin ardına düşersen gölgen de seni takip eder; ama gölgenin peşine düşersen, tıpkı bir enik gibi etrafında dönüp durursun.”
Ne güzel bir benzetme… Dünya, aslında bir yansımadır, hakikate açılan bir perdenin gölgesidir. İnsan, eğer bu gölgeyi asıl zannederse, ömrünü karanlıkların peşinde tüketir. Fakat gölgeyi değil, güneşi -yani ahireti- hedef alırsa, hem dünyası hem de ahireti güzelleşir.
Bu söz, bize dengeyi öğretir. Dünya ne tümüyle terk edilmelidir ne de kalbin merkezine oturtulmalıdır. Allah Resûlü [sallallahu aleyhi vesellem] bir gün buyurmuştur:
“Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim.” (Tirmizî, Zühd, 44).
Bu hadis, insanın dünyaya misafir olarak geldiğini hatırlatır. Yolcu, eşyasını az tutar; fazla yük, yolda yürümeyi zorlaştırır. İnsan da ömrünü, asıl yurduna -yani ahirete- ulaşmak için gönül yükünü hafif tutarak yaşamalıdır.
HAYATIN PEŞİNDE KOŞMAK MI? HAYATIN GELMESİNİ SAĞLAMAK MI?
Mustafa es-Sibâî’nin güzel bir benzetmesi vardır:
“Hayat, güzel bir kadına benzer. Sen onun peşinden koşarsan senden kaçar; şayet yüz vermezsen bu sefer o senin peşinden koşarak gelir.”
Bu söz, hırsın ve tevekkülün dengesini anlatır. İnsan ne kadar çok hırsla bir şeyin peşine düşerse, o şey o kadar uzaklaşır. Çünkü hayatın bereketi, Yaradan’a teslimiyetin içindedir. Rızık da, huzur da, nasip de Allah’tandır [celle celâlühû]. İnsan elinden gelen gayreti gösterip sonucu Allah’a bırakmalı; çünkü tevekkül, tembellik değil, güven duygusudur.
Resûl-i Emîn [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurur:
“Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşlar gibi rızıklanırdınız. Onlar sabah aç gider, akşam tok dönerler.” (Tirmizî, Zühd, 33).
Hayatın güzelliği, koşup didinmekte değil, Allah’a güvenerek yaşamakta gizlidir. İnsan dünyayı bırakmaz; ama dünyayı da kalbine koymaz; hayatın merkezine yerleştirmez. Çünkü kalpte yalnızca bir sevgiye yer vardır: o da Allah sevgisidir. Diğer sevgiler, bu merkeze bağlı olduğu sürece kıymetlidir.
HAYATIN GÜZELLİĞİ
Hayat, aslında bir imtihan alanıdır. Bazen nimetle, bazen musibetle sınanırız. Bir gün bolluk gelir, bir gün darlık; bir gün sevinç, bir gün hüzün… Ama her durumda müminin tavrı aynıdır: O’na yönelme.
Gerçek şu ki, hayatın güzelliği, dış şartlarda değil; iç huzurda gizlidir. Kalp Allah’a yöneldi mi, dünya da, ahiret de yerli yerine oturur. Kalp Allah’tan uzaklaştı mı, ne kadar çok şeye sahip olursa olsun, insan kendini eksik hisseder.
HAYATIN MERKEZİNE NE KOYDUK?
Bugün her şey hızla değişiyor; teknoloji, ekonomi, iletişim… Ama değişmeyen bir şey var: İnsanın anlam arayışı. Çünkü kalp, Allah’ı anmadan huzur bulamaz.
Hayata bakış açımız, bizim yaşayışımızı belirler. Eğer hayatı sadece dünyevî bir kazanç kapısı olarak görürsek, sonunda elimizde yorgunluk kalır. Ama hayatı Allah’ın emaneti olarak görür, onu iyilik, adalet, merhamet ve paylaşma ile yaşarsak; hem dünyamız hem ahiretimiz güzelleşir.
“DÜNYA, AHİRETİN TARLASIDIR.”
Ektiğimiz her iyilik, bir gün karşımıza meyve olarak çıkacaktır. Hayat dediğimiz bu kısa yolculukta, gölgeye değil, güneşe yönelmek gerek. Çünkü güneşin olduğu yerde, karanlık barınmaz.
Bu hayatta tohum atma çabasından kaçınan ve bu nedenle tek bir tohumdan elde edilebilecek büyük hasattan yoksun kalan kişi ne kadar acizdir. Kişinin kardeşinden, annenin ise çocuğundan dahi uzaklaşacağı o büyük gün (Kıyamet Günü) için hazırlık yapmayanlar, hem bu dünyada hem de ahirette kayıp ve zarara uğrayacaktır.
Akıl sahibi, bu geçici dünyayı bir fırsat olarak gören kişidir; onu bir “köprü” gibi kullanmalıdır. Köprülerin asıl amacı, üzerinde oyalanmak değil, karşı tarafa ulaşmaktır. Ancak bu köprüleri de harap etmemek gerekir.
İşte bu akıllı insan, kendisine verilen bu kısa süre içinde, tohumlarını ekerek -yani her işinde Cenab-ı Hakk’ın rızasını gözeterek- kat kat fazla meyvelerini toplar.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.